Filiz Özdem “Aşk Meçhule Yürür”de "Hatırladıkların
kadar mısın, unutmadıkların kadar mı?" sorusuna cevap veriyor.
“Aşk Meçhule Yürür”ün kahramanı Mercan’ın ağzından anların,
anımsamaların, anı parçalarının bileşiminden oluşan bir anlatı okuyoruz.
Kitabın başındaki içindekiler bölümüne baktığınızda bir öykü kitabı
okuyacağınızı düşünüyorsunuz. Birle beş sayfa arasında değişen her birinin
birer başlığı olan parçalar. Tam da Mercan’ın anlatımına denk düşen bir yapı.
Uzun bir gecede dertleşir gibi anlatıyor. O parçalı hal, ileri ve geri
gidişler, yanlış anlamalar, anlatmalar, bilahare düzeltmeler ya da (belki)
tekrar çarpıtmalar bu tür anlatıma çok uygun. “Süssüz, pırıltısız, dümdüz,
doğrudan, gündelik kelimelerle art arda dizi”yor yaşadıklarını.
“Mürekkep Ölümler” adlı ilk bölümde Mercan öyküsünü
anlatıyor. Müthiş bir acılar silsilesi. Ölümler ölümlere ekleniyor. Ard arda en
yakındakiler ölüyor, öldürülüyor ya da ölümü seçiyor, ölüme atlıyor. Faili
meçhuller, kayıplar, ölümler, ayrılıklar, kötülükler birbirine ekleniyor.
Oysa bir de öncesi varmış. Mercan’ın kendi yaşamında şahit
olmak durumunda kaldıkları yanında bir de öğrenmesi, sindirmesi ve mutlaka
yüzleşmesi gereken bir geçmişi var. Annesi, teyzesi saklamış, anlatmamış, belki
o da kendisine değişik gelen isimli teyzesinin izini sürmese bu gizlenen
geçmişi öğrenemeyecek.
TDK Sözlüğü mühtedi’nin
karşılığı olarak “dönme” sıfatını uygun görmüş. Başka da bir şey eklememiş.
Daha nazik sözlük yazarları mühtediyi “başka bir dinden
İslâmiyete geçen” olarak tanımlıyor. Ermeni Tehciri sırasında birçok Ermeni
kadın sürülmekten, öldürülmekten mühtedi olarak, müslümanlarla evlendirilerek
ya da müslüman ailelerce evlat edinilerek kurtulmuş. Seta Teyze, Mercan’ın
anneannesinin bu müslümanlaştırılmış kadınlardan olduğunu söylemekle kalmıyor
tehcirin kırıma dönüşmesinde yaşananlardan acı öyküler de anlatıyor.
Ailenin o güne dek sır olarak kalmış acıları
Mercan’ın bizzat yaşadığı, şahit olduğu acılara ekleniyor. Bir süre
sonra bu kadın bu kadar acıya nasıl dayanmış diye merak ediyorsunuz. İçinde
biriktirerek mi yoksa bu kitapta olduğu gibi anlatarak mı? Her iki halde de pek
mümkün görünmüyor bu kadar çok acıya dayanmak.
“Son Dördün” adlı ikinci bölüm “Doğru değil.
Aslında tam olarak bunlar olmadı” cümleleri ile başlıyor. “Deniz çekildiği
zaman, nasıl ki kumsalda görmediğimiz bir sürü şey açığa çıkarsa, hayat
çekildiği zaman da hayat başka türlü görünebilir insana” diye devam ediyor ve Mercan
yeni baştan anlatmaya karar veriyor. İlk bölümde 90 sayfada anlattıklarını 30
sayfada bir başka açıdan anlatıyor ya da açıklıyor. Bu anlatımla birlikte ilk
bölümde anlatılanların karanlıkta kalmış, es geçilmiş yerleri gözönüne
serilirken Mercan’ın öyküsü de farklı bir anlam kazanıyor. Mercan’ın bu
ölümlere nasıl dayandığı da anlaşılıyor. İlk bölüme tekrar bakmak gereği
duyuyorsunuz.
Gerçeğin göreceliliği, bakış açısına, konuma
ve zamana göre değişkenliği gibi tartışmalara girmek mümkün. Filiz Özdem de
açık, içten anlatımını şiirsel bir dille dengelerken aslında yaşamı sorgulayan
felsefi bir tartışmaya da giriyor ama bu tartışma olaylarla, öykülerle,
anlarla, anılarla yapıldığı için göze ve dile batmıyor, rahatsız etmiyor.
Aksine entelektüel bir kadının kendiyle, geçmişiyle hesaplaşmasında bu yaklaşımı
doğal buluyorsunuz.,
Filiz Özdem’in “Aşk Meçhule Yürür”ü (Mayıs 2015, Yapı Kredi
yay.) giriş gelişme sonuç düzeninde kronolojik anlatımlarla gelişen romanlar
bolluğunda tavrından taviz vermeden, kendine has dil ve anlatımla, az ve öz
sözle ve tabii az sayfada edebi tadı vererek çok şey anlatılabileceğini
örnekleyen bir anlatı.
Yorumlar