Mahir Ünsal Eriş ilk romanı “Dünya Bu Kadar”da hikayeleri
“birbirine teyelleyerek” 21. yüzyılın ilk on yılından insan manzaralarını
anlatıyor.
“Dünya Bu Kadar”ın bir hikayeler bütünü olduğunu iddia
etseniz yanılmazsınız. İlk bakışta bir zafiyet olarak düşünebilirsiniz ya da
öykücülüğü ağır bastığından ortaya böyle bir roman çıkmış diyebilirsiniz. Ne de
olsa Mahir Ünsal Eriş iki yıl içinde yayımlanan iki öykü kitabından sonra bir
“roman”la çıkıyor okur karşısına. Zaten editörü de bu kanıdaki kitabın arka
kapağındaki tanıtım yazısını “Dünya Bu Kadar, çarpa çarpa geceye ışıl ışıl
hikâyeler bırakıyor. Yeni roman, işte gökyüzü...” diye tamamlamış.
Eski bir iddiadır, roman türünün ortaya çıkışında ortaya
atılmış bir iddia. Roman için uzun ya da uzatılmış hikaye ya da hikayelerden
oluşmuş bir tür denir. Her iki düşünce de doğrudur aynı zamanda da yanlıştır.
Sonuçta roman kendine özgü yapısı ve kuralları olan bir tür. Kısaca “Gerçek ya da kurmaca bir olayı; yere, zamana ve kişilere bağlayarak
uzun soluklu anlatan eser” olarak tanımlanıyor roman. Ama bu tanımı “uzun
soluklu” kısmı hariç hikaye için de kullanabiliriz, zaten başlangıçta “Latince
ile yazılan ilk destan ve halk öykülerine” roman denmiş.
“Bir ikindi kahvaltısı yapacaklardı. Güneş
gelmedi.” diye başlıyor “Dünya Bu Kadar” (2015, İletişim yay.). Güneş’in
kimliğini, neden bu geç kahvaltıya her zamankinin aksine katılmadığını anlamaya
çalışırken hikayeler birbirine bağlanıyor. Eray Ak’ın yazısında belirttiği
gibi; “Güneş'in anne babası Turan Bey ve Mükerrem Hanım'dan Kore Savaşı
yıllarına, Hasan Fehmi Bey'e; bir devrin meşhur furyası evlere ansiklopedi
satan Korhan'la Fevziye'den bu ansiklopedileri basan Nuri'ye; Kaymakam Bey'in
kızı Yeliz'den Şelhum Asteğmen'e, Figen'e, İhsan'a, Sadun Bey'e ve onlar
paralelinde hikâyenin gidişatına dahil olan daha pek çok kahramana sahne
açıyor.” Onlarca kahramanın yaşam öykülerini ya da yaşamlarını belirleyen
olayların hikayelerini birbirine bağlanarak okuyoruz. Hepsinin bir şekilde
birbiri ile bir bağı var ve sonuçta tek bir olaya bağlanıyor. Mahir Ünsal
Eriş’in mahareti de burada, tempoyu hiç düşürmeden, dikkati dağıtmadan öyküleri
birbirine bağlayıp sonuca, o tek olaya varıyor. Bu olay düşünüldüğü gibi
Güneş’in ikindi kahvaltısına gelmemesi ile de ilintili ama o değil. Kitabın
arka kapağına meraklandıracak şekilde alıntılanan Turan Bey, Fikret, İbrahim
Hilmi ve Koço’nun bir geceyarısı dağ başındaki bir meyve bahçesinde ellerinde
kazma kürekle jandarma tarafından yakalanmasına bağlanıyor tüm hikayeler.
“Dünya Bu Kadar” adını ve anafikrini Ah Muhsin Ünlü’nün
“burası dünya ya hu, / burası bu kadar işte!” dizelerinden almış. Kitap
hakkında yazılan bir yazıda belirtildiği gibi kullanılan teknik Ayfer Tunç’un “Bir
Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi”ni (Şubat 2009, Can yay.)
çağrıştırıyor. Ayfer Tunç romanda kısa kısa öykülerle "Mekân ve zaman
sınırı tanımayan, bir ucu 19. Yüzyılda, bir ucu günümüzde, yazınsal bir Türkiye
panaroması" oluşturuyordu. Mahir Ünsal Eriş de girişte söylediğim gibi 21.
yüzyılın ilk on yılından insan manzaralarını anlatıyor. Her iki romanı da
öncülleri Nâzım Hikmet’in “Memleketimden İnsan Manzaraları”na saygı
duruşu ya da selamlama olarak nitelendirebiliriz.
Mahir Ünsal Eriş Ah Muhsin Ünlü’nün dizesinde olduğu gibi
önce “burası dünya ya hu” diyor ve Türkiye’nin 2000’li yıllarından insan
manzaraları anlatıyor sonra da “burası bu kadar işte!” dizesinde ifade edilecek
biçimde her şeyin birbirine bir şekilde bağlandığını en azından teyellendiğini
gösteriyor. Dibini iyi kazarsanız Türkiye’de yaşayan herkesin birbiri ile bir
şekilde uzaktan ya da yakından ilintisi vardır, diyor.
İster roman diye tanımlayın ister ustaca birbirine bağlanmış
hikayeler bütünü “Dünya Bu Kadar”
günümüz Türkiyesi’ni ironik, mizahi bir dille ama abartmadan anlatan,
gerçekçi bir anlayışta, keyifle, merakla okunan bir eser.
14.05.2015
Yorumlar