Sur lise öğrencisi. Sevgilisi Norma ondan yaşça büyük bir
işçi. Genç, güzel bir kadın. Romanın adına uygun olarak gerçekten de Meteliksiz
Âşıklar... Norma’nın iş saatleri dışındaki zamanı olabildiğince çok birlikte
geçirmek istiyorlar. O birlikteliklerde de yalnız olmak, sevişip koklaşmak...
“İki meteliksiz âşık bir gün gezmeye gitmişler…” cümlesi bu
nedenle anahtar cümle sayılabilir. İstanbul’un parklarında, daha çok zaman varsa
Adalar’ın kuytu yerlerinde yalnız kalmaya çalışıyorlar. Ama bu arzu hemen hiç
gerçekleşmiyor. Sur her zaman çevrelerinde röntgenciler olduğu kanısında. Bu
vehiminde çoğunlukla haklı, bazen boşuna kuruntuya kapılıyor ama bu ruh hali
aşkını gönül rahatlığıyla yaşamasına engel.
Sur lise öğrencisi ama okula gittiği vaki değil. Gelecek
tasarılarında okulu bitirmek değil, bir an önce bir iş bulup sevdiğiyle
evlenmek var.
Okul arkadaşlarıyla da ilişkisi kalmamış. Mahalleden
arkadaşı olmadığı da anlaşılıyor. İki kardeşi ile de pek bağı yok. Kız kardeşi
zamanla ona yakınlaşmaya, destek olmaya çalışsa da Silva’yı fazla meraklı
bulduğundan ondan yardım almaya çekiniyor. Yani oldukça yalnız.
Anadolu’dan gelip İstanbul’da bir dükkan sahibi olabilmiş,
Ermeni cemaati içinde saygı duyulan biri olan babası Sur’un en çok çatıştığı
kişi. Çünkü sevgilisi ile gezip tozması için cep harçlığından fazlasına
ihtiyacı var ve babası vermiyor. Eskiden onu babaya karşı koruyan anne Sur’un
kendinden yaşlı, üstelik işçi bir kızla birlikte olmasını istemediğinden
babayla birlikte tavır alıyor. Annebabayla oğul arasındaki çatışma romanın ana
eksenlerinden birini oluşturuyor.
Zaven Biberyan romanın yapısını Sur’un çevresinde böyle
kurduktan sonra halka halka toplumsal eleştirilere girişiyor. Babanın
otoritesindeki geleneksel aile yapısı ilk hedefi. Sur ailesine isyan halinde.
Evi sadece yatıp uyumak ve karnını doyurmak için kullanıyor. Babasının hiçbir
sözünü dinlemediği gibi o yokmuş gibi davranıyor. Annesine de kendinden yana
tavır almadığı için düşman. Sur’un kardeşleri de benzer hallerdeler. Dışarıdan
bakıldığında ideal görünen aile akşam yemeklerinde aynı masa etrafında bile
toplanamayacak kadar dağılmış. Sur’un ailesi ve toplumla iletişimsizliği bir
başka boyutu oluşturuyor.
Sur babasının Ermeni Cemaati içindeki konumunu da
küçümsüyor, annesinin küçük burjuva özentiliklerini de... İşçi kız Norma ile
birlikteliğinin onların yaşam biçimine, muhafazakâr bakış açılarına tepki
kaynaklı olduğunu da düşünebiliriz. Gelecek planında Norma’yı alıp eve gelin
olarak getirmek değil, bir iş bulup sevgilisi ile kaynanasının yanına yerleşmek
var. Yani küçük burjuvalıktan işçi sınıfına geçiş yapmak istiyor. Ama buna
cesareti olmadığını, nihai adımı atamadığını da söylemeliyiz.
Romanın geçtiği 1950’ler Türkiyesi, Demokrat Parti dönemi,
bir değişimin, tek parti iktidarından çok partili demokrasiye geçişle
kapitalistleşmeye evrimleşmenin yaşandığı bir dönem. Norma ile Sur’un İstanbul
sokalarında, özellikle Adalar’da yaşadıkları, Sur’un gözlemleri Türkiye’nin
yaşadığı değişimi de romanın arka planını oluşturuyor.
