Juan Carlos Onetti Latin Amerika Edebiyatı’nın en önemli adlarından bir sayılıyor. Tüm Latin Amerika merakımıza rağmen 1909 doğumlu Uruguaylı bu yazarın hiçbir eseri şimdiye kadar Türkçeye çevrilmemiş. Türkçede ilk okuduğumuz eseri 1961’de anadilinde yayımlanan, 54 yıl sonra dilimize çevrilen “Tersane” (Aralık 2015, çev. Suna Kılıç, Alef yay.).
Biyografisinden Juan Carlos Onetti’nin tanınırlık konusunda
her zaman sıkıntı yaşadığını anlıyoruz. Çocukluk çağlarından beri yazmasına
rağmen ilk kitabı “El pozo”yu
(Kuyu) geç sayılabilecek bir yaşta 30 yaşındayken 1939’da yayınlatabilmiş. 500
adet basılan kitap sadece bir kitapçıda satışa sunulabilmiş ve yine sadece bazı
gazeteci ve yazar arkadaşlarının ilgisini çekmiş. Üstelik tanınmamış biri de
değil. Uruguay’ın en önemli haftalık gazetelerinden olduğu belirtilen
“Marcha”nın yayın sekreteri, kısa öyküleri ve film eleştirileri de
yayınlanıyor. Latin Amerika’da üne kavuşması 1962’de Uruguay Ulusal Edebiyat
Ödülü’nü kazanması ile oluyor. Eleştirilerinin ağırlığı nedeniyle “kendini
kırbaçlayan kuşak” diye de anılan 1945 Kuşağı’nın önemli temsilcilerinden biri.
Üne kavuştuğunda 53 yaşında. Ancak 1980 Cervantes Ödülü’nü kazandıktan sonra
Dünya çapında bir tanınırlığa ulaşıyor. 71 yaşında.
“Tersane” Onetti’nin “La vida breve”
(Basit Bir Hayat, 1950) ile başlayıp “Juntacadáveres” (Ceset
Toplayıcı, 1964) ile biten Santa Maria Üçlemesi’nin ikinci kitabı. Juan Carlos
Onetti’yi Türkçede yayımlamaya neden bir ara kitaptan başlandığını merak
etmemek elde değil. Çünkü üçlemenin ilk kitabı “La
vida breve” “Modern Latin Amerika romanının, hatta İspanyol dilinde
yazılmış bütün edebiyatların kurucu metinlerinden” sayılıyormuş. Bana abartmalı
gelen bu nitelemeyi önemsemesek bile “La vida breve”nin
Onetti’nin yazar olarak tanınmasını sağlayan eseri olduğu biliniyor. Kitabın
çevirmeni ya da editörü Onetti çevirilerine neden “Tersane” ile başladıklarını
açıklasalar iyi olurmuş. Kitabın sonuna Onetti ve eserleri hakkında uzunca bir
makale koyacak kadar ince düşünceli olduklarına göre bu izah da kendilerinden
beklenirdi.
“Tersane” Santa Maria Üçlemesi’nin ikinci kitabı ama
üçlemenin sadece mekanları ve bazı kahramanları ortak. Konuları birbiri ile
bağlantılı olmadığı için ayrı ayrı okunabilecekleri söyleniyor.
Santa Maria, yazarın yarattığı hayali bir yer. Onetti burayı
“Santa María bir romana sahne olan basit bir yer değil, insan ile varoluşunun,
kaygılarının, yalnızlığının en temel, en yalın haliyle yüzleştiği mitik bir
yerdir” diye anlatıyor. Santa Maria hayali bir yer olsa da Onetti’nin onu
belleğinde ayrıntılı olarak kurduğu anlaşılıyor. Şehri parça parça da olsa
mekanları, kurumları ve tabii ki halkı ile anlatıyor.
Tersane, Santa Maria’nın hemen yakınında yer alıyor. Romanın
ana kahramanı Larsen “Ceset Toplayıcı” adıyla tanınıyor. Beş yıl önce bizzat
vali tarafından Santa María'dan kovulduğu bilgisine sahibiz. Ama Onettii ne
Larsen’e “Ceset Toplayıcı” adının konmasının nedenini ne de beş yıl önce Santa
María'dan neden kovulduğunu anlatıyor.
