Kerem Eksen’in yeni romanı Uyku Krallığı tek bir günde
geçiyor. Kronik sinüzitten muzdarip Fikret hasta yatağında yarı uyur yarı
uyanık bir halde yakın ve uzak geçmişini anımsayıp kendiyle hesaplaşmalara
giriyor.
Fikret tarih öğrenimi görmüş. Üniversitede öğretim üyesi.
Evli. Bir zamanlar edebiyatla ilgilenmiş, şiir yazmış. Üniversite eğitimi,
evlilik ve şairliği romanın düğüm noktalarını oluşturuyor. Yatakta taktasiz
yatarken sinüzitin verdiği ateşle düşünceleri bu konular arasında gidip
geliyor, bazı anlar, anılar canlanıyor. Bu anlar, anılar üzerinden de kendini
sorguluyor.
Hasta yatağında geçmişini eşelerken bugün de tüm
sıcaklığıyla yaşanıyor. İstanbul ayakta. Taksim’de gösteriler yapılıyor.
Öğretim görevlisi olduğu okulda da direniş var. Fikret de orada olmak istiyor
ama hastalığı nedeniyle yatağa çakıldığı için canı sıkkın.
ABD’de küçük bir kent olan Wisconsin’de tarih doktorası
yapmış. Karısıyla birlikteler. İstanbul’daki her şeyden kopmuş kendini büyük
bir trajedi içinde hissediyor. Nilgün gerçekçi biri olarak Fikret’in
mızmızlandığını düşünüyor ve ona beklediği ilgiyi göstermiyor. Belki de bu hal
Fikret’in Nilgün’le yabancılaşmasının ilk işareti. Fikret üzerine titrenmesini
istiyor, Nilgün abarttığını düşünüp ilgilenmiyor.
Büyük bir şehrin karmaşasından sonra küçük bir yerin sessiz
sakinliği. Bunun üstüne gelen yalnızlık. Karı – koca yalnızlar. Pek dostları
yok. Bu arada müthiş bir nostalji ile Türkiye ile ilgili her şeyin peşine
düşüyorlar. Türk bakkalı arıyorlar. Türk müziği, Türk yemekleri gündemlerinde.
Bu sırada rastladıkları, Türkiye’de olsa belki dost olmayacakları bir çift,
Atalay ve Filiz can simitleri oluyor.
Fikret, Wisconsin günlerini üniversitedeki hocası Paul Nathan’ın
verdiği bir davet üzerinden anımsıyor. Osmanlı tarihi konusundaki tanınmış
uzmanlardan olan Paul Nathan onun için aynı zamanda bir rol model. Nathan’ın
Osmanlı tarihi ile ilgili nadide eserlerle dolu olan kitaplığına hayran
kalıyor. Ama bir köşede camlı bir dolaba dizilmiş şiir kitapları yeni bir
çağrışım yapıyor.
Şair Fikret Efendi’yi anımsıyor. Üniversite yıllarında
arkadaşları ile birlikte Eşik adında bir dergi çıkartmışlar. O derginin çıkması
sırasında yaşananlar... Büyük bir şair olma, büyük bir şiir yazma umutları...
Egoların yarışması, girişilen gereksiz kavgalar sonucu derginin kapanması...
Fikret şair olamıyor ama o günlerde rastladığı, sesine
hayran olduğu Nilgün’de aşkı buluyor. Nilgün’le tanışmaları. O sırada ilgi
alanında olan diğer kızlar. Onlarla kurulan, kurulamayan ilişkiler de Fikret’in
hasta yatağında sorguladığı anılardan. Nilgün’le olmaktan ne denli hoşnut
anlamaya çalışıyoruz.
“Akmcılar’daki o pazar günü” yinelemeleri ile başlayan
bölümler, hasta yatağında yatarken girdiği hesaplaşma, sadece birer paragraftan
oluşan bölümlerin yazılış biçimi, üslubu, yinelemelerle sarmal biçiminde
kendine dolanan anlatım Thomas Bernhard’ı anımsatıyor. Bir Thomas Bernhard
muhibi olarak bu tarzdan hoşlandığımı söylemeliyim. Tek sorun romanın uzunluğu.
Thomas Bernhard az ve öz yazması ile de ünlüdür. Kerem Eksen’in Uyku Krallığı
(Nisan 2017, Everest yay.) 231 sayfalık hacmi ile uzun bir roman değil ama
Thomas Bernhard tarzı için kalın. O nedenle de son bölümlerde okuru yoruyor,
tekrara düşüyor hissi uyandırıyor. Biraz daha kısa olsaymış tam tadında
olacakmış.
Kerem Eksen’in Uyku Krallığı’nın Thomas Bernhard tarzından
esas farkı içeriği. Thomas Bernhard anlatılarını eleştiri üzerine kurar. Onun
kahramanları acımasız ve sert bir dille bayağılığı, sıradanlığı, özellikle
devlet yapısını ve kurumlarını eleştirir, yerden yere vururlar. Kerem Eksen’in
Fikret’i ise kendi deyimiyle “mızmız”. Düzen karşıtı eylemlere katılmak istiyor
ama esas olarak kendiyle ilgili. Kendini, geçmişini didikliyor. Kahramanını tüm
hataları ve zaaflarıyla gözler önüne seriyor. Bunu ironik bir dille, mizahi ton
yakalayarak yapıyor. Bernhard’ın tarzını başarıyla dönüştürüp
kendileştiriyor. 08.06.2017
Yorumlar