Türkiye Yayıncılar Birliği’nin İstanbul Bilgi Üniversitesi
işbirliğiyle düzenlediği, “7. Türkiye Yayıncılık Kurultayı” 12-13 Mayıs 2016
Perşembe ve Cuma günleri İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul
Kampüsü’nde gerçekleştirildi. Kurultayda “Dijital Yayıncılık: Yeni iş modelleri
ve Telif Hakları”, “Eğitim Yayıncılığında Zenginleştirilmiş İçerik”, “Öğrenci
Kitapla Nasıl Buluşur?”, “Anadilde Yayıncılık”, “Akademik Yayıncılıkta Yeni
Gelişmeler: Fırsatlar, Dezavantajlar” ve “Kitap Eklerinin 25 Yılı” başlıklı
oturumlarda yayıncılığın sorunları ele alındı.
7. Türkiye Yayıncılık Kurultayı’nın en ilgi çeken
oturumlarından biri de “Anadilde Yayıncılık”tı. Fahri Aral’ın yönettiği
oturumda Lis Yayınevi’nden Lal Laleş, Aras Yayıncılık’tan Rober Koptaş, Lazika
Yayın Kolektifi’nden İsmail Bucaklişi yayıncılık serüvenlerini, karşılaştıkları
sorunları, çözüm önerilerilerini anlattılar. Kürtçe, Ermenice ve Lazca yayın
yapsalar da sorunların çoğunun ortak olduğu görüldü. Tek cümle ile ifade
edersek: “Okur yok, yazar yok, çevirmen yok.”
Resmen tanınmış bir dil olması, uzun yıllardır okullarda
öğretilmesi, Türkiye’de ilk kitapları Ermenilerin basmış olması gibi nedenlerle
ilk bakışta Ermenice yayıncılık diğer dillere göre daha avantajlı gibi görünse
de Rober Koptaş’ın anlattıklarından Ermenice’nin konuşulma oranının giderek
azaldığını, okullardaki kısıtlı ders saatlerinin Ermenice’yi tam anlamıyla
okuyup yazmaya yeterli olmadığını öğreniyoruz. Bu okullardan yetişenlerin sayısı
on binlerle ifade edilse de sonuçta tek bir yayınevi (Aras), yüzlerle ifade
edilen tirajlarla Ermenice kitapları basıyor ve çoğu kitabın da ilk baskısı
tükenmiyor. Okurun yetişmediği ortamda Ermenice yazan yazarların, çevirmenlerin
yetişmesinin mümkün olmadığını söylüyor Koptaş. Türkiye’de sınırlı sayıda okura
ulaşabiliyorlar. Türkiye Ermenilerinin konuştuğu Batı Ermenice’sinin Dünya’da
yaygınlığının giderek azalmasının okur sayısını daha da azaltmasının yanında,
dizgi gibi işlemlerde de pratik zorluklar yarattığını anlatıyor, “yaptığımız
bir kahramanlık” diye sözlerini noktalıyor Rober Koptaş.
Lal Laleş, mahkeme tutanaklarına Kürtçe
savunmaların 'bilinmeyen bir dil' diye geçtiğini, çocuklarına
Kürt isimleri koymak istediklerinde Kürtçe’deki “Q, W, X” gibi harfler
nedeniyle nüfus memurluklarında reddedildiklerini anımsatarak onlarca yıl
yasaklanmış, halen resmen tanınmayan bir dilde yazılı eser üretmenin de
yayıncılık yapmanın da çok zor olduğunu belirtiyor. Kürtçe’nin çok yaygın olarak konuşulmasına
rağmen Kürtçe kitapların o oranda okur bulamadığını söylüyor. Bunun da nedeni
Kürtçe eğitim yapılmaması. 20’den fazla yayınevinin Kürtçe yayın yaptığını ama
Kürtçe kitap satan kitapçıların iki elin parmaklarını aşmadığını ekliyor
sözlerine. Yazar, çevirmen sorununun yanına okura ulaşabilmeyi de ekliyor.
Alfabesi, yazım kılavuzu, sözlüğü olmayan bir
dilde yazılı eser yaratmanın mümkün olmadığını anlatarak başlıyor İsmail
Bucaklişi. 90’lı yıllarda üç-dört arkadaşla Lazca’nın yazılı kaynaklarını ortaya
çıkartmak için gösterdikleri çaba, bu çabanın yayın kolektifine evrilmesi
taktir edilecek bir mücadele olmasının yanında Türkiye’de anadilinde yazmanın
ve bunları yayımlatmanın ne denli güç olduğunun da somut ve çok taze bir
örneği. Çıkardıkları dergiler, yayınladıkları onlarca kitap Türkiye’deki Lazca
literatürün temel taşları olmuş aynı zamanda. O da sorunların ortak olduğunu
belirtiyor. Bir dil ne kadar çok konuşulur ve yazılırsa o dilde o kadar çok
eser yayınlanacak, o eserleri okuyacakların sayısı o kadar çok olacak. Anadilde
yayıncılık anadiline sahip çıkmak, onu yaşatmak, geliştirmek oluyor.
Başlıktaki sorumuza dönersek ilk bakışta anadilde yayıncılık mümkün görünüyor. Ama ayrıntılara girildiğinde
“anadilde yayıncılık mümkün mü?” sorusunun cevabı “Eğer kahramanlık
yapılmayacaksa, bedeli göze alınamayacaksa mümkün değil” oluyor.18.05.2016
Yorumlar