245 bin 700 kişi Nafer Ermiş’i bir “Twitter Fenomeni” olarak
tanıyor. Yani sosyal medyanın Türkiye’deki en çok kullanılan kanallarından
birinin en çok takipçisi olan, sözüne önem verilen, “retweet” edilen
kişilerden. Nafer Ermiş’in çoğu twitter takipçisinin hiç bilmediği yanı ise iyi
bir yazar ve çevirmen olmasıdır. İlk romanı “Gökyüzüne Ağır Gelen Kuş” 1995’de
yayımlanmış. Dergilerde şiir ve öykülerinin yayımlanışı ise daha eskiye 1984’e
dek gidiyor. 30 yıllık bir emek söz konusu. Bu emeğin sosyal medya okuru
tarafından fark edilip edilmeyeceği ise Nafer Ermiş’in üçüncü kitabı “Hayat
Böyle Bir Şey”in başarısına bağlı sanırım.
Nafer Ermiş “Hayat Böyle Bir Şey”de (Mart 2015, İthaki yay.)
aşk acısını unutmak için roman yazan bir gencin yaşadıklarını anlatıyor.
Kitabın anlatıcı kahramanı roman yazma sürecinde geçmişe dönüyor yaşadığı aşkın
öyküsünü anlatırken bir anlamda kendisiyle de hesaplaşıyor.
21 yaşında bir delikanlı. Almanya’da işçilik yapan bir
ailenin oğlu. Anne – baba oğulları iyi bir eğitim alsın, iyi bir geleceğe sahip
olsun diye varlarını yoklarını onun için feda etmiş. Üniversite eğitimi
sırasında sıkıntı çekmesin diye tüm birikmiş paraları ile bodum kat da olsa bir
daire almışlar. 80’li yıllar. 12 Eylül askeri darbesinden hemen sonra.
Ankara’da Cebeci’deyiz. Kahramanımız Mülkiye’de bugünkü adıyla Siyasal Bilgiler
Fakültesi’nde okuyor. “Siyaset
okullardan çıkmış, sokaklardan çekilmiş, meydanlardan kovulmuştu. Gençler için
âşık olmaktan başka yapacak bir şey yoktu. Biz de öyle yaptık. Âşık olduk” diye
anlatıyor.
Bir Anadolu şehrinden gelmiş. Henüz eli karşı cinsten
birinin eline değmemiş. Uzaktan sevmiş, karşılıksız kalması kesin platonik
aşklar yaşamış. Yaşamını değiştiren daha sakindir diye gittiği komşu okul hukuk
fakültesinin bahçesinde tek başına otururken önünden geçen kız olmuş. Birden
ona vuruluvermiş. Günlerce, aylarca onu aramış, bulamamış.
Tek bir kez gördüğü ve bir daha rastlamadığı ve görmekten
umudu kestiği kızın aşkıyla yanarken bir gün kapı çalıyor ve arkadaşları o
kızı, Işıl’ı getiriyor. Bekâr evinin rahatlığında, Briç oynayarak geçen
günlerde Işıl da kahramanımızdan hoşlanıyor ve aralarında bir ilişki başlıyor.
Kahramanımız bunu aşk sanıyor ama Işıl’ın nasıl değerlendirdiğini bilemiyor.
Öpüşüp, koklaşıp, nihayetinde sevişiyorlar ama hiç ilişkileri hakkında
konuşmuyorlar. Ancak bir gün Işıl “Ben artık seni sevmiyorum” dediğinde hem
ilişkilerinin adı konmuş oluyor hem de adı konan ilişki o cümle ile
noktalanıyor.
Işıl kahramanımızı terk ediyor ve geriye büyük bir aşk acısı
kalıyor. Neden terk edildiğini, kendini niye doğru ifade edemediğini
anlayamayan kahramanımız Işıl’a hitaben bir roman yazmaya karar veriyor. O
romanla aşkını anlatacak ve belki de ilk ve tek sevgilisinin kendine dönmesini
sağlayacaktır. Beş yıl boyunca bu romanla uğraşıyor. Yazıyor, yırtıyor, yeniden
yazıyor. Sonunda romanı bitirip, Işıl’a teslim ettiğinde de aşk acısının tedavi
olduğunu anlıyor.
Roman yazma sürecinde 80’li yılların Ankarası’ndaki öğrenci
yaşamını tatlı - acı ayrıntıları ile anımsamak yanında teknolojinin yaşamımızı
nasıl değiştirdiğini de görüyoruz. Romanını daktilo ile saman kağıda yazmaya
başlayan kahramanımız “dos” sistemi ile çalışan bir bilgisayarda tamamlayıp
disketlere kaydediyor. Yıllarca yayınevinde bekledikten sonra yayımlanan
romanın adı: “Gökyüzüne Ağır Gelen Kuş” (1995, Gece yay.). Nafer Ermiş’in ilk
kitabı.
Bu bir tesadüf değil, kitabın arka kapağına alıtılanan
yazısında Nafer Ermiş romanını “size önce eski bir hikâyeyi anlatmak istedim,
çok eski bir hikâyeyi. Bütün ayrıntılarıyla gerçek bir hikâye. Yaşadığım
diyemeyeceğim, ancak maruz kalmış olabileceğim bir hikâye…” diye tanıtıyor.
