Kitabın kapağında, çok güzel, tatlı, şirin ama bakışlarından
zeki ve yaramaz olduğu anlaşılan bir kız çocuğu var. 4-5 yaşlarında olmalı.
Tertemiz elbiseler giyilmiş, fotoğrafçıya gidilip poz verilmiş. Sibel Baykam’ın
“Bir Acayip Kız Çocuğu” adlı kitabının kapağından söz ediyorum. Kitabın kapağı
içinde neler anlatıldığının da mesajını veriyor.
Sibel Baykam 1971 Ankara doğumlu. Altı yaşında İstanbul’a taşınmışlar.
Bostancı ve Ortaköy’de yaşamış. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde
gazetecilik okumuş. 25 yıl Vizyon, Tempo, Marie Claire, Harper’s Bazaar, Skala
ve Marie Claire Maison gibi birçok dergide muhabirlik, yazarlık ve genel yayın
yönetmenliği yapmış. Bazı çağdaş sanatçıların çalışmaları hakkında yazılar
hazırlıyor, çeşitli sergiler düzenliyor. İlk romanı “Kendi Yaşamın Gibi, Buyur
Çekinme!” (Piramit yay.) geçen yıl yayımlanmıştı. Sibel Baykam “Bir Acayip Kız
Çocuğu”nda kendi yaşam öyküsünden bir bölümle geliyor okur karşısına. Çocukluk
çağlarını, 1970’li yıllarda yaşadıklarını anlatıyor.
“Yuvaya başlar başlamaz kabakulak kaptığımda, yüksek ateşin
yarattığı kabusların etkisinde, öleceğime inanmıştım. Tek derdim öpüşemeden
ölecek olmamdı. Annem ‘Canım merak etme, iyileşeceksin’ dedi, ama öpüşmemle
ilgili bir bilgiye ulaşabilmiş değilim. Oysa yan dairedeki liseli oğlan çok
uygun. Ama aileler bunu öngöremiyor.”
Kitabın arka kapağında yer alan bu alıntı Sibel Baykam’ın
neyi, nasıl anlattığını iyi örnekliyor. 70’li yıllar. Ankara’da yaşıyorlar.
Anne TRT’de yapımcı, baba emekli,
ağabey lise çağlarında, evde bir de yaşlı anneanne var. Bunları kitabı okudukça
anlıyoruz. Önsözde bir ipucu vermemiş Sibel Baykam. Kitabın içinde biyografisi
de yer almadığından ilişkilendiremiyorsunuz. Bunun, somutlaştırmamanın,
bilinçli bir seçim olduğu anlaşılıyor. Herhangi bir yerde, herhangi bir kız
çocuğu olarak anlatmak istemiş anılarını.
Yerler ve mekânlar da küçük bir kız çocuğu ne kadar
algılarsa o kadar bildiriliyor. Semt ya da sokak adı verilmiyor. Büyük cadde,
dar sokak, kocaman bina gibi tanımlamalarla yetinilmiş ama okula gitmeden çok
önce okumayı söken o cingöz kızın evinin adresini bilmediğini düşünemiyorum. Eski
bir Ankaralı olarak da olayları belleğimde görselleştirebilmek için
Bahçelievler’de mi yoksa Küçükesat’ta mı yaşıyorlar merak ediyorum. Dediğim
gibi bilinçli bir yazar tercihi söz konusu.
Ama kitabın kahramanı “herhangi bir kız çocuğu” değil. Her
çocuk gibi kendine has özellikleri var ve bunlarla diğerlerinden farklılaşıyor.
Bir kere çok yaramaz. Boş bıraktığınız her an yaramazlık yapıyor ve çevresine
zarar veriyor. Yaramazlığını şirinliği ve zekası ile dengeliyor. Zekası ile
cezalardan kurtulmayı başarıyor. Cezadan kurulamazsa şirinliği ve tatlılığı ile
cezayı affettirmeye ya da o da olmazsa hafifletmeye çalışıyor. Bunda da
çoğunlukla başarılı oluyor.
Akranlarından daha çelimsiz ve zayıf. Bu hali kendisiyle
yaşıt olan kuzeni ile karşılaştırılıp eleştirilmesine neden oluyor. Zaten iyi
arkadaşı olan kuzeniyle hemen her konuda karşılaştırılıyor. İyi örnek hep
kuzen. Akranlarından daha ufak ama daha zeki olduğu kesin. Okumayı kendi
kendine çözmüş. O da yetmemiş babasını dinleye dinleye Arap alfabesini de öğrenmiş,
eski Türkçe okuyor ama anlamıyor. Anneannesinden dinledikleriyle Macarca’yı da
sökmek üzere.
O herhangi bir kız çocuğu olmadığı gibi ailesi de
benzerlerinden farklı. Şimdi bile garipsenecektir ama 70’li yıllarda hiç
rastlanmayacak bir biçimde anne çalışıyor, baba evde oturup ev işleri yapıyor
ve çocuklarla ilgileniyor. Çocuklarını modern bir anlayışla büyütüyorlar. Bir
fiske bile vurmuyorlar ve küçük kız bu eğitim anlayışını kendi lehine
kullanmayı biliyor.
Baba ile anne arasında 30 yaş fark var. Babayı dedesi
sanıyorlar. Ama ailenin içindeki karşılıklık bununla bitmiyor. Karmaşık bir
yapı var. Küçük kız, çeşitli zamanlarda anne ve babasının geçmişleri hakkında
başka bilgiler de ediniyor. Bu karmaşık ilişkileri anlatmayayım kitabı okurken
öğrenin. Ama oldukça şaşırtıcı olduğunu ve küçük bir kızda travma yaratacak nitelikler
de taşıdığını da söyleyeyim.
Günümüzde olsa hiperaktif mi acaba diye pedagoga, psikoloğa götürülecek
bir çocuk. Hayata kendine has bir bakışı, o yaşta bir yaşam felsefesi var.
Büyüklerin öğütlerine pek kulak asmıyor. Uyarıları ise kendi hayat anlayışına
uyduğu kadar dikkate alıyor.
Sibel Baykam 3-4 yaşından 11 yaşına kadarki dönemi anlatıyor
“Bir Acayip Kız Çocuğu”nda (2017, Piramit yay.). Kuşkusuz burada temel sorular
neyi ne kadar anımsadığı ve nasıl anlattığıdır. Çoğumuz çocukluğumuzdan çok az
şey anımsarız. Anımsadığımızı sandığımız şeylerin çoğu da aslında büyüklerin,
anne babanın, ninenin, dedenin anlattıklarını benimsememiz, geliştirmemizle ile
oluşur. Bunlar da parça parça şeyler, küçük anekdotlardır ve çoğunlukla “ah sen
yaramazdın!” denilerek fıkra tadında anımsatılır. Sibel Baykam anlatısını bu
yapıda kurmuş. Kısa bölümlerde küçük anekdotlar anlatıyor.
Sanıyorum çocukluk yıllarını beş kitapta anlatan Thomas
Bernhard’a atıfla kitabın adının altına “deneme” diye yazmış ama “Bir Acayip
Kız Çocuğu” bir anlatı. Tüm anlatı küçük kızın ağzından. Araya büyüklerden
yorum katmıyor, bugünden bakıp o günleri, olayları yorumlamıyor. Dobra, gizlisi
saklısı yok. Kendine karşı merhametli değil. Oldukça gerçekçi. Küçük kızın aklında
öpüşmek de, pipi görmek de var. Bunları ne kadar becerdiğini de abartmadan
anlatıyor.
Anekdotlar, anı parçaları birleşip esas anlatıyı
oluşturuyor. Başta küçük kız olmak üzere kişilikler, karakterler
belirginleşiyor. Üstelik anlatının tadına kapılıp benzer anekdotlarla lafı
uzatmıyor. Tadında bırakıyor. Kitap 130 sayfa.
Sibel Baykam’ın “Bir Acayip Kız Çocuğu”nu keyifle, merakla okudum. Bir
kız babası olarak da çok şey öğrendim, dersler çıkarttım. Şimdi bu şirin, zeki
ama çok yaramaz kız çocuğunun 11 yaşından sonra neler yaşadığını merak
ediyorum.18.05.2017
Yorumlar