1980’leri yaşayanlar anımsayacaktır. Askeri yönetime göre
kitap bir suç aletiydi. Tek televizyon kanalı TRT’nin
haberlerinde sürekli silahlar, kitaplar ve daktilolar terör örgütlerinin suç
aletleri olarak gösterilirdi. Aradan 35 yıl geçmiş olsa da bir şey değişmemiş.
Geçen hafta Gaziantep'te PKK'ya bağlı Yurtsever Devrimci
Gençlik Hareketi'ne (YDG-H) yönelik operasyonda gözaltına alınanların evlerinde
yapılan aramalarda da “suç aleti” olarak kitaplar “ele geçirildi”.
Suç aletleri olarak ele geçirilen kitaplar o kadar çok ki
tam listesine ulaşamıyoruz. Haberlerde hep “Operasyon kapsamında gözaltına
alınan dört şüphelinin evlerinde yapılan aramada çoğunluğu Abdullah Öcalan'a
ait olmak üzere çok sayıda kitap, dergi, broşür ve takvim bulundu” deniyor.
Anlaşılan suç delili bulmak amacıyla şüphelilerin evleri basılmış, başka bir
şey bulunamayınca 12 Eylül günlerinde olduğu gibi kitaplıklarındaki kitaplar
suç aleti olarak toplanmış.
Haberlerde vurgulanan iki kitap var; Hasan Cemal'in
"Delila / Bir Genç Kadın Gerillanın Dağ Günlükleri" ile Tuğçe
Tatari'nin "Anneanne, Ben Aslında Diyarbakır'da Değildim". İkisi de
defalarca basılmış, on binlerce okura ulaşmış kitaplar. Tepkiler de esas olarak
bu kitapların mahkeme kararı ile yasaklanmasına yönelik. Doğru, haklı tepkiler.
Ama bence eksik kalıyor ve yanlış izlenim uyandırıyorlar. Çünkü böylece yapılan
aramada bulunan “çoğunluğu Abdullah Öcalan'a ait olmak üzere çok sayıda kitap,
dergi, broşür ve takvim”in toplanması, yasaklanması normalmiş, bazı kitaplar,
dergiler “suç aleti” olabilirmiş gibi bir izlenim doğuyor.
“Çok sayıda kitap, dergi, broşür ve takvim”in neler olduğu
hiçbir haberde yazılmadığı için bilemiyoruz ama “çoğunluğu Abdullah Öcalan'a
ait olan” kitapların suç aleti olabileceklerine dair kuşkularım var. Abdullah
Öcalan 13 Şubat 1999 tarihinde yakalanmış. O zamandan beri, 16 yıldır hapiste.
Yazdığı her şey devlet denetiminden geçtikten sonra hapishane dışına
çıkabiliyor ve yayımlanıyor. Yayınlandıktan sonra da tüm kitap ve dergilerde
olduğu gibi Basın Savcısı’na teslim ediliyor. Basın Savcısı da yayımlanan kitap
ya da dergide suç unsuru görürse dava açıyor. Nitekim Abdullah Öcalan’ın
devletin denetim ve oluru ile yayımlanan kitaplarına da dava açmış, kitaplar
toplatılmıştı. Sonunda dava Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) kadar
varmış ve AİHM Öcalan’ın kitaplarının yasaklanamayacağı kararını vermişti.
3. Yargı Paketi’nin 5 Temmuz 2012’de yürürlüğe giren kanun
maddesi ile 453 kitap ile 645 gazete, dergi, broşür ve pankart hakkındaki yasak
kalkmıştı. Yayın listesini inceleyen Basın Suçları Soruşturma Bürosu Cumhuriyet
Savcısı aralarında Öcalan’ın 3 kitabı da bulunan 13 kitap hakkında yasağın
kalkmasına itiraz etmiş, mahkeme de itirazı reddetmişti.
Yine iki yıl önce mahkemeler, 1952 yılından beri çeşitli
vesilelerle yasaklı ilan edilen yaklaşık 2 bin 300 kitabın yasağının
kaldırılmasına karar vermişti.
Yani Öcalan’ın kitapları da “resmen” özgür. Serbestçe
satılabilir, alınıp, okunabilir. Zaten de öyle. Bundan tek haberi olmayan
sanırım bu kitapları suç aleti sayıp yasaklama kararı alan hakim. Başta AİHM
kararları olmak üzere, tüm mahkeme kararlarına bakmasında fayda var.
Aralarında Hasan Cemal, Tuğçe Tatari ve Abdullah Öcalan’ın
kitaplarının yer aldığı bu “suç aletleri” nereden temin edilmiş? Kitapçıdan.
Üstelik dün de yayımlanmamışlar. Yıllardır kitapçılarda satılıyorlar. Tuğçe
Tatari, Ahmet Davudoğlu, Yalçın Akdoğan ve Bülent Arınç gibi bir çok siyasiye
kitap imzaladığını, onların kitaplıklarında da kitabının suç aleti olarak
bulunabileceğini söylüyor. Yani, kitaptan suç aleti üretemezsiniz, diyor.
23.12.2015
Yorumlar