“Ben yabancı olandım, Mısır’ın İskenderiye şehrinden gelen
ve sürekli şaşkın bir halde bu tuhaf Yeni Dünya’ya ait olabilmek için can atan
gençtim” diye anlatmaya başlıyor Harvard Meydanı’nın kahramanı.
Yıl 1977. Temmuz ayının sonu. Harvard’da yüksek lisans
öğrenimini tamamlamış ama yeterlilik sınavlarını verememiş Mısır kökenli bir
Yahudi genç romanın kahramanı. Ocak ayında yapılacak ve son şansı olan sınav
için yüksek lisans konusu olan 17. Yüzyıl İngiliz Edebiyatı çalışıyor. Bir
yandan da geçinmek için Harvard Üniversitesi Kütüphanelerinin birinde saat
ücreti ile çalışıyor, Fransızca dersleri veriyor ve çok az bir geliri var. Ay
sonlarında karnını doyuracak parası kalmıyor. Bu sıkıntılı ve yalnız günlerde iyice
bunalmış, sınavı veremezse buralarda kalamayacağını düşünmeye başlamıştır.
Amerikayı terk edip Akdeniz’e, Ortadoğu’ya dönme duygusu ile doludur.
“Onlardan biri değildim, sistemin içinde değildim, hiç
olmamıştım. Burası benim gerçek evim değildi, asla olamazdı. Bunlar benim
insanlarım değildi, asla olmayacaklardı. Burası doğduğum yer değildi, ben bile
kendim değildim, olamazdım” diyerek vatanına dönme isteğini dillendiriyor ama
aslında dönebileceği bir yer yok. Vatanım dediği Mısır’a dönebilmesinin olanağı
olmadığını bilmektedir. Bir Yahudi olarak orada yaşama şansı yoktur. Ailesinin
başına gelenleri, varlıklı bir aileyken yoksullaştırılmalarını düşündüğünde
Mısır’a dönemeyeceği ortadadır ama Mısır olmasa da Doğu Akdeniz’de bir yere
gitmek istemektedir. Gidemediğini, ABD’de kalıp ailesini kurduğunu ve
nihayetinde yıllar sonra üniversite çağındaki oğlunu belki beğenir kaydolur
diye alıp Harvard’a getirdiğini romanın öndeyişinden biliyoruz.
Harvard Meydanı’nın (Haziran 2015, çev. Ziya Celayiroğlu,
Yapı Kredi yay.) kahramanının yaşamını bir kafe ve orada tanıdığı Tunuslu bir
taksi şoförü değiştirecektir.
Massachusetts'te Cambridge’ki Kafe Algers Fransızca şarkıları, Türk
kahvesi ve duvarındaki posteri ile kendini “evinde”, vatanında hissettiği terk
yerdir. Harvard’dan, ders çalışmaktan ve en önemlisi yalnızlıktan bunaldığında
oraya gider. Kafe’de çalışanlarla, müşterileriyle anadili saydığı Fransızca
konuşma olanağı bulur. Kendi kültüründen insanlarla birlikte bulununca
rahatlar.
Yazın boğucu ve sıcak günlerinden birinde Kafe Algers’te
Tunuslu taksi şoförü "Kalaş" ile tanışır. Tunuslu taksi şoförü
“Kalaş” lakabını makineli tüfek gibi hızlı konuşması ve hemen her konuda
muhatabını “zehir, intikam ve kezzap” dolu cümlelerle susturması nedeniyle
almıştır. “Kalaşnikof” lakabı zamanla kısaltılarak “Kalaş” halini almıştır. En
büyük hedefi de “Beyaz Amerikalılar”dır. “Pis Yankiler” diye söz ettiği
Amerikalıların her şeyin en aşırısını, en dandiğini sevdiğini, yapay şeylere
meraklı olduklarını, normalden iki kat pahalı ve büyük şeyleri aldıklarını
söyler. Yemeklerinin de evlerinin de gereğinden çok büyük olduğunu Mağripli
aksanıyla ve bol küfürle anlatırken ona kulak misafiri olmuştur kahramanımız.
Aslında bu Kalaş’ın hemen her gün yaptığı gösterilerden
biridir. Kalaş karşısındaki ile tartışmak ya da onu ikna etmek için konuşmaz,
kafede bulunan diğer insanların kendisini merak etmesi için konuşur. Esas
hedefi ise kadınlardır. Kafenin neresinde oturursa otursunlar onların ne
yaptığının, nasıl davrandığının farkındadır ve sözlerinin, davranışlarının
etkisini onları görmese bile ölçebilmektedir.
Her şeyiyle anlatıcı kahramanın tam tersidir. Çok sosyal ve
girişken biridir. Herkesle, özellikle kadınlarla hemen arkadaş olabilmektedir.
Kadınların adeta ruhunu okumakta, ne istediklerini, düşündüklerini bilebilmekte,
bu nedenle çok hızlı bir biçimde ilişkiye girebilmektedir. Anlatıcıya
kadınlarla ilişki konusunda bir kılavuz olacaktır.
Kalaş’ın kılavuzluğunda farklı bir dünyaya girer. Kafe
Algers’de tanışılan kadınlarla birlikte gidilen yemekler, ev partileri,
piknikler ona hiç tanımadığı bir dünyanın kapılarını açar. Sık sık değişen
kadın arkadaşlarla birlikte nerede akşam orada sabah diye tanımlanabilecek bir
biçimde yaşarlar. Kısa süreli aşklar da olur.
