Kurbağa Güncesi



Günter Grass “Kurbağa Güncesi”nde iki yaşlı dulun aşk öyküsünü anlatırken 90’lı yıllarda Avrupa’daki dönüşümü, Doğu Avrupa’nın kapitalistleşmesi sırasında yaşananları ve tabii “yükselen yeni değerler”i ironik bir dille kıyasıya eleştiriyor.
Polonyalı dul gotik melek uzmanı Bayan Piatkowska ile Alman dul sanat tarihçisi Bay Reschke bir mezarlık yolunda karşılaşır. İlişkilerinin geleceğini de yine mezarlıklar belirleyecektir.
Daha ilk karşılaşmalarında, birbirlerine ettikleri cümlelerde araya iklim değişikliği, Çernobil Felaketi, zloti’nin Alman markı karşısında aşırı değer kaybı girecektir. “Kurbağa Güncesi” (Temmuz 2015, çev. Fatih Özgüven, Everest yay.) güncelle sıkı bağları olan bir roman. Berlin Duvarı’nın yıkılışından iki gün önce tanışıyorlar. Tüm Avrupa olaylara gebe, Körfez Krizi de ufukta. Güncelde de kalmıyor 90’ların ilk yıllarından geriye doğru tarihsel bir açılım da yapıyor roman. Yaşamlarının sonbaharındaki bir çiftin aşk öykülerini okuyacağım derken Avrupa’nın yakın tarihinin ayrıntılarına dalıyorsunuz. Günter Grass usta bir romancı olarak okuru bir aşk öyküsü ile anlatısına bağlayıp esas konusuna yoğunlaşıyor.
90’lı yılların başında birçok Doğu Avrupa ülkesi gibi Polonya da “sosyalist” düzenden vazgeçip kapitalistleşmeye karar vermiştir. Ama bu dönüşümün kolay olmayacağı bellidir.  Kapitalistleşeceğim derken sömürgeleşmek de mümkündür. Ülkenin kendi kendini yönetecek demokratik gelenekleri de, kapitalist dönüşümü sağlayacak tarımı ve sanayisi de yoktur. Günter Grass bu siyasi içeriği Alexander ve Alexandra’nın aşk öykülerinin içine öyle bir ustalıkla yerleştiriyor ki ne siyasi ve ekonomik değişim bu aşka fon oluyor ne de aşk öyküsü esas anlatılacakların fonu oluyor. Ama sayfalar ilerledikçe ağırlık güncel siyasi gelişmelere kayıyor ve aşk yaşamın yoğunluğu arasunda görünmezleşiyor.  
Alexander ve Alexandra’nın aşklarını pekiştirmek için ortak yapacak iş ararken “mezarlık” kurma düşüncesine hemen varmaları garip değil. Bulundukları çevre, mezarlıklar, kiliseler, tarihi eserlerle dolu.  
Alexander Reschke bir sanat tarihçisi olarak doktorasını mezar taşlarının üzerlerindeki armalar hakkında yapmış. Alexandra Piatkowska da tezhip konusunda uzman, tarihi eserlerin restorasyonu işinde çalışıyor. Mezarlar ortak konuları olabilir. Ama mezarlık işine girmelerinin nedeni yine Orta Avrupa’nın karmaşık tarihinin insanlara yaşattıkları, göçler. Avrupa’da iki Dünya Savaşı sonucunda sınırlar yeniden ve yeniden çizilince vatanlarından olmuş, kendilerini başka devletlerin sınırları içinde bulmuşlar ve anavatanlarını hep özlemişler.
Alexander Reschke Polonya kökenli bir Alman. Zaman zaman Gdanks’a gelip ailesinin izlerini arıyor, yolu mezarlıklara düşüyor ve her şeyin tahrip edildiğini, geçmişe, tarihe saygı olmadığını görüp kahroluyor. Alexandra Piatkowska Litvanya kökenli bir Polonyalı, anne babasının mezarlarını ziyaret ederken “Tabii annemle babam Wilno’daki mezarlığa gömülmek isterlerdi, burada, her şeyin yabancı olduğu burada yatmak istemezlerdi, yabancı olduğu ve yabancı kaldığı...” demesi belki de mezarlık fikrinin anahtar cümlesi oluyor.     
"Polonya-Alman Litvanya Mezarlık Şirketi"ni kurup Polonya'dan göçmüş Almanların "yurtlarında" gömülmesini sağlamaya karar veriyorlar. Bu girişimin barışa da katkı sağlayacağını düşünüyorlar. Almanya ve Polonya arasındaki tarihi düşmanlık böylelikle unutulacak.
Usta çevirmen Fatih Özgüven kurumun adını "Polonya-Alman Litvanya Mezarlık Şirketi" diye çevirmiş ama okudukça bende bu kuruluşun bir şirket değil “dernek” olduğu izlenimi doğdu. Alexander ve Alexandra şirketin patronu ya da genel müdürü olacağına sekreter olarak görev alıyorlar. Romanın sonuna doğru da bir yönetim kurulu toplantısında bu görevlerinden alınıp “Onur üyeliği”ne getiriliyorlar. Yani icracı bir görevden pasif bir göreve alınıyorlar ki bu durum ancak bir dernekte söz konusu olabilir. Zaten İngilizceye de “Polish-German-Lithuanian Cemetery Association (PGLCA)” diye çevrilmiş yani dernek denmiş.
