Karl Ove Knausgaard’ın Kavgam’ının ilk cildi tüm Dünya’da
olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir heyecanla karşılandı. İyi bir kampanyayla
tanıtılan, çok konuşulacak, çok satın alınacak bir kitap sunuluyordu. Kitaba
özel bir web sitesi bile hazırlanmıştı. Kapağının en üstünde, Türk okurun çok
etkilendiği düşünülen “New York Times Bestseller” ibaresi büyük harflerle
yazılmıştı. “New York Times”ın haftalık kitap ekinde yer alan çoksatarlar
listesinden kaç Türk okur haberdardır bilmiyorum ama bu ibare çoksatarlar
meraklısı okur için bir işaret gibi.
Kitabın bu şekilde sunulması ciddiyetiyle tanınan Monokl
Yayınları’na yakıştırılmasa da bir kitabın çok satmasını istiyorsanız yapılması
gerekenlerden. Hiç değilse Monokl birçokları gibi yalan söylemiyor, Knausgaard’ın
Kavgam’ı tüm Dünya’da çok sattı ve “New York Times Bestseller” listesinde yer
aldı. Üstelik ABD gibi çok az çeviri kitap basılan, çeviri kitapların hemen hiç
okunmadığı, dolayısıyla çevirilerin çoksatan listelerine giremediği bir ülkede.
Sonra da onlarca dile çevrildi.
Çok satan, çok konuşulan kitaplara karşı çekingenimdir. Haklarında
o kadar çok yazılır ki sanki daha okumadan tüketilmiş hissi verirler bana. Knausgaard’ın
Kavgam’ının ilk cildini bu nedenle okumadım.
Çoksatar yazarları ve yayıncıları kalın kitapları severler.
Bir kitap ne kadar kalın olursa o kadar yüksek fiyatla satılabilir ve de telifi
de, kârı da yüksek olur diye düşünürler. Diğer yanda da okur zamansızlıktan, kalın
kitaba ayıracak vakti olmadığından şikayet eder. Nasrettin Hoca’nın deyişi ile
iki taraf da haklıdır. Ben de kitapların kısa ve öz olmasından yanayım. Yoğun
hayat temposunda kalın kitaplara vakit ayıramıyorum. Onlar için bol ve
kesintisiz vakit gerektiğini düşünüyorum. Çok istememe rağmen Marcel Proust’un
7 ciltlik Kayıp Zamanın İzindesi’ni (Yapı Kredi yay.) satın almamdan ancak
yıllar sonra üç günlük zorunlu bir kar tatilinde okumuştum.
Knausgaard’ın iyi bir yazar, Kavgam’ının da “bestseller”
yaftasına rağmen iyi bir roman olabileceğini düşünüyordum. İkinci cildin Türk
okurun çok cildli kitaplarda hep yaptığı gibi daha sakin karşılandığını,
çoksatar listelerine girmediğini, girdiyse de çok kalamadığını görünce bir tane
edindim ve tatilimi onunla değerlendirdim. İyi de etmişim.
3600 sayfa yazmak kolay bir şey değil. Anlattığınız kendi
yaşam öykünüz de olsa... Üstelik 40 yıllık, kendinize bile pek ilginç ve
heyecan verici gelmeyen bir yaşamınız varsa. Her gününüzü en ince ayrıntısına
kadar anlatsanız bile binlerce sayfa yazamazsınız. Başta kendiniz sıkılırsınız,
okuyucu da birkaç sayfa sonra kaldırıp atar.
Knausgaard söylenildiği gibi yaşamını en küçük ayrıntısına
kadar anlatmıyor. Anlatsa ve okutabilse ilginç olurdu ama o sadece belli
bölümleri bazen fazlaca uzatarak, bu kadar ayrıntıya girmeye gerek var mıydı
dedirtecek şekilde anlatıyor. Ama monotonluğa düşmüyor.
İlk iki cilt yaşamını kronolojik olarak izleyip çocukluk,
gençlik, yetişkinlik çağlarını anlatıyor gibi görünse de aslında yaşamında yer alan
olguları, kavramları ele alarak yazıyor Knausgaard.
“İlk cilt ölümle başa çıkma kavgası ise, ikinci cilt olan “Âşık
Bir Adam” ise hayatla başa çıkma kavgasıdır” demiş Knausgaard. Ben ikinci
ciltten başladım. İlk ciltte neler anlatıyor bilemiyorum ama okurken ilk cildi
alıp bakma gereği duymadım.
