Anlatıcının annesinin karnında doğmayı bekleyen bir bebek
olduğu bir roman Ian McEwan’ın Fındık Kabuğu. Ian McEwan’ın iyi bir anlatıcı
olduğunu, ele aldığı her konuyu ilginçleştirmeyi iyi bildiğini biliyoruz. Ama
bir fetusu anlatıcı olarak kullanmak oldukça iddialı.
Fetus, diğer adıyla cenin “üçüncü gebelik ayı başından
doğuma kadarki devre içinde ana rahmindeki canlıya verilen addır” diye
tanımlanıyor. İlk sekiz haftanın bitimiyle, dokuzuncu ve kırkıncı haftalar
arasını kapsayan fetal dönem başladığı ve fetal dönemde, embriyonal dönemde
oluşan organ sistemlerinin geliştiği söyleniyor. Yani Trudy’nin rahmindeki
bebeğin bazı organları gelişmiş. Baş, kollar ve bacaklar şeklini almış.
Bunlardan kulağının iyice geliştiğini ve annesinin çevresindeki konuşmalara
şahit olduğunu anlıyoruz. Fetusun sesleri 16. haftadan itibaren duymaya
başladığı da belirtiliyor. Bebekler bu dönemde ani çarpma gibi seslere
sıçrayarak tepki gösterebilmekteymiş. Önce anne sesini duyuyormuş. Anne kalp
atışlarının sesi ve anne sesini duyduğu sürece kendi yaşamına dair bir tehdit
olmadığına inanacak ve huzur duyacaktır, diye de belirtiliyor. 24. haftadan
sonra ise etraftaki diğer bütün sesleri de duyarmış. Nelerin destek, nelerin
tehlike olduğunu anlamada duyduklarının önemli faydası varmış. (bkz.
hurriyetaile.com/hamilelik/hamilelikte-saglik/siz-konusun-o-sizi-duyar_1696.html)
Ian McEwan bu tip bilgiler üzerine kuruyor romanını. Kitabın
arka kapağında da belirtildiği gibi, Hamileliğinin son aşamasındaki Trudy,
ihanet ettiği kocası John’u kafasının karışık olduğu bahanesiyle evlerinden
uzaklaştırdıktan sonra son derece sığ, çıkarcı ve bayağı kayınbiraderi
Claude’la yaşamaya başlar. Trudy ve Claude, John’a ait paha biçilemez eve
konmak için planlar yaparlar. Fakat bu kumpası ilk aşamasından beri takip eden
bir kulak misafirleri vardır: Trudy’nin rahminde, kendisini bekleyen geleceğe
doğup doğmama konusundaki kararını henüz verememiş bir fetüs.
Bir fetusun anlatıcı olması çok cazip ama bir süre sonra
roman türünün yapısı gereği geçmişe göndermeler, bazı bilgi aktarımları,
anımsamalar gerekince bir fetusun bu kadar çok şeyi bilemeyeceğini ya da DNA’lar yoluyla anne ve babasıdan alamayacağını
düşünüyorsunuz. Yani fetus anlatıcı olarak inandırıcılığını kaybediyor. McEwan
durumun farkında küçük müdahaleler ve açıklamalarla durumu düzeltmeye çalışıyor.
Hamile annenin yatarken sürekli dinlediği podcast’lerden birçok bilgiyi
edindiğini söylüyor. Podcast’ler, bir programın internette bulabileceğiniz bölümleri.
“Podcast’ler genellikle orijinal ses veya görüntü kayıtlarından oluşuyor; ancak
bir TV ya da radyo programının, dersin, performansın veya başka bir etkinliğin
kaydedilmiş yayınları da olabilir” diye tanımlanıyor (bkz. apple.com/tr/itunes/podcasts/fanfaq.html).
Podcast’lerden edinilen bilgiler pek çok ve çeşitli. İnsan ilişkilerine ya da
sağlığa değindikleri gibi Dünya’daki siyasi gelişmeleri de ele alıyorlar. Ama
okur için artık anlatıcı fetus değil yazar oluyor. Fetusun konumundan
duyabildiği kadarıyla olayları aktaran bir anlatıcı. Aslında bu da yeterince
ilginç bir konum anlatıcı için. Her şeyi bilemiyor, hiçbir şeyi göremiyor. Bazı
şeyleri yorumlamak zorunda kalıyor.
