İkircikli Biricik



İlhami Algör az ve öz yazma konusunda uzmanlaşmış bir yazar. Kısa novellalar yazıyor. “Albayım Beni Nezahat ile Evlendir”, sinemaya da uyarlanan “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku” gibi kısa ve etkileyici novellaları ile tanımıştık. Kendine has dostane bir anlatımı var Algör’ün. Sanki yaşadıklarından demlendirdiklerini anlatıyormuş gibi rahat. İroninin hasını sakince yapabilecek kadar yaşamla barışık. Kendi kendine sivri oklar fırlatacak kadar görmüş geçirmiş bir bakışa sahip. Onun yazdıklarını okurken yakın bir arkadaşınızla sohbet ediyormuş duygusuna kapılıyorsunuz. Zaten anlatımı da öyle, arkadaşına anlatır gibi. Doğrusal değil, fazla ayrıntıya da girebiliyor, işine gelmeyen ya da sizi ilgilendirmeyeceğini düşündüğü şeyleri de kısaca geçebiliyor. Mahir Ünsal Eriş “Dağınık görünen bir bilinç akışı” diye tanımlamış. Üslubunu benimseyenler sürekli okuru oluyor, yeni kitaplarını bekliyor.  
“İkircikli Biricik”de (2015, İletişim yay.) orta yaşlı, yalnız bir adamın aylak günleri anlatılıyor. Beyoğlu’nda, Galatasaray’da İstiklâl Caddesi’ne açılan sokaklardan birinde yaşıyor. Sevgilisinden ayrılmış, yalnız. Yeni bir ilişki olabilir mi, diye etrafı kolluyor ama ısrarlı bir arayışı da yok. Yalnızlığı daha çok tercih ediyor gibi. Yaşamındaki tek rutin Kadıköy yakasında yaşayan annesine yaptığı ziyaretler. Yapacak bir işi yok, kendince bir düzen uydurmuş, pek fazla insanla ilişkiye girmeden günlerini geçiriyor. Günü tüketmeye yarayacak merakları var. İnsanlığı temsilen uzaya gönderilecekler listesi yapıyor, boş kağıtlara uzun uzun bakıyor, satın aldığı boş mezar taşına ne yazdırabileceğini düşünüyor, üç bacaklı kedisi ile vakit geçiriyor, 42 Numara Tirebolu çayı demliyor. Akşamdan akşama da çilingir sofrasını kuruyor. İlgi duyduğu bir kadının elinde gördüğü “İkircikli Biricik” adlı kitabı merak edip izini sürerek günlerini geçirebiliyor. O “Beyhude İşlerin Pir’i”
Bu haliyle Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ının 2010’lu yıllardaki bir benzeri diyebiliriz. O da bir flanör. Yürüyen bir düşünce. Başka bir deyişle yürürken düşünen, kendiyle tartışan bir adam. Aylak Adam’ınkine benzer bir yaşam sürüyor ama Aylak Adam değil, kendine has bir kişilik. Ama Aylak Adam gibi o da hayatın içindeki “saçma”nın farkında, onları bilerek ve o saçmaya rağmen yaşaması gerektiği bilgisini içselleştirimiş. Sayfalar ilerledikçe kahramanımızın attığı tiradların satır aralarından kişi olarak farklılıkları fark ediliyor. Kendiyle, insan ilişkileriyle olduğu kadar yaşanan değişimle de, temel felsefi meselelerle de, aile kurumu ile de, dostluk, arkadaşlık ve tabii aşk kavramları ile de dertleri var. Örneğin İstanbul’un eski halini, çocukluğunun geçtiği mahalleyi özlüyor. Bunların altını çizmiyor ama okurun kafasına takılmasını, düşünüp, kendince tartışmasını sağlayacak ipuçları veriyor.
İlhami Algör’ün erkek kahramanlarında bir Sadri Alışık havası sezerim. Sadri Alışık’ın “Ah Güzel İstanbul” gibi filmlerde etkileyici olarak canlandırdığı karekterlerde görmüş geçirmiş, yaşadıklarını sindirmiş ve onlardan bir yaşam felsefesine varmış, az ve özle yetinerek, ancak gerektiğinde söz alarak ya da müdahale ederek, “azıcık aşım, dertsiz başım” diyerek yaşayan tipler yaratır. “İkircikli Biricik”in kahramınının da böyle bir havası var. İsyan edecek hale geldi mi iç sesiyle dertleşiyor, kendi kendine uzun tiradlar atıyor.
“İkircikli Biricik”in belli bir konusu, doğrusal bir anlatımı yok. Eray Ak’ın belirttiği gibi kahramanının zihin karışıklığını yansıtan bir anlatımı var. “Dağınık görünen bir bilinç akışı” tanımlaması da burada yerine oturuyor. İlk sayfalarda yoğunlaşan dağınıklığı sabredip aşabilirseniz anlatı sizi sarıp sarmalıyor, kasıtlı yapıldığı belli olan tekrarlara alışıp, hatta gülümseyip, hızla, tad alarak oluyorsunuz. 
13.08.2015

Yorumlar