Anais Nin ve Henry Miller, 1931'de Paris'te ilk
karşılaştıklarında ikisi de birer yazar adayıydı. Anais Nin 29 yaşındaydı.
Paris’e görev yapmak üzere gelmiş olan üst düzey bir bankacının eşiydi. D.H.
Lawrence hakkında küçük bir deneme kitabı yazmıştı sadece. Sonradan çok ün
kazanacak günlüklerini yazdığından ise kimsenin haberi yoktu. Henry Miller ise
40 yaşındaydı, henüz bir edebi başarısı yoktu, hiç kitabı yayımlanmamıştı.
Başyapıtını, ilk romanını yazacağı hayali ile eşi June ile birlikte gelmişti
Paris’e. June’la gerilimli bir ilişkileri vardı. Onunla birlikte olabilmek için
eşini, çocuğunu terk etmiş, işinden ayrılmış, tüm zamanını yazmaya hasretmişti.
Ama ilişkileri pek iyi gitmiyordu. June’un başka erkeklerle, hatta kadınlarla
ilişkisi olduğundan kuşkulanıyordu. Nitekim kısa bir süre sonra June onu terk
edip ABD’ye dönecekti. Henry beş parasız, küçük işlerde çalışıp, yazmayı
sürdürerek Paris’te genellikle arkadaşlarının evinde kalarak yaşamını
sürdürecekti. Anais Nin ise kocasını ve onun sağladığı iyi yaşam koşullarını
hiç terk etmeden hem hayatta hem edebiyatta maceralara atılmanın yollarını
arıyordu. Daha önce küçük aşklar yaşamış ama aradığını bulamamıştı.
Anais Nin, kocası Hugh Parker Gulier, Henry Miller ve June
Miller değişkenlerle dolu bir aşk üçgeni oluşturdular. Belki de dörtgen demek
gerekir bu karmaşık ilişkilere. Önce Anais June’a tutuldu. İki kadın dört hafta
boyunca birlikte oldular ve çok yoğun bir ilişki yaşadılar. Anais bu ilişkiden
hem hoşnut hem de rahatsızdı. June’un Amerika’ya dönmesi ile bu ilişkinin
bitmiş olması onu rahatlatmıştı. Artık tek gerçek ruh eşiyle, hem cinsel, hem
de edebi olarak birliktelik yaşayabileceği, dostlukları onlarca yıl sürecek
Henry ile ilişki kurabilirdi.
Anais Nin ve Henry Miller önce kafelerde, restoranlarda,
dost meclislerinde buluştular. Birbirlerini tanıdılar. Fikirlerini, hayata,
edebiyata bakışlarını öğrendiler. Sonra da evlerde iyice yakınlaştılar, tenleri
birbirini tanıdı. Anais, Henry’de yaşamı boyunca aradığı sevgiliyi bulduğunu
anlamıştı. Henry de hemen her konuda anlaştığı, bir an bile yanından ayrılmak
istemediği bu kadına âşık olmuştu. Ama Anais’in ayrılmayı hiç düşünmediği
kocası Hugh, Henry’nin de kopmak isteyip kopamadığı karısı June vardı.
Anais kocasıyla Paris yakınlarında bir köyde villada
yaşıyordu. Henry de Paris’te bir arkadaşında kaılyordu. Sık sık buluşmaları
mümkün değildi. İlk zamanlar karısının bir edebiyatçı ile dostluk kurmasından
hoşlanan Hugh’un Henry’nin sık sık evlerine gelmesinden rahatsız olduğu
hissediliyordu. İki sevgili yine de sık sık buluştular. Hugh’un iş seyahatleri
de buna fırsat tanıdı. Diğer zamanlarda ise telefonlaşarak ve hemen her gün
mektup yazarak ilişkilerini sürdürdüler.
Henry iyi bir mektupçuydu. Hemen tüm dostlarına sürekli
mektuplar yazıyordu. Anais’e de her gün, bazıları sayfalarca uzunluğunda
mektuplar yazdı. Anais de sürekli tuttuğu günlüğü nedeniyle hemen her gün
yaşadığı, düşündüğü her şeyi yazıya geçirmeye alışkındı. Henry’e de sürekli
mektup yazmaktan keyif aldı. Aşkla, tutkuyla başlayan edebiyatla, felsefeyle
dolu mektuplar yazdılar birbirlerine.
