“Olan biten ne varsa sorumlusu yalnızca bizdik”



4-5 bin nüfuslu küçük bir ada. Sürekli yağmur yağıyor. Fırtına var. Gemi seferleri iptal. Elektrikler kesik. Bir kış günü. Hava şartlarının da etkisiyle zaten sayıları az olan ada sakinleri ortalıkta gözükmüyor. Harun Candan’ın ikinci romanı “Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek”in kahramanı bu kapalı ortama bir banka müfettişi olarak dahil oluyor.
Elektrikler kesik olduğu ve teftiş etmesi gereken bankada da jeneratör olmadığı için aslında yapabileceği bir şey yok. Bir an önce geri dönmek istiyor ama fırtına nedeniyle gemiler çalışmadığı için bu da mümkün değil.
Adaya gelirken, gemide kendisinden ateş isteyen kadınla bankada karşılaşması ile olaylar gelişmeye başlıyor. Karısından boşanmaya karar vermiş olan kahramanımız ilk karşılaşmadan beri aklından çıkmayan gizemli kadını banka memuru olarak karşısında görünce yeni bir aşkın işaretlerini hissediyor. Aslı’nın da onun duygularını karşılıksız bırakmaması ile romanın bu aşk öyküsü ile birlikte gelişeceğini düşünüyorsunuz. Oysa Harun Candan’ın adada kurduğu kapalı ortamda bir polisiyenin tüm işaretleri var ve sayfalar ilerledikçe çok değerli bir İncil’in çalınması ve bir cinayetle birlikte aşk öyküsü geri plana düşüp polisiye ağır basmaya başlıyor. 
“Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek” (2016, İletişim yay.) çoğu polisiyeden farklı olarak katilin ya da suçlunun kim olduğunun bulunup adalete teslim edilmesini değil en önemli şüphelinin, yani romanın anlatıcı kahramanının yakalanmadan adadan kaçışını anlatıyor. Bu yanıyla bir suç romanı “Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek”.
Edebiyatta müfettiş öyküleri çoktur. Tabii ki ilk akla gelen Gogol’ün “Müfettiş”i. Kasabalarına gelecek müfettişi beklerken ona çok benzeyen birini müfettiş sanmaları üzerine ve bu öykü üzerinden devlet kurumlarının, bürokratların çürümüşlüğünü, rüşvet ve yolsuzlukları hicveden bir başyapıt. Orhan Kemal de “Müfettişler Müfetişi”nde Anadolu’nun küçük bir kasabasında halkın, kim olduğunu bilmedikleri ama halinden, tavrından bir “devlet büyüğü” olduğuna karar verdikleri yabancıyı müfettişler müfettişi olarak kabul etmesiyle yaşanan olayları anlatır. Cevat Fehmi Başkut’un sinemaya da uyarlanan oyunu “Buzlar Çözülmeden”de de karın yolları kapatmasıyla Dünyadan kopmuş bir kasabaya yeni atanan genç kaymakamın kasabadaki ağalar, karaborsacılar ve memurların kurdukları düzeni dürüstlük ve doğrukla bozması anlatılır. Kaymakam sanılan kişinin aslında akıl hastanesinden kaçmış bir deli olduğu anlaşılır oyunun sonunda. Harun Candan’ın müfettiş kahramanı da ilk başta Gogol’ün ve Orhan Kemal’in müfettişlerini, Başkut’un kaymakamını anımsatıyor. Tüm iletişim yoları kesik banka şubesinde yapacağı teftiş, küçük bir kasaba havasında olan ada merkezinde yaşadıkları, günümüz Türkiyesinde yaşananları eleştiren ironik ve komik bir eser ortaya çıkmasını sağlayabilir. Harun Candan başlarda işaretlerini verse, karakolda yaşananlarda olduğu gibi zaman zaman sürdürse de bu konuya yoğunlaşmıyor. Ama adadaki ilişkileri ağının olayların çözülüp suçlunun bulunmasını engellediğini de çeşitli olaylarda örnekliyor.