Kalaş’ın hızla ilişki kurmasını izlemesi ve onun öğütleri
anlatıcıya rehber olur ve kadınlarla kolayca arkadaş olup ilişki kurmaya
başlar. Bu ilişkilerde sorun geçici olmalarıdır. Çünkü Kalaş’ın başta
kadınlarla olmak üzere insanlarla dostluğunu, ilişkisini sürdürme sorunu
vardır. Kırıcı, yıkıcı, kaba yanları süreç içinde ortaya çıkar ve insanlar
ondan uzaklaşır. Anlatıcı Kalaş’ın tavırlarından neyin yapılması gerektiği
kadar yapılmaması gerektiğini de öğrenir.
Anlatıcının mavi kart derdi yoktur, yani isterse ABD’de
kalıcı olabilir ama gitme arzusu ile doludur. Kalaş ise henüz altı aydır ABD’de
olmasına rağmen yerleşmeye başlamıştır. Tüm serveti ile aldığı taksi ile
anlatıcıya göre çok daha iyi bir geliri vardır.
Beyaz Amerikalılar'a lakabını aldığı Kalaşnikof tüfeği gibi ateş
püskürse de Kalaş’ın en büyük hedefi mavi kart almaya hak kazanarak ABD’de iyice
kalıcı olmak ve işini geliştirmektir. Kalaş’ın anlattıkları ve onunla birlikte
yaşadıkları anlatıcı için öğretici olacak ve “Amerika'da yerleşik yabancı olmak”
konusundaki kararını etkileyecektir.
Anlatıcı Kalaş’la ilişkisinde bir ikilem içinde kalır. Kafe
Algers’le birlikte değerlendirildiğinde Kalaş onun yurt özleminin,
nostaljisinin simgesidir. Onunla birlikteyken kendini ruhen iyi hisseder.
Yalnızlığından sıkıntılarından kurtulur ama Kafe Algers’de günlerini geçirir ve
Kalaş’la arkadaşlığını sürdürürse Amerika’ya uyum sağlayamayacak, kendini oralı
hissedemeyecektir. Oysa o bir taksi şoförü değildir. Harvard’da okumaktadır ve
sınavını verirse bir akademisyen olup istediği işi yaparak iyi koşullarda
yaşamını sürüdürebilecektir. Kalaş sayesinde artık kadınlarla arkadaş
olabildiğine göre bir Amerikalı kadınla evlenip iyice yerlileşme,
Amerikalılaşması da mümkündür.
Anlatıcının Kalaş’la arkadaşlığı adeta bir zıtların birliği
gibidir. Anlatıcı Mısırlı bir Yahudi’dir, Kalaş Tunuslu Arap bir Müslüman.
Anlatıcı Harvard’da okuyan bir akademisyen adaydır Kalaş çalışma izini bile
olmayan bir taksi şoförü. Bu kültürel farkların yanında anlatıcının sessiz
sakin, içine kapanık biri olmasına karşılık Kalaş gürültücü, dışa dönük
biridir. Zıtların birliğini uzun süre sürdürmek mümkün değildir. Anlatıcı da
bir süre sonra Kalaş’ın tavırlarından rahatsız olmaya, sonra da olabildiğince
az zaman geçirmeye çalışır.
Romanın yazarı André Aciman ile anlatıcısı arasında büyük
benzerlikler olduğu görülüyor. André Aciman “Amerikalı biyografi yazarı,
denemeci, romancı” olarak tanıtılıyor ve kahramanı gibi on yedinci yüzyıl
edebiyatı uzmanı. 1951’de Mısır’ın İskenderiye şehrinde doğmuş. Mısırlı Yahudi
bir ailenin çocuğu. Mısır’da Fransızca konuşulan bir evde büyümüş. Aile üyeleri
İtalyanca, Yunanca, Ladino, Türkçe ve Arapça da konuşuyorlarmış. Aciman’ın
eğitim dili ise İngilizce olmuş. 1965’de İtalya’ya, 1968’de New York’a
taşınmışlar. Karşılaştırmalı Edebiyat dalındaki doktorasını Harvard
Üniversitesi’nde tamamlamış. Marcel Proust üzerine çalışmaları ile biliniyor.
“Harvard Meydanı”nı bu biyografi ile bağlantılı okumak
mümkün olduğu gibi farklı biçimlerde de okumak olası. Romanın temel sorunu
göçmenlik, yeni bir ülkede yeni bir kimlikle varolmak olsa da anlatıcı ile
Kalaş’ın ilişkisi arkadaşlık üzerine düşünmeyi de gerektiriyor. Üniversitede
akademik yaşam, gençlik çağı kadın erkek ilişkileri üzerinde de durulabilir. Sonuç
olarak bir romanda aranan da böyle çok boyutlu olması olsa gerek.
André Aciman iyi bir yazar, iyi bir anlatıcı. “Harvard
Meydanı” da klasik bir yapısına, “öndeyiş”, “son deyiş” gibi romanı izah edici ve
bana göre gereksiz bölümlerine rağmen iyi, sürükleyici bir roman.
16.07.15
Yorumlar