Bu kurumun Alman ve Polonyalılar’dan oluşan uluslararası bir yönetim kurulu var. Yönetim kurulundakiler de çeşitli kurum ya da dernekleri temsilen görev alıyorlar.
Anavatanında mezar almak fikri özellikle Almanya’da büyük ilgi görüyor. Daha mezarlık yeri belli olmadan, bürokratik engeller tam anlamıyla aşılmadan insanlar mezar yeri için sıraya giriyor. Bu aşamada Reschke’nin iyi bir hesap adamı olduğu ortaya çıkıyor. Doğru kararlar, yerinde yatırımlarla ve markın zloti’ye karşı değer kazanmaya devam etmesi ile toplanan parayı birkaç kat büyütmeyi başarıyor.
Projenin görünür hale gelmesi ile siyasi ve ekonomik sonuçlar doğmaya başlıyor. Anavatınında mezar projesi Polonya’da “Almanlar ölüleriyle ülkemizi yeniden mi işgal edecek” kuşkusu doğuruyor. Basında büyüyen tepki zamanla aşılıyor. Diğer yandan proje kapitalist anlayışın nasıl gelişip bir yatırımı dönüştürdüğünü örnekliyor. Mezarlık arsalarına yapılan yatırımın getirdiği rant, ölü yakma tesislerine, toplu mezarlara, yaşlıların ölümü anavatanlarında bekleyecekleri huzur evlerine, hastanelere ve sonunda cenaze törenine katılacakların dinleneceği golf otellerine kadar varıyor. İdealist bir amaçla çıkılan yol dev bir şirkete varıyor ve sonunda iş Almanya’dan mezar taşımaya varınca fikir babaları Alexander ve Alexandra daha fazla dayanamayacaklarını anlayıp ayrılmaya karar veriyor.
Günter Grass postmodern bir roman yazmış. Alexander gibi o da Gdansk (Danzig) kökenli bir Alman. Alexander, onlarca yıl sonra yazar okul arkadaşını bulmuş ve ona büyük bir paket halinde bu mezarlık projesi sırasında biriken belgeleri yollamıştır. Belgelerin içinde Alexander’ın günlüğü, Alexandera’yla mektuplaşmaları, fotoğraflar, ses ve görüntü kayıtları, faturalar, kısa notlar vardır. Yazar tüm bu malzemeden romanını kurar. Boşlukları kendince doldurur, yorumlar yapar, tahminlerde bulunur. Romanın bu yapısı yazarın ironik bir dil kullanmasını kolaylaştırdığı gibi eleştiriler, yorumlar yapmasını da sağlıyor. Epik bir roman halini alıyor “Kurbağa Güncesi”. Bazı eleştirmenler bu anlatımda Kurt Vonnegut havası bulmuşlar ki, ben de bu düşünceye katılıyorum. Günter Grass, Kurt Vonnegut’un ABD’ye bakışına benzer bir yaklaşımla ele alıyor Polonya’da yaşananları ve ağır eleştirilerinden romanın kahramanları dahil hiç kimse kurtulamıyor.
Okur için romanın asıl yarattığı zorluk metindeki tarihi ve siyasi bilgi yoğunluğu. Alexander ve Alexandra’nın meslekleri ve flört ederken ziyaret ettikleri kilise, mezarlık gibi mekânlar hakkında anlatılanlar tarihi eserlerin korunması, restorasyonlarda yaşananlar sorunlardan din – sanat ilişkisine varan bir bilgi yığını oluşturuyor. Öte yandan Almanya – Polonya ilişkilerinin tarihi, iki Dünya Savaşı süresince Orta ve Doğu Avrupa’da yaşananlar da bir başka bilgi kümesi. Okurken bu konularda biraz ön bilgim olsa anlatılanları daha rahat anlardım diye düşünmeden edemiyorsunuz. Tüm bunlara bir de romanın geçtiği 90’lı yıllarda yaşanan değişim ekleniyor ki bazı okurlar bu kadar fazla bigiden sıkılabilirler. Benim açımdan ise anlatılanlar öğretici olduğu gibi bazı konuları araştırma gereği de doğurdu. Yani roman yeni okumalara yöneltti.
Gnüter Grass başyapıtı “Teneke Trampet”le “Avrupa Büyülü Gerçekçiliği”nin büyük ustası sayılır. Almanca’da 1992’de yayımlanan “Kurbağa Güncesi” başyapıtlarından sayılmıyor, zaten üslup olarak da farklı bir kitap. Ben merakla, ilgiyle, yakın ve uzak tarih hakkında bilgiler edinerek okudum. Usta işi, farklı bir roman arayanlara öneririm. 
01.10.2015

Yorumlar