Fındık Kabuğu’nun kahramanı (Ağustos 2017, çev. İlknur
Özdemir, Yapı Kredi yay.) ile ilgili olarak bir Hamlet benzetmesi var, “Edebiyat
tarihinin en genç Hamlet’i deniyor. Bilindiği gibi Danimarka'da geçen oyunda
Prens Hamlet'in, kral olan babasını öldürdükten sonra tahta geçen ve annesi
Gertrude ile evlenen amcası Claudius 'tan nasıl intikam aldığını anlatılır.
Hamlet’i temel alan birçok roman olduğu biliniyor. Fındık
Kabuğu hakkında yazan eleştirmenler bunun artık bir orjinalitesini kalmadığını
düşünüyor. Anlatıcının bir fetus olması da bir yenilik değilmiş. Lawrence
Sterne’in Tristram Shandy'inde, ana karakter hayatını rahim ile
ilişkilendiryormuş. Tersten yorumlama yaparsak Ömer Türkeş gibi “Ian McEwan
‘Fındık Kabuğu’nda iki büyük klasiği birleştirmeyi başarmış” da
diyebiliriz (bkz. “İki Kişilik Delilik”,
Hürriyet Kitap Sanat, 28.09.2017). Bence de McEwan iki büyük klasiğe gönderme
yapıyor, metinlerarası ilişkiler de kuruyor. Konuyla ilgili akademisyenler için
iyi bir malzeme olabilir roman.
Bir fetusun babasının öldürülmesini nasıl önleyeceği tabii
ki merak konusu. İlk akla gelen babasının öldürüleceği sırada doğum aşamasını
başlatması olabilir. Bir başka olasılık da kendini öldürerek annenin de
sağlığını riske sokmak olabilir. Bir fetus bunları başarabilir mi, bilemiyorum.
Romanın üç ana karakteri var. Genç güzel bir kadın olan
Trudy, tanınmış bir şair ve şiir yayıncısı olan kocası John ve inşaat ve emlak
işleriyle uğraşan kayınbiraderi Claude. Roman geliştikçe bu üç karakterin diğer
özelliklerini de öğreniyoruz.
Trudy kocasında yaşça oldukça genç bir kadın. John’la büyük
bir ihtimalle tanınmış bir şair olduğu için evlenmiş ama zamanla onun aslında
hem şiirde hem de yayıncılıkta maddi açıdan başarısız olduğunu görünce
kayınbiraderi Claude’la ilişki kurmuş. Trudy’nin herhangi bir işi olmadığı
anlaşılıyor. Ev işleriyle de ilgili değil. Günlerini daha çok uzanıp şarabını
yudumlayarak geçiriyor.
Claude sevimsiz ve çıkarcı biri. Bir dönem başarılı olduğu
ve çok kazandığı anlaşılan inşaat ve emlak işleri iyi gitmiyor. Kazandığı büyük
para tükenmek üzere. Ağabeyini öldürüp çok para edeceğini bildiği evi ele geçirerek
büyük bir servete kavuşacağını düşünüyor.
John’un birçok şair gibi edebiyat çevrelerinde tanınıp
sevildiğini anlıyoruz. Yayıncılığını da iyi şiir kitaplarını basmak yeni
şairler tanıtmak amacıyla yapıyor. Amacı büyük paralar kazanmak değil iyi
kitaplar yayımlamak. Dünya’ya da şairane bakıyor. Karnında kendi çocuğunu
taşıyan çok sevdiği karısını yeniden kazanmak ve uzaklaştırıldığı evine dönmek
istiyor. Ne olup bittiğinin, karısıyla kardeşinin ilişkisinin farkında olduğunu
da düşünebiliriz.
Fındık Kabuğu bir Hamlet uyarlaması gibi görünse de aslında
tipik bir kara romana, polisiyeye dönüşüyor. Ian McEwan gerilimi ustaca
kullanır. Beklenen cinayet işlendikten sonra katillerin yakalanıp
yakalanmayacağını ve yakalancaklarsa bunun nasıl, hangi delil ve gelişmelerle
olacağı konusunda yine iyi bir olay örgüsü kurmuş.
Fındık Kabuğu bir başyapıt değil ama iyi bir roman. Merakla
okunmakla kalmıyor, anlatımı, anlatıcısı ve yaptığı göndermeler açısından da
üzerinde düşündürüyor. İlknur Özdemir gibi usta bir çevirmen de çevirmiş, yani
Türkçesi de güzel ve akıcı. Öneriyorum. 19.10.2017
Yorumlar