Beş yıl önceyi hatırlayanlara seyrek saçları, sarkmış
göbeğiyle yaşlı ve yorgun görünen Larsen Jeremías Petrus AŞ'ye ait Tersane'nin
genel müdürlüğünü üstlenmek üzere kente dönmüştür. İyi bir maaşın yanı sıra
Petrus'un güzel kızı Angélica Inés ile evlenip ihtiyarın mirasına konmak, nehir
kenarındaki görkemli malikâneye yerleşmek niyetindedir. Hayatı zorluklarla
geçmiştir artık rahat ve sakin bir yaşam sürmek niyetindedir. Bu ideallerle
gerçeklik tamamen birbirine terstir. Jeremías Petrus AŞ batık durumdadır,
tersane de geride kalmış iki yöneticisi ile tamamen terk edilmiş, için için
çürüyen bir haldedir.
İdari müdür Gálvez, Gálvez’in karnı burnunda hamile karısı
ve teknik müdür Kunz tersanenin tüm halkını oluşturur. Gálvez ve Kunz birikmiş
maaşlarını bir gün almayı umarak mesailerini gereksiz bürokratik işler yaparak,
günlerini Gálvez’in tersanenin arkasındaki küçük evinde büyük bir yoksulluk
içinde içki içip sohbet ederek geçirirler.
Larsen’in evlenmeyi hayal ettiği Petrus'un güzel kızı
Angélica Inés aileden kalıtımsal olarak gelen deliliğin pençesindedir ve
Larsen’in evlendikten sonra birlikte yaşayacaklarını hayal ettiği nehir
kenarındaki için için çürüyen ve sadece dışarıdan bakınca görkemli görünen
malikanede bakıcısı ile birlikte yapayalnız yaşamaktadır.
Herkes ihtiyar Jeremías Petrus’un tersanenin tekrar
çalışmaya başlamasını sağlayacak sermayeyi bulmasını beklemektedir. Jeremías
Petrus, bir tür Godot gibidir. Beklenir ama gelmez. Godot’dan farklı olarak
bizzat umutları körükler. Larsen’le görüşmelerinde hep gerekli sermayeyi bulmak
üzere olduğunu, bir iki gün bilemedin bir – iki hafta içinde parayı alacağını
ve her şeyin yoluna gireceğini söyler ama cebinde kaldığı otelin faturasını
bile ödeyecek para yoktur.
Larsen de bu beklenti haline katılır. Üç kişilik tersane
ahalisine dördüncü kişi olarak dahil olur. Günlerini tersanenin bürosundaki
eski dosyaları karıştırarak geçirir. Sık sık Angélica Inés’in ziyaretine gidip
genç kadının gönlünü kazanmaya çalışır.
Juan Carlos Onetti’nin “Tersane” ile alegori yaptığı ve
tersanenin halinin Uruguay’ın 1960’lardaki haline benzediği söylenmişse de
yazar bu iddiaları şiddetle reddetmiş. Zaten 2016’da Türkçede bu romanı
okuyanlar Uruguay’ın siyasi ve toplumsal tarihinden habersiz oldukları için
eğer roman öyle nitelik taşıyorsa bile o bakışla romanı okumaları pek mümkün
değil. “Tersane”nin çok daha evrensel ve insanın varoluşu ile bağlantılı
mesajları var. Romanın okunurluğu ve kalıcılığını da bu özellikleri sağlıyor
bence. Gerçekliğin ne kadar göreceli ve değişken olduğundan, insanın hayal
ettiği ile gerçekte yaşadığının arasındaki paradokslara varan yorumlar yapmak
mümkün olduğu gibi insanı yaşatanın umut olduğunu, gerçek tüm karanlığı ile
gözünün önünde olsa bile hayallerle umudunu besleyerek yaşamını sürdürebileceği
gibi yorumlar da yapmak mümkün.
Juan Carlos Onetti’nin farklılığı ise kurduğu roman
yapısında, anlatım gücünde ve şiirsel - imgesel dilinde ortaya çıkıyor.
Onetti’nin kendine has şiirsel anlatımının havasına kapıldığınızda roman su
gibi akıp gidiyor, diğer romanlarını merak ediyorsunuz.
04.02.2016
Yorumlar