Daktiloyla yazmaya başlanıp bilgisayarda bitirilen romanın
yazılış öyküsü ise ilginç bir formatta Nafer Ermiş’in tweetleriyle birlikte
yayımlandı.
Nafer Ermiş kitabın sonuna “Sonsöz” olarak “Sosyal Edebiyat”
başlıklı bir yazısını koymuş. Yazı “sosyal medyanın doğuşu ile birlikte
edebiyat da bir değişime uğradı” diye başlıyor. “Geleneksel edebiyat yavaş
yavaş yerini sosyal edebiyata bırakıyor” diye devam ediyor. Yani “sosyal
edebiyat” diye bir tanımlama getiriyor.
“Hayat Böyle Bir Şey” bu yazıyla birlikte değerlendirildiğinde
“sosyal edebiyat”ın Türkçedeki, belki de dünya’daki ilk örneği oluyor. Daha
doğru deyişle “geleneksel edebiyat”la birlikte “sosyal edebiyat”ın örneklerini
de aynı kitapta okumuş oluyoruz.
Twitter, az ve öz sözcükle kendimizi ifade etme zorunluluğu
getirdi. Söyleyeceğinizi 140 karakterde ifade etmek durumundasınız. Bu
zorunluluk kuşkusuz üslupları da etkiliyor. Kısa, öz cümlelerle, sözünüzü açık
ve doğrudan söylemek zorundasınız. Bu kadar kısa ve öz yazarak kendini ifade
etmek mümkündür. Peki edebiyat yapılabilir mi? Yapılıyor. Dünya’da çok örneği
var. “Twitter fiction” diye bir akımdan söz ediliyor. Türkiye’de de Kadir
Aydemir’in derlediği ve “Bir Tweet'lik Öyküler” alt başlığını taşıyan “Yitik
Öykü”yü (2014, Yitik Ülke yay.) anımsıyorum.
“Hayat Böyle Bir Şey”de yer alan tweetleri “sosyal
edebiyat”ın örnekleri sayabiliriz. Nafer Ermiş’in tweetlerine internette
rastlıyordum. Ama toplu olarak okumak farklı. Örneğin arka kapağa da
alıntılanan “Aşk bir hafıza oyunudur; önce unutan kazanır” tweeti aynı zamanda
romanın da ana fikri. Kitap boyunca kahramanın yapmaya çalıştığı bu, unutmak ve
yaşamını, iç huzurunu tekrar kazanmak istiyor, bir anlamda roman yazarak
kendini tedavi ediyor.
Nafer Ermiş’in tweetleri Ceyhun Yılmaz’ın da dikkati çektiği
gibi Nafer’in soyadına uygun olarak bir ermişin sözleri gibi. Her birinde bir
felsefi derinlik, edebi zenginlik ve bir yaşam felsefesi var.
“Twitter’ın edebiyatı köreltmeye mi, yoksa yeniden üretime
mi yönlendirdiği” sorusu ise soruşturmalara bile konu oldu (bkz. Sabit Fikir,
Mart 2012). “Hayat Böyle Bir Şey”de yer alan ve Nafer Ermiş’in “geleneksel
edebiyat”ın örneği olduğunu söylediği romanı bu soru ışığında okumak mümkün; 10
binden fazla tweet atan bir yazarın üslubu nasıl etkilenir? Sadelik, hız, akıcılık,
berraklık, yoğunluk olarak açıklıyor Nafer Ermiş on bin tweet atmanın etkisini
ve ekliyor “Artık uzun uzun tasvirlere, bol bol sıfatlara, hikâye kurmalara,
atmosfer yaratmalara, durum betimlemelerine, karakter gelişimlerine, psikoloji
tahlillerine ne yer var bu sosyal edebiyatta, ne de zaman.”
Evet, “Hayat Böyle Bir Şey” Nafer Ermiş’in önceki
eserlerinden farklı bir üslupta. Kısa cümlelerle yazılmış, akıcı, berrak ve
yoğun. Hızlı okunan bir anlatı. Ama tıpkı Nafer Ermiş’in tweetlerinde olduğu ve
önceki eserlerinde okuduğumuz gibi bir yaşam felsefesi öneren, felsefi ve edebi
göndermeleri olan bir anlatı. Evet uzun tasvirler, durum betimlemeleri yok ama
hikâye de kuruyor, atmosfer de yaratıyor, psikolojik bir yana felsefi tahliller
de yapıyor ve nihayetinde kahramanının nasıl bir değişim yaşadığına da şahit
oluyoruz. Ayrıca Nafer Ermiş’in sosyal edebiyatın getirdiği kurallarla ilgili
yazdıklarının 1950’lerde Yeni Roman akımı ile gelen minimalist anlayışta var
olduğunu ve bu yıl Nobel Edebiyatı ödülü alan Patrick Modiano’nun bu anlayışın
çok iyi örneklerini verdiğini anımsatayım.
Nafer Ermiş’in “Hayat Böyle Bir Şey”i geleneksel edebiyattan
sosyal edebiyata geçişin kitabı olarak hem iyi bir anlatı hem de bir
edebiyatçının twitter fenımeni olarak yazdıklarının toplamı olarak farklı okur
kesimlerine seslenecek, farklı tatlar verecek nitelikte bir kitap. Bakalım
hangi yandan olumlu tepki alacak.
09.04.2015
Yorumlar