Romanın yazar-anlatıcı kahramanı Karl Ove derin bir iç
sıkıntısı ve yalnızlık gereksinimi ile ailesini, arkadaşlarını, ilişkilerini ve
çok sevdiğini söylediği karısını ani bir kararla bırakıp Bergen'i ve de
memleketi Norveç’i terk eder. Elinde
bavulları kendini Stockholm'de bulur. Bu şehir uzun zamandır görüşmediği
entelektüel arkadaşı Geir'in dışında hemen hiç tanıdığı olmadığı, dil farkından
dolayı yabancı olarak davranılan bir yerdir. Karl Ove’un aradığı da budur;
kalabalıklar içinde tamamen yalnız kalmak.
Ama biz onu bir çocuk arabasını iterken, kucağında ve
yanında diğer iki çocukla birlikte, elinde torbalar eve doğru koştururken
tanırız. Üç çocuk babasıdır. Sahne sanatları eğitimi alan eşine söz verdiği
için yazarlık faliyetine ara vermiş çocuklara bakmaktadır. Bu durumdan da fena
halde bunalmıştır. Kurtulmak için çevredeki tanıdık ya da tanımadık tüm
kadınların gözlerinde çakacak çağrı işaretini görmeye çalışmaktadır.
Knausgaard, bir gece sohbeti uzatıp geç kaldığı için
karısından azar işiteceği korkusuyla eve doğru koştururken büyük bir geriye
dönüşle bu duruma ve ruh haline nasıl geldiğini anlatmaya başlar. Bu geriye
dönüş yaklaşık 500 sayfa sürecek, sonra kaldığımız yere bağlanacaktır.
Bergen’i karısı dahil her şeyi terk edip yalnız kalmak için
terk etmiştir ama gönlü yeni bir aşka kapalı değildir. Anlatımda geriye dönüş
içinde bir geriye dönüş daha yapıp yıllar önce bir yazarlık atölyesinde tanıştığı
ve çekingenliği nedeniyle ilişki kuramadığı Linda'yı hatırlar. Linda’yla
Stockholm’de tekrar karşılaştıklarında bu anıları canlanır. Yıllardır bir türlü
yazmaya başlayamadığı ikinci romanını salim kafayla yazmak istemesine rağmen
Linda’nın kendisine ilgisini görünce onunla bağlantı kurup, görüşmeye
başlar.
Linda’yla birlikte yaşamaya başlarlar. Linda hamile kalır, Karl
Ove da bir çocukları olsun istemektedir. Linda okulunu engelleyeceği
düşüncesiyle çocuğu doğurmak istemeyince de bebeğin bakımını ve tüm ev işlerini
üstlenmek vaadiyle ikna eder. “Bir çocuk kendini yalnız hisseder, iki çocuk
birbiriyle arkadaşlık eder, en iyisi üç çocuk” düşüncesiyle önce Vanja,
ardından Heidi, sonra da John aileye katılır.
“Âşık Bir Adam” (Haziran 2016, çev. Esra Tüzel, Haydar
Şahin, Monokl yay.) adına uygun olarak yazar kahramanı Karl Ove’un nasıl sırılsıklam
âşık olduğunu ayrıntılı olarak anlatıyor ama onunla yetinmiyor, bu aşk halinin
birarada yaşamaya, evliliğe dönüşmesini, çocuklarla birlikte kalabalıklaşan
ailede yaşananları, alternatif ana okulunu, veli toplantılarını, kavgacı
komşuları ve arkadaşlarla ilişkileri de anlatıyor.
Bir yanda da Karl Ove’un ev erkeği olmanın yanısıra
yazarlığını da yürütme çabaları var. Her şeyden önce yazmak gelir diye düşünse
de her zaman yazarlığını ilk sıraya koymayı başaramıyor. Cümleyi, paragrafı
yarım bırakıp çocuğun altını değiştirmeye koşuyor.
“Âşık Bir Adam” bunlardan ibaret değil bir de yazar
kahramanın düşünsel gelişimi, tartışmaları var. Başta Geir’le sohbetlerinde
olmak üzere sık sık insan olmak, aşk, yalnızlık, aile, gündelik hayat gibi
birçok kavramı, edebi konuları, yazarları, eserleri tartışıyor, düşüncelerini
paylaşıyor.
Karl Ove Knausgaard iyi bir anlatıcı, “Âşık Bir Adam” da
havasına girmeyi başarırsanız hem işlediği konular hem de tartışmaya açtığı
sorunlarla iyi bir roman.
Yorumlar