Aziz Sancar'ın kazandığı Nobel Kimya Ödülü sonrasında
özellikle sosyal medyada gelişen sonra klasik medyaya da yansıyan tartışmayı
kast etmiyorum. Ama onunla ilgili birkaç söz de söylemek gerek. Aziz Sancar
sonuna kadar hak edilmiş ve tüm insanlığa yarar sağlayacak bir ödül kazanmış.
Üstelik ülkesiyle övünen bir bilim adamı. Ama bu nitelikler bazılarımıza
yetmiyor. Dünyada verilmiş hiçbir ödülün hak edilerek kazanılmadığına
inandığımız için hemen altında bir Çapanoğlu arıyoruz. Hele bu ödülü bir Türk
vatandaşı kazandıysa kesinlikle bir şike olduğuna, ödül kazanan vatandaşımızın
mutlaka bir falsosu olduğuna, vatanı aleyhine çalışmış olabileceğine,
"Türk" olmadığına inanıyoruz. Çünkü bir Türk vatandaşının
uluslararası önemli bir ödülü hak ederek kazanamayacağına eminiz. Sevinmesini
bilmiyoruz, sevinecek bir durum oldu mu da sevinmemek için gerekçe arıyoruz. Bu
toplumsal bir aşağılık kompleksi midir, bilemem. Kuşkusuz toplum bilimcilerin,
toplum psikolojisi üzerine çalışanların bu tüm toplumu saran ruh haline
açıklamaları vardır. Ama Aziz Sancar'ın vatanı, milleti, ırkı ne olursa olsun
insanlığa büyük bir hizmette bulunduğu ve ödülü hak ettiği kesin. Kendisini
yürekten kutlarım. Ve ülkemizden böyle büyük bir bilim adamı çıktığı için gurur
duyuyorum.
"Nobel Ödülü'nün yarattığı tartışma"ya
gelirsek. Nobel Edebiyat Ödülü'nü (nedense "Beyaz Rusya" dediğimiz)
Belaruslu bir yazar kazandı. Svetlana Aleksiyeviç, gazetecilik eğitimi almış.
SSCB'nin dağılması döneminde yaşanan önemli olaylar hakkında yaptığı
röportajlarla, belgesel nitelikli kitapları ile tanınmış. Bu faaliyetleri
nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kalıp, 11 yıl siyasi sürgün olarak
yaşamış. En ünlü eseri II. Dünya Savaşı'nda kadınların yaşadıklarını anlattığı,
Türkçede "Nazi İşgalinde Sovyet Kadınlar" adıyla yayımlanan kitabı.
Kitap 2 milyon satmış, birçok dile çevrilmiş. Aleksiyeviç'in Sovyet-Afgan Savaşı,
Çernobil Faciası gibi konularda da kitapları varmış. 21 belgesel filmin de
senaryosunu yazmış. Tiyatro eserleri de var.
Ödülün adı "Nobel Edebiyat Ödülü" olduğuna göre
Svetlana Aleksiyeviç'in eserlerinde "edebiyat nerede?" diye sorulup
kuşkulu bir durum olduğu ima ediliyor. Evet, ilk bakışta Aleksiyeviç bir
gazetecidir ve kitapları da birer "röportaj"dır. Edebiyat denilince
akla "kurgu", hatta sadece “roman” geldiği için bu düz mantıkla
Aleksiyeviç'i "edebiyatçı" sayamayamayız, ona "Nobel Edebiyat
Ödülü"nün verilmiş olması yanlış, hatta şaibelidir, deniyor.
Geçtiğimiz aylarda iki büyük ustayı kaybettik. Yaşar
Kemal, roman türünün en büyük yazarlarından olmasının yanında röportajın da
büyük ustasıydı. Fikret Otyam ise esas olarak "röportajcı"ydı. Yaşar
Kemal de Fikret Otyam da sadece gördüklerini yazmakla kalmamış inceledikleri
konuları ve yerleri görünenin ötesinde kavramış ve edebiyat diliyle
anlatmıştır. Onların röportajları edebi nitelikleriyle onlarca yıldan bugüne
kalmıştır ve ilk yayınlandıkları günkü tadla okunurlar. Bir gazete yazısı gibi
geçici değil bir edebiyat eseri olarak kalıcıdırlar.
Svetlana Aleksiyeviç'in kitaplarını da bu gözle okumak
gerekiyor. Zaten ödül gerekçesinde de bu niteliği vurgulanıyor. Aleksiyeviç'in
ödülü aynı zamanda röportajın bir edebi tür olarak taçlandırılması,
ödüllendirilmesidir.
14.10.2015
Yorumlar