Doğan Hızlan, gittiğiniz şehirleri o şehrin yazarlarının
kitapları ile gezin, der. Kısa Paris seyahatim boyunca Mine G. Kırıkkanat’ın
“Paris”ini (2017, Kırmızı Kedi yay.) okudum. Kitap Kırıkkanat’ın gazete yazılarından
derlenmiş. Yazılara tarih konmamış, zamansız kalsınlar istenmiş. İçeriklerinden,
arada geçen tarihlerden ne zaman yazılmış olduklarını anlamaya çalışıyorum. Kırıkkanat’ın
1991’de Paris’e geldiği düşünülürse 25 yıllık bir zaman kesiti söz konusu. Kırıkkanat
Paris’i yürekten seviyor, benimsemiş. Bir “Parisli” olmuş. Kitap keyif alarak,
Paris ve Parisliler hakkında yeni bilgiler edinerek okunuyor. Yazılar
denemeleşiyor, denemeler öykü tadı alıyor. Kırıkkanat’ın sözünü ettiği yerleri
görmek, kişileri tanımak arzusu ile doluyorsunuz. O nedenle Paris’i
Kırıkkanat’ın Paris’i ile gezmeli, diye düşünüyorum.
Mine Kırıkkanat, “Hepimizin bir Paris’i vardır. Hem
çoğuldur, hem tekildir. Dolaş dolaşa bildiğin kadar, sev sevebildiğince.
Bitmez” diyor. Benim Paris’im de müze ve kitapçı demek. Üç güne beş müze ve iki
kitapçı sığdırıyorum.
Salı sabahı ilk durağım Marmottan Müzesi. Marmottan en geniş
izlenimcilik koleksiyonuna sahip müze olarak sunuluyor. Koleksiyonunda 100’den
fazla Monet eseri de yer alıyor. ‘Monet collectionneur’ sergisi 14 Eylül’de
açılmış. Kapıda uzunca bir kuyruk var.
Claude Monet büyük bir ressam olmasının yanında iyi bir
koleksiyoncuymuş. Koleksiyonunda Delacroix, Corot, Manet, Renoir, Caillebotte,
Cézanne ve Pissarro gibi ressamların eserleri var. Çoğu ressamlarla eser değiş
tokuşu ile toplanmış. Rodin’in hediye ettiği heykeller dikkati çekiyor.
Petit Palais’in önünden çok geçmişimdir. Ama nedense
karşısındaki Grand Palais gibi onun da sergi, fuar gibi amaçlarla
kullanıldığını düşündüğümdem girip gezmemiştim. Oysa “Paris Şehrinin Güzel
Sanatlar Müzesi” diye anılıyor. Metrodaki afişlerde Petit Palais’de iki
serginin başladığını görüyorum. Biri “L’Art du Pastel”, diğeri de Anders Zorn
retrospektifi. Zorn sergisinin afişindeki resim o kadar etkileyici ki sergiyi görmeye
karar veriyorum. Anders Zorn İsveç’in en büyük ressamlarından, “suluboyanın
virtüözü” olarak anılıyor. 1860-1920 yılları arasında yaşamış. Yolu
İstanbul’dan da geçmiş, Paris’te uzun süre kalmış. Afişte yer alan Sommarnöje adlı tablosu 26 milyon İsveç kronuna
satılmış. Usta bir manzara ressamı olmasının yanında portreleri, nü’leri de
dikkati çekiyor.
“L’Art du Pastel” sergisi ise izlenimci ve sembolist
ressamlardan derlenmiş 150 tablodan oluşuyor. Petit Palais’ın sürekli sergisi
ile birlikte 1900’lerin başlarına kadarki resim ve heykel sanatı tarihini tüm
önemli eserleri ile izlemiş oluyorsunuz.
Centre Pompidou’da David Hocney’in retrospektifi sürüyor. 160
parçalık sergide tabloların yanında, çizimler, baskılar, videolar, fotoğraf
çalışmaları ve kitaplar da yer alıyor. 21 Haziran’da başlayan sergiyi hâlâ
müthiş bir kalabalık izliyor. Salonlardaki eserlere bakmak bir yana yürümek
bile olanaksızlaşıyor zaman zaman. Kendimi Pompidou’nun sürekli sergisine
atıyorum. Centre Pompidou 40. yılı münasebetiyle kolesiyonunun 1905’den 1965’e
kadarki döneminden geniş bir seçki yapmış. Sadece resim ve heykelde değil
mimariden müziğe, sinemadan edebiyata tüm sanat dallarında modernizmi
incelemişler. Petit Palais’daki sergilerle birlikte iyi bir sanat tarihi dersi
almış gibi oluyorum.
Paris seyahatinin hayal kırıklığı Louis Vuitton Vakfı Müzesi. Bois de
Boulogne Parkı’nın içindeki binanın mimarı Frank Gehry. Çağdaş/Güncel sanat
koleksiyonu sergileniyor. Bilet kuyruğu uzun olur diye internetten bilet bakıyoruz.
Uzun bir yol kat edip müzeye ulaşıyoruz. Kapıdaki görevli, bugün sergiler
kapalı, isterseniz içeri girip holü ve terası görebilirsiniz, diyor. Adam başı
9 Euro’ya boş koridorlara bakmamızı öneriyor. