Suikast Bürosu



Jack London “Suikast Bürosu”nda sadece hak eden insanları öldüren bir profesyonel katiller örgütünü anlatırken ahlak kuralları, etik değerler, suç ve ceza kavramları üzerine derin tartışmalara giriyor.
“Suikast Bürosu” aslında yarım kalmış bir roman. Jack London 1910’da romanlaştıracak konu bulamadığından olsa gerek Sinclair Lewis’ten yetmiş dolara 14 hikâye taslağı satın almış. “Suikast Bürosu”nun konusu da bu taslaklar arasında yer alıyormuş.  London bu taslaktan yola çıkarak romanı yazmaya başlamış. 20 bin sözcük yazdıktan sonra da mantıklı bir son bulamadığını öne sürerek romanı yarım bırakmış. 
Türkçede de kitapları yayımlanmış olan cinayet romanları yazarı Robert L. Fish’in tamamladığı roman 1963’de yayımlanmış. Yani yarısı Jack London’ın yarısı Robert L. Fish’in olan bir roman “Suikast Bürosu” (Haziran 2015, çev. Ahmet Bora Pekiner, Can yay.). Kitapta London’ın yazdığı “Kitabın Tamamlanması İçin Notlar” ve Jack London’ın karısı “Charmian London’ın Kitabın Sonu İçin Tasarladığı Taslak” eki de yer alıyor. Robert L. Fish romanın konusunu mantıklı bir sona ulaştırırken London’ın anlatım özelliklerine de sadık kalmaya çalışmış. Romanın içinde yazarın hangi noktada değiştiği belirtilmemiş, sadece sonunda şu cümleden sonrasını Robert L. Fish yazdı diye bir ibare var. Yani yazar uslûp farkının okur tarafından fark edilemeyeceği konusunda iddialı ama dikkatli okur kitabın sonundaki açıklamayı okumadan da uslûp farkını hissedecektir. Çünkü London daha çok diyaloga dayalı bir anlatım geliştiriyor hemen hiç tasvir yapmıyor oysa Fish birazcık daha anlatımcı. Ama metinlerin yazılması arasında yeklaşık 50 yıl olmasına rağmen iki yazarın anlatımları arasında büyük bir fark yok. 
“Hak edeni öldürmek” özellikle siyasi amaçlarla işlenen cinayetlerde en çok kullanılan savlardan biri. Hak edeni öldürdüklerinde aslında mevcut devletin bir takım zaaflarından dolayı veremediği ya da yeterince vermediği cezayı onlar vermiş oluyor. Bir anlamda devletin, hukukun yerine kendilerini koyuyorlar. İnsanlara işkence eden, zulmeden, yolsuzluk yapan, yasaları kalkan edinerek kötülük yapan ya da halkı soyanlar hak ettiği düşünülerek öldürülüyor. Aklıma Yunanistan’ın 17 Kasım örgütü geliyor örneğin. Bizde de bu tip cinayetler işleniyor ve çoğunun da faili bulunamıyor. Bu tip cinayetlerin ya siyasi nitelikli gizli örgütlerce ya da devletin içindeki derin yapılanmalarca işlendiği düşünülüyor.
Jack London’ın “Suikast Bürosu”nda da bu tip bir örgütlenme var. Dragomiloff  örgütünü kendince çok sağlam ahlaki değerler üzerine kurmuş. Örgüt tamamen gizlilik içinde çalışıyor. Dragomiloff  bile örgüt üyelerinin tamamını tanımıyor. Çeşitli ABD eyaletlerinde hücre yapılanmaları olarak kurulmuşlar. Örgüt üyeleri normal yaşamlarında akademisyen, bilim adamı, yazar ya da iş adamı. Başvuru üzerine cinayet işliyorlar. İlk şart öldürülecek kişinin hak etmiş olması. O kişi bir kral da olabilir, tüccar da, sanatçı da ya da sıradan biri de önemli olan öldürülmeyi hak etmiş olduğuna ikna olmaları. Buna da sadece başvuruyu değerlendirerek değil uzun araştırmalarla karar veriyorlar. Ölüm kararını verdikten sonra da işi veren vazgeçse bile onlar cinayeti işliyor.
Bir gün bir genç adam Dragomiloff ‘la örgütü ve etik değerlerini tartışıyor ve sonunda eğer geçerli bir neden gösterebilirse ve istenen ücreti ödeyebilirse Dragomiloff ‘un kendisini bile örgütün öldürebileceğini öğreniyor. Çok zeki ve varlıklı bir genç olan Winter Hall uzun tartışmalardan sonra Dragomiloff ‘u ikna ediyor. Dragomiloff bir yıl içinde kendi ekibi tarafından öldürülecektir.
Dragomiloff bu işi kabul ederek hem örgütün kurallarına ne kadar bağlı olduğunu hem de kendini sınayacaktır. Dragomiloff bir yıllık sürede örgütün kendisini bulup öldüremeyeceği inancındadır.
Dragomiloff da örgüt üyeleri de işledikleri cinayetler nedeniyle o güne dek hiç yakalanmamışlardır. Bunu nedeni örgütün yapılanış tarzı, gizlilik kurallarına tam olarak uyulması olduğu kadar, örgüt üyelerinin olağanüstü zekaları ve becerileri sayesindedir.
Jack London bu konunun yetmeyeceğini düşünmüş olmalı ki işi heyecanlandırmak için Dragomiloff’u Winter Hall’un nişanlısı Grunya’nın dayısı yapmış. Ivan Dragomiloff aslında Sergius Constantine adlı bir Rus ihracatçısıdır. Tanışmak amacıyla sevgilisinin dayısına giden Hall, Dragomiloff ile Constantine’in aynı kişiler olduğunu anlayacaktır. Ama bu durumu hiçbir şeyden haberi olmayan ve dayısını entelektüel bir işadamı zanneden Grunya’ya fark ettirmemesi gereklidir.
“Suikast Bürosu” Dragomiloff’un neden böyle bir örgüt kurduğunu anlattığı ilk bölümlerde Dünya’nın düzenini ve 1900’lü yılların başlarında Dünya’da yaşanan gelişmeleri de değerlendiren uzun diyaloglarla gelişiyor. Romanın da bu tartışmalar ekseninde gelişeceğini düşünüyorsunuz. Winter Hall teklifini yaptığında ise diyalog ve tartışmalar ahlak ve etik gibi kavramlardan başlayıp adalet, suç, ceza, cezanın adilliği, cezanın kimin tarafından verilmesi gerektiği, cezasızlık gibi kavramlara kayıyor. Öyle ki “Suikast Bürosu”nun varlığının ve eylemlerinin bu tartışmaları yapabilmek için vesile edildiğini düşünmeye başlıyorsunuz. Olay geri plana kayıyor.
Daha sonra örgütün üyelerinin kendi liderlerini öldürmeyi kabul etmeleri aşamasına geliyoruz ki bu da onların önce Dragomiloff’un öldürülmeyi hak edip etmediğini tartışmalarını gerektiriyor. Dragomiloff’un öldürülmesi demek örgütün kendi kendini bitirmesi demek. Çünkü Dragomiloff’un zekasının, gücünün farkındalar ve bunun kolay olmayacağını biliyorlar. Örgütün birçok önemli üyesi Dragomiloff’u öldürmeye çalışırken can verecektir. Etik kurallar mı daha önemlidir yoksa örgütün varlığını sürdürmek mi diye bir tartışma başlıyor. Kurallara göre iş kabul edilmişse vazgeçilemez ve sonuçlandırılmalıdır. Ama örgütün varlığını sürdürebilmesi için de Dragomiloff’un yaşaması gerekmektedir.
Dragomiloff çoktan harekete geçmiş, örgütün tartışmaya boğulup zamanı tüketeceğiini düşündüğü için de en iyi savunma saldırıdır diye örgüt üyelerine saldırmaya başlamıştır. Artık örgüt üyeleri hayatta kalmak için Dragomiloff’u öldürmek zorundadır.
Jack London’un romanı tamamlayamamasının nedeni de sanırım felsefi tartışmalarla konuyu farklı bir eksene oturttuktan sonra bir macera romanı yapısına döndürmesi, bir kaçma kovalama öyküsü haline getirmek istemiş olması olabilir. Kitabın arka kapağında “"London'ın romanı tamamlamadan bırakmasının nedeni, belki de anlatısının ABD imparatorluğunun yöntemleriyle suç ortaklığı içinde olmasından dolayı gittikçe içine saplandığı duygusal ikilemden kaynaklanır” deniyor. Romandaki eksen kaymasını başka türlü açıklamak mümkün görünmüyor. İkinci bölümü yazan Robert L. Fish de pek mümkün görünmediğinden olsa gerek eseri gerçek eksenine döndürmek yerine heyecanlı bir çok maceranın yer aldığı, cinayetlerin birbirini izlediği bir roman haline getirmiş. Sonuç olarak ortaya çıkan eseri pek başarılı bulmadığımı belirtmeliyim. “Suikast Bürosu” Dünya’da ilgi görmüş, Türkçeye de birçok kez çevrilmiş ama bir “Vahşetin Çağrısı” ya da “Demir Ökçe” değil. Bir klasik okuyorum havasına girmeden, 1910’larda yazıldığını akıldan çıkartmadan hem tartışmaya açtığı felsefi ve ahlaki konular açısından değerlendirilebilecek hem de bu konuları hiç dikkate almadan bir polisiye macera romanı olarak okunabilecek bir Jack London romanı.

Yorumlar