Romanın kahramanının gerçek bir müfettiş olup olmadığı konusunda ise şüpheye düştüğümü söylemeliyim. Başlarda bir müfettiş gibi davransa da olayların gelişimi ve özellikle Aslı ile kurduğu, teftiş ettiği bankada memur olması nedeniyle pek de etik olmayan ilişki ile bir müfettişin reflekslerini göstermemeye, tepkilerini vermemeye başlıyor.
Yaşadığı hayattan, evliliğinden bıkmış, fırsatını bulsa eşini de işini de bırakıp yeni bir hayata başlayacak biri. Dikkatsiz, sarsak. Gözünün önünde gelişen olayları görüp analiz edecek hali de yok. Aslı’yı kaçışı için bir olanak olarak gördüğünden onun dışında hiçbir şeyle ve kimseyle ilgilenmiyor. Aslında Aslı ile de doğru dürüst ilgilenmiyor, onu tanımaya çalışmıyor. Geçmişini bilmediği gibi bugünü hakkında da bir bilgisi yok. Eşi dostu, hatta bir sevgilisi var mı diye bile sormuyor. Oysa okur olarak ondan müfettiş gibi davranmasını ve suçluları yakalamasa da tespit etmesini bekliyoruz.     
Harun Candan bir polisiyeden beklendiği gibi romanın sonunda katilin kimliğini, İncil’i kimin çaldığını açıklamıyor. Üstelik romanın gelişimi içerisinde başta anlatıcı kahraman olmak üzere romanın tüm kahramanlarının da şüpheli olduğu hissini yaratıyor.
Romanda adanın önemli bir rolü var. Kış koşulları, sürekli yağan yağmur, fırtına, elektriklerin kesik olması gibi koşullarla da ada iyice yalıtılmış bir hal alıyor. Harun Candan adanın adını vermemiş, herhangi bir ada gibi algılanmasını istemiş ama anlatımı ve betimlemelerinden sözünü ettiği adanın Gökçeada olduğunu anlıyoruz. Adada halen faaliyetini sürdüren bir kilise var, kilisenin de bir rahibi ve cemaati.
Harun Candan adanın merkezinin denize uzak bir yerde olmasından başlayarak Gökçeada’yı düşündürecek bir çok şey de anlatıyor, betimlemeler yapıyor. Sanırım bu yakın gözlemde yüksek öğrenimini adadaki meslek okulunda yapmış olmasının payı var. Ama Gökçeada’nın tarihinden gelen özelliklerine, adanın müdahale edilen ve bozulan demografik yapısı gibi değişimlere değinmemiş. Herhangi bir ada gibi algılanmasını istemiş. Oysa polisiyelerde zaman ve mekan ne kadar somutlaşırsa inandırıcılığın o kadar arttığını biliyoruz.
“Yağmur Dinecek Kimse Bilmeyecek” doğrusal anlatımla gelişen, gelişimi içinde konu olarak zenginleşip ayrıntılar kazanan bir roman. Polisiye kurgu nedeniyle başta katilin ve hırsızın kimlikleri verilmek istenmiyor ama hissettiriliyor. İyi polisiye okurları roman yapısının içindeki bazı tutarsızlıklara dikkat edeceği gibi katil ve hırsız adaylarının bıraktıkları izleri de görecektir. Her şey ortadayken polisin ve jandarmanın olayı çözememesi ise dikkate değer.
Harun Candan’ın akıcı bir anlatımı var. İroniyi, mizahı ihmal etmiyor. Başta anlatıcısı olmak üzere hiçbir kahramanı tamamen iyi ya da kötü değil ve hiçbir kahramanı yazarın eleştirel yaklaşımlarından kurtulmuyor. Anlatıcı kahramanına daha sevecen gibi görünse de hepsine eşit mesafede durmaya dikkat ediyor.   
10.03.16

Yorumlar