Ev kadını Yonğhe, kendisi kadar sıradan biri olan memur
kocası ile birlikte normal bir yaşam sürerken gördüğü rüyaların ardından
vejeteryan olmaya karar verir. İlk iş olarak evdeki et, balık ve hayvani ürünleri
atar. Bu aynı zamanda evdeki yaşamın da altüst olması demektir. Yonğhe, sadece
et yememek ve eve bu tür gıdalar sokmamakla yetinmez kişilik olarak da değişir.
Gündelik hayatla, insanlarla ilişkisini keser. Kocası, işyerine ilk kez ütüsüz
bir gömlekle gitmek zorunda kaldığında artık evde hiçbir şeyin eskisi gibi
olmayacağını anlar.
Vejeteryan’ın yazarı Han Kang Güney Koreli. 1970’de
Gwangju'da doğmuş. 10 yaşındayken, Seul'e taşınmışlar. Yonsei Üniversitesi'nde
Kore edebiyatı okumuş. Annesi ve kardeşi de yazar. Yazarlığa şiirle başlamış.
1993’de şiirleri, daha sonra da öyküleri yayımlanmış. Öyküleri ile çeşitli
ödüller kazanmış. İlk kitabı 1995’de çıkmış. Beşi roman altı kitabı var. 2013
yazından beri Seul Sanat Enstitüsü’nde yaratıcı yaratıcı yazarlık dersleri
veriyor ve şu anda altıncı romanı üzerinde çalışıyor.
Vejeteryan 2007’de Kore’de yayımlanmış. 20 binin üzerinde
satmış. Sinemaya uyarlanmış. Dokuz dile çevrilmiş. İngilizce’de yayımlanan
ikinci romanı. Kitap 2015’de İngiltere’de, 2016’da ABD’de çıkmış. NYTimes Book
Review 2016’nın en iyi on kitabından biri olarak seçmiş.
Han Kang Vejeteryan’la İngilizce çevirisi yapılmış eserlere
verilen Man Booker Uluslararası Ödülü’nü Orhan Pamuk, Elena Ferrante, Robert
Seethaler ve Jose Eduardo Agualusa ile yarışıp kazandı. Han Khang’a ödül veren
jüride Elif Shafak (Şafak) da yer alıyordu. Ödül haberinden sonra Elif Şafak’ın
oyunu Orhan Pamuk’a mı yoksa Han Khang’a mı verdiği de merak edilmişti.
Han Kang’ın Vejeteryan’ı (Ocak 2017, çev. Göksel Türközü, April
yay.) yazış öyküsü de ilginç. Roman Kang’ın 1997’de yayınlanan “Kadının
Meyvesi” adlı kısa öyküsünden kaynaklanıyor. Bu öyküden yola çıkarak 2002 ile
2005 arasında üç öykü kaleme almış ve bunları farklı zamanlarda dergilerde
yayımlamış. Bu üç öykü “Vejeteryan”, “Moğol Lekesi” ve “Alev Ağacı” romanın
bölümleri olmuşlar. Khang kitabın sonundaki teşekkür bölümünde “her biri farklı
hikayeler gibi görünse de birleştirildiğinde tamamen farklı, gerçekten anlatmak
istediğim hikayeyi oluşturan bir roman” ortaya çıktı diyor. Öyle de olmuş.
Öyküler doğru bir akışla birleşip romanı oluşturmuşlar. Zaten olayların romanın
üç farklı kahramanı ve onların yaşadıkları açısından anlatılmasına bakılırsa bu
yapı gayet uygun. Tabii farklı zamanlarda tek tek okunduklarında nasıl bir tad
verirler merak etmemek elde değil.
İlk bölüm “Vejeteryan”da kocasının bakış açısından
Yonğhe’nin yaşadığı değişimi okuyoruz. “Karım vejeteryan oluncaya dek onun özel
bir insan olduğunu hiç düşünmemiştim” diye anlatmaya başlıyor. Yonğhe her şeyiyle
sıradan, silik bir insandır. Cazibesi yoktur ama bir eksiği de görünmemektedir.
Kendisi ile hemen hemen aynı niteliklerdeki kocası için, onun ortalama ve vasat
hayatına uygun bir eştir. Birkaç yıl da bu vasatlıkta yaşarlar, Yonğhe
vejeteryan olana dek.
Bu bölümde toplumun ve özellikle ailenin insana dayattığı
“normal”in nasıl bir şey olduğunu, bu normalin dışına çıkanların nasıl tepki ile
karşılaşıp, dışlandığını ve sonuçta da akıl hastanesine kapatılacak deli
muamelesi gördüğünü sade bir dille anlatıyor Han Khang. Daha önce birçok
örneğini okuduğumuz bir öykü.
