Tarık Tufan ilk romanı “Şanzelize Düğün Salonu”nda annesinin
ölümü ile sarsılan, ilk aşkın heyecanı ile huzuru ve mutluluğu bulacağını sanan
genç bir adamın yaşamını belirleyecek önemli kararlar arifesinde yaşadıklarını
anlatıyor.
Roman arka kapağa da alıntılanan "Şeyh babamın
vefatından hemen sonra, yeni şeyhin kim olacağını görebilmek için rüyayı
bekleyen dervişler, rüyalarında aynı gece, aynı kişiyi görüp vaziyetin
mahiyetini anlayabilmek için sabahın erken saatlerinde kapımı çaldıklarında,
gece boyunca vücudumun her zerresine sirayet etmiş şarabın etkisinden henüz
kurtulamamıştım" cümlesi ile başlıyor. Romanın ana kahramanının bir şeyh
adayı olarak yaşadığı hayatı üniversitede Eda ile karşılaşması ile tamamen
yörüngesinden çıkıyor.
Romanın iki ana ekseni varmış gibi görünüyor bu aşamada.
Biri dervişlerin tekifini kabul edip şeyh olacak mı, ikincisi de Eda’ya duyduğu
aşkı karşılık bulabilecek mi? Ama Tarık Tufan bunlarla yetinmiyor kahramanının
kapısını bir de Şanzelize Düğün Salonunda çalışan yakın arkadaşı Rüstem’e
çaldırıyor. Rüstem’in yanında nikâh için tam imzaları atacakken damadı ve tüm
davetlileri bırakıp onunla kaçan gelin vardır. Düğün salonundan kaçıp
kahramanımızın kapısını çalmışlardır, gelinin üzerinde hâlâ gelinlik vardır ve
gelinin ve damadın aileleri ellerinde silahlar onları aramaktadır. Bir namus
cinayeti ile sonuçlanabilecek bir olay yaşanmaktadır. Kurbanlardan biri de
yardım ve yataklık ettiği için kahramanımız olacaktır.
“Şanzelize Düğün Salonu”nun (Ekim 2015, Profil yay.) ilk
sayfalarında olaylar üst üste yığılınca okur olarak bir karmaşa ile
karşılaştığımızı düşünüyoruz. Tarık Tufan iyi bir deneme yazarıdır. Kendine has
şiirsel bir anlatımı vardır. İlk sayfalarda denemeci yanı da ağır basıyor ve
romana denemelerdeki üslup hâkim oluyor, metin denemeye doğru kayıyor ve
ayrıntılarda kaybolacağımızı düşünüyoruz. Tabii ki ayrıntılarda kaybolan,
romanın kahramanının ruh haline ağırlık veren bir anlatı olabilir. Ama bir
yanda da “teaser” olarak anlatılmış üç olay var. Onlar ne olacak, nasıl
toparlayacak diye düşünüyorsunuz.
Neyse ki ilerleyen sayfalarda denemeci yanının getirdiği anlatma/yorumlama
iştahından kurtulup romanın ana eksenine dönüyor Tarık Tufan. Geriye dönüşlerle
gelişen roman daha da dallanıp budaklanıyor, renklenip hareketleniyor. Kahramanın
hayatın içindeki savruluşlarının nereye varacağını, nasıl bir sona ulaşacağını
anlamaya çalışıyor, ilerleyen sayfalarda neler olacağını merak ediyoruz.
Sevdiğinden ilgi görmek, en azından dikkatini çekmek isteyen
kahramanımız Eda’nın hep yanıbaşında olabilmek için onun gibi yaşamaya
başlıyor. Biraz bohem bir öğrenci hayatıdır bu. Okul sonrası zaman kafelerde,
barlarda geçiriliyor, geceler bir öğrenci evinde noktalanıyor. Bol alkol, hatta
esrar giriyor hayatına. Sık sık gecenin bir vakti Eda’yla başbaşa kalıyor ama
bir türlü açılamıyor. Sonunda aşkını ifade etmeyi başardığında da romana yeni
bir boyut katılıyor. Eda’nın uzatmalı bir sevgilisi vardır. Onunla gerilimli,
araya şiddet karışan bir ilişki sürdürmektedir. Eda bu aşk ilişkisinde her
darbe yediğinde kahramanımıza sarılır ama umudunu yitirmez, sevgilisi Savaş’la
yeni denemelere girer. Kahramanımız bu ilişkiye müdahil olmak ister. Bu da
romana bir başka polisiye boyut katar.