Zaven Biberyan toplumcu bir yazar. Çağdaş Ermeni
edebiyatının önemli adlarından biri olmasının yanında Türkiye sosyalist
hareketinin de önemli kişilerinden. Ermenice gazetelerde yazarlığa başlamış.
İlk öyküsü 1945’de yayımlanmış. “Sosyalist düşüncelerinden dolayı gelen
baskılar sonucu gazeteden ayrılmak zorunda kaldı” deniyor biyografisinde. Ama
aynı zamanda Ermeni aleyhtarı bazı tutum ve yayınlara karşı da mücadele
veriyor. Kovuşturmaya uğrayıp hapis yatıyor. Sonra da vatanını terk etmek
durumunda kalıyor. 4 yıllık Beyrut sürgününden döndüğünde de mücadelesine
kaldığı yerden devam ediyor.
Türkiye İşçi Partisi'nden 1965 genel seçimlerinde İstanbul
milletvekili adayı oluyor. 1968 yerel seçimlerinde yine TİP’ten İstanbul
Belediye Meclisi üyeliğine seçiliyor ve meclis başkan yardımcılığı yapıyor.
Dönemin birçok toplumcu yazarına benzer bir yaşam öyküsü var. Gazetecilik
yaparak geçimini sağlıyor, siyasi mücadelede yer alıyor, bir yandan da edebi faaliyetini
sürdürüyor, romanları, öyküleri yayımlanıyor.
Zaven Biberyan’ın eserlerini toplumcu edebiyatımız içinde
değerlendirebilirdik. Bu değerlendirmeyi yapamamamızın nedeni yabancı dillerden
çeviri yapacak kadar iyi bir Türkçesi olmasına rağmen bilinçli olarak kitaplarını
Ermenice yayınlatmayı tercih etmesi. Modern Ermeni romanının kurucu adlarından
olduğunu düşünüyorum. Ama değerinin anlaşılması ancak ölümünden sonra olmuş.
Zaven Biberyan 40’ların 50’lerin toplumcu edebiyatı içinde ama
farklı da. Yine aynı dönemin Dünya edebiyatında gelişen ve Türkiye’de 50
Kuşağı’nın izlediği varoluşçuluğun da eserlerinde izleri var. Meteliksiz
Âşıklar’ın kahramanı Sur bir açıdan bakıldığında Albert Camus’ün Yabancı’sı ile
Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı ile yakınlıklar kurar. Yusuf Atılgan’ın Aylak
Adamı’na oldukça yakındır ama topluma bakışı ve eleştirileri daha bilinçli ve
keskindir. İsyan eder, tam ifade edemese de değiştirme, o da olmazsa değişme,
işçileşme umudu besler.
Meteliksiz Âşıklar’ın (Haziran 2017, çev. Natali Bağdat,
Aras yay.) Türkçe çevirisi’nin girişinde Marc Nichanian’ın sunuşu var. Marc
Nichanian’ı ‘Edebiyat ve Felaket’ (İletişim yay.) kitabıyla tanıyoruz. Marc
Nichanian’ın Biberyan ve eseri hakkındaki çözümlemelerinin birçoğuna katılıyorum.
Ama “Roman yazma ve komünist ütopya aynı dünyanın parçası olamazlar. Biri,
diğerinin bir nevi tersidir” anlayışı çözümlemesini tamamen sakatlıyor. Bunun
aksi binlerce örnek vermek mümkün. Nichanian yazısının konusu olan Biberyan
örneğinde bile bu tezini kanıtlayamıyor.
Meteliksiz Âşıklar’dan Zaven Biberyan’ın toplumcu dünya
görüşünü içselleştirdiğini, ideolojik anlayışının eserlerine yansıdığını
görüyoruz. Biberyan’ın başarısı toplumcu bakış açısı ve varoluşçuluğu
harmanlayarak kendine has, özgün eserler meydana getirmesidir. 50 yıl sonra
eserlerini hâlâ merakla okuyorsak bu durum başka türlü açıklanamaz. 22.06.2017
Yorumlar