Henry Anais’in yazdıklarının ilk okuru, editörü oldu. Anais,
Henry’nin yazarlığının en büyük destekçisi. Onu hem yazmaya yüreklendirid hem
de maddi olarak destek verdi. İlişkilerinin en yoğun olduğu dönemde, 30’lu
yıllarda Anais günlüğünü basılabilir hale getirdi, iki roman yazdı. Henry,
Oğlak dönencesi, Yengeç Dönencesi ve Kara Bahar romanlarını yazdı.
Birbirlerinin kitaplarının yayımlanmasına da destek oldular.
Tam adıyla “Edebi Bir Tutku, Anais Nin ve Henry Miller’ın
Mektupları 1932-1953” (Aralık 2016, çev. Yağız Ali Diri, İthaki yay.) bu
mektuplaşmaların büyük bir bölümünden oluşuyor. Mektupları okurken iki büyük
yazarın aşklarına, yaşamlarının en mahrem yerlerine şahit olduğunuz gibi,
yazarlık süreçlerine, eserlerinin yazılışına, okudukları kitaplar, yaşadıkları
olaylar hakkında düşüncelerini öğreniyor, özellikle iki savaş arasında Paris ve
Avrupa’daki kültür hayatına da şahitlik ediyor, birçok yazarı, sanatçıyı
tanıyorsunuz.
Mektup kitapları genellikle bir tarafın diğerine
yazdıklarından oluşur. Karşı tarafın ne cevap verdiğini, nasıl bir tavır
geliştirdiğini bilemezsiniz. “Edebi Bir Tutku”nun güzelliği ve önemi karşılıklı
mektuplaşmalardan oluşması. Bazı mektupların tarihlerinin olmaması, bazı
mektupların da kaybolmasına rağmen kronolojik olarak izleyebileceğiniz bir
yazışma ortaya çıkmış. Bunun da nedeni sevgililerin hemen her gün birbirlerine
yazmış olması.
Kitabın bir başka güzelliği sansüre uğramamış olması. Anais
Nin’in ve Henry Miller’in eserlerindeki ve yaşamlarındaki şeffaflığa sadık
kalınmış ve mektuplara müdahalede bulunulmamış. Sadece bazı yerlerde kısaltmalara
gidilmiş ve bu durum da belirtilmiş. Kitabın 632 sayfa kalınlığında olduğu göz
önüne alınırsa bu tavır olumlu karşılanabilir.
Anais Nin’in günlükleri 1963’de yayımlanmış ve büyük bir
sansasyon yaratmış. Erica Jong, hiçbir kadın "kadın cinselliğinin
öyküsünü" Nin'den daha dürüstçe anlatmadığını söylemiş ve kadın
hareketinin yazılarını kucakladığını belirterek Nin'i "hepimizin
annesi" olarak selamlamış. Henry Miller’ın eserlerinde ne kadar açık sözlü
olduğunu, bu nedenle kitaplarının onlarca yıl ABD’ye sokulmadığını, Türkiye
dahil birçok ülkede yasaklandığını biliyoruz. Bu nedenlerle 1989’da kitaplaşan
bu mektuplar iki yazarı da tanıyan okurları şaşırtmıyor. Ama bu romanlara,
filmlere konu olmuş aşk üçgenini gerçek kahramanlarının kalemlerinden, en ince
ayrıntısına kadar okumak ayrı bir zevk. “Edebi Bir Tutku” mektuplardan oluşmuş
dev bir aşk romanı halini alıyor.
Anais Nin ve Henry Miller 30’lu yıllarda çok yoğun bir aşk
yaşasalar ve aşkları nihayete erse de daha sonra ilişkileri kopmamış. Dost olarak
kalmışlar. Edebi olarak birbirilerine destek olmaya, görüşlerini bildirmeye
devam etmişler, zaman zaman da buluşmuşlar.
“Edebi Bir Tutku” çok boyutlu, farklı açılardan okunup
sevilebilecek bir kitap. Büyük bir aşkın öyküsü. Aynı zamanda da Anais Nin ve
Henry Miller’ın yazarlıklarını, eserlerinin niteliklerini ve yazılma
süreçlerini ayrıntılı olarak yansıtıyor. İki Dünya Savaşı arasında Paris’te
yaşanan bohem hayatı, “yitik kuşağı” oluşturan yazarları, dönemin sanatçılarını
tanımak, aralarındaki ilişkiyi öğrenmek açısından da önemli bir kaynak 18.01.2017
Yorumlar