Bu arada evden koptuğu için parasız kalan kahramanımız
çeşitli işlere girip hayatını kazanmaya çalışır. Pek emek vermeden çok para
kazanacağı işler arar. Yaşlılarla sohbet etmek ilk işidir ama henüz piyasaya
sürülmemiş ilaçlar için deneklik yapmak en uzun sürdürdüğü iş olur. Denek
olarak kullandığı ilaçların yan etkileri de romanın başka bir boyutu haline
gelir. Buradan ilaç şirketlerinin yasadışı işlerine doğru uzanır, deneklerin
başlarına neler geldiğini somut bir olayda öğreniriz.
Hayatta olduğu gibi her roman kahramanın kendine has bir
öyküsü, dertleri, tasları var. Onları daha yakından tanıyınca yeni dünyalara
açılıyor, yeni olaylarla daha da boyut kazanıyor roman. Bu öyküler anlatıldıkça
roman kahramanlarının bazı şeyleri neden yaptıkları daha da netleşiyor,
anlaşılabilir hale geliyor. Örneğin Rüstem’in makul, aklı başında bir adam gibi
görünmesine rağmen gelini nikâh masasından alıp kaçması da, gelin adayı
Nurhan’ın sadece bir kez göz göze gelidiğ Rüstem’in elini tutup gitmesi de
anlaşılabilir hale geliyor. Hemen herkesin kendice bir sebebi var.
Romanın anahtar kişisi, her işte yardıma koşan Baki Semih de
böyle birisi. Bir kurtarıcı melek gibi yer alıyor kahramanın hayatında. Birçok
sorundan sıyrılmasını sağlıyor ama tıpkı bir sabır abidesi olan ve gerçek
yaşamda böyle bir baba bulmanın kolay olmadığını düşündüren Babası Şeyh Ahmet
Niyazi Efendi gibi kahramanımızın roman boyunca yapacağı yanlışları
önleyemiyor.
Maddi ve manevi hayat arasındaki çelişkiler romanın önemli
boyutu. Bir yanda babasının öğütleri ile de şekillenen tasavvufi anlayış var diğer
yanda sahte cazibesi ile maddiyatçı bir yaşam tarzı. Çok zor durumda kaldığında
tekkeye sığınsa da kahramanımızın tercihi sokaktan yana oluyor. Oradan
öğrenmesi gerekenler var ve o sınavlardan geçmeden yaşamda neyin daha değerli
olduğunu kavraması mümükün değil. İnsanoğlu deneme yanılma yöntemi ile
öğreniyor. Özellikle Ahmet Niyazi Efendi’nin yaklaşımı ve söylediklerini eksene
alıp, tekke yaşamından yarıntıları da ekleyerek romanı farklı bir açıdan
okumak, olayları Tasavvufi nitelemelerle de çözümlemek mümkün.
Roman ilerleyen sayfalarda kahramanımızın yaşadıkları ve
karşılaştığı insanların öyküleri ile dallanıp budaklansa da Tarık Tufan yapıyı
korumayı bilmiş ve romanı yörüngesinden çıkartmadan sona erdirmiş.
“Şanzelize Düğün Salonu”nu bir insanın kendini arayışının
romanı. Yaşamın içinde çeşitli olaylarla sınanıp olgunlaşıyor. Gelinle düğün
salonundan kaçıp gelen arkadaşı ve peşlerindeki silahlı kişiler ve Eda’nın
sevgilisi ve sonradan eşi olacak Savaş’ın izini sürmesi gibi polisiye boyut da
var. Ama zaman zaman “edebiyat” yapsa da sıradan bir insanın başına gelebilecek
şeyleri olması gerektiği gibi ve akıcı bir dille anlatıyor Tarık Tufan.
19.11.2015
Yorumlar