İkinci bölüm “Moğol Lekesi”. Moğol lekesi, bir doğum lekesi
çeşidi. Genellikle Doğu ve Güneydoğu Asya halklarında görülüyor. Türkler’de ve
Latin Amerikalılar’da da rastlanıyor. Çinliler, Koreliler ve Japonlar’da bu
leke ile doğma oranı % 90-95. Normalde doğumdan 3 ila 5 sene sonra ve en geç
ergenlik çağı sırasında kayboluyor.
Yonğhe’nin ablasının kocası bir video sanatçısıdır.
Hayalinde bedenleri çiçek desenlerine boyanmış bir kadın ve erkeğin aşk dolu
birleşmelerinin neticesinde tek vücut olmaları ve bir bitkiye dönüşmelerinin
imgesi vardır. Karısı ile sohbet ederken baldızı Yonğhe’nin kalçasının tam
ortasında açmakta olan yeşil bir çiçeğe benzeyen bir moğol lekesi olduğunu
öğrenir. Yonğhe’nin doğum lekesi kafasındaki imgeyi tamamlar. Çekeceği videonun
kadın kahramanı Baldızı Yonğhe olacaktır.
Evlerinde yaşanan olaylardan sonra kriz geçiren baldızı
Yonğhe hastaneye kaldırılmış, hastaneden taburcu edildikten sonra da kocası
tarafından terk edildiği için tek başına bir odalı bir evde yaşamaya
başlamıştır. Aldığı ilaçların etkisinde bambaşka bir dünyada yaşamakta olan
Yonğhe eniştesinin teklifini reddetmez. Aksine bedeninin boyanıp bitkiye
dönüşeceğini öğrendiğinde bu işe daha da istekli olur. Kendisi gibi boyanmış
bir adamla birlikte aşk sahneleri çekilmesine de aynı bitkileşme düşüncesi ile
itiraz etmez. Enişte hayal ettiği projeyi çeker, baldız da bitkileşmenin
mutluluğunu hisseder ama onları çekim sonrası aynı yatakta yakalayan Yonğhe’nin ablasının
tepkisi hiç de olumlu olmaz.
tepkisi hiç de olumlu olmaz.
Üçüncü bölüm “Alev Ağacı”nda ablası İnhe şehrin biraz
dışındaki bir akıl hastanesinde yatmakta olan kardeşi Yonğhe’yi görmek üzere acilen
çağrılmıştır. Yonğhe bir ağaç olmaya, bitkiye dönüşmeye karar vermiştir. İnsan
olmanın vahşetinden kaçmanın en iyi yolu olarak bitkileşmeyi görmektedir. Bu
nedenle de hiçbir şey yemeden sadece su içerek yaşamaya karar vermiştir. Besinsizlikten
erimiş, ölüm aşamasına varmıştır.
Han Kang’ın oldukça sade, düz bir anlatımı var. Sayfalar
ilerleyip öykü ayrıntılar kazandıkça derinleşiyor, koyulaşıyor. Haruki
Murakami’yi sadece anlatımı ile değil, anlatımının vardığı boyutlarla da
anımsatıyor. Murakami okurları Vejeteryan’ı farklı bir ilgi ile okuyacaktır. Herman
Melville, Franz Kafka hatta Patrick Süskind ile yakınlıkları olduğunu düşünenen
eleştirmenler de var. Yeni bir yazarı illa birisine benzetme huyumuzu bir
kenara bırakırsak Vejeteryan’da çok daha farklı şeyler bulacağımız kesin. Aile
baskısının, kendi normali dışında hiçbir yaşam biçimini kabul etmeyen toplumun
“farklı” olanı nereye koyduğunu, ne hale soktuğunu bu vesileyle bir kez daha
tartışabiliriz örneğin.
Han Kang, 2016 başında yaptığı bir söyleşide vejeteryanlığın
"İnsanların şiddetini, masumiyet olasılığını sorgulamak, aklı ve deliliği
tanımlamak, başkalarını anlama imkanı, son sığınma ya da son kararlılık"
gibi boyutları olduğunu anlatmış. Vejeteryanlığın, veganlığın felsefi boyutuyla
tartışmasını yaparken “insan olmayı”, “insanının yarattığı vahşeti” tartışmış
oluyor aynı zamanda. İnsan olmaktan vazgeçmek bir tercih olarak mümkün müdür,
üzerinde konuşmaya, yazmaya değer. 12.01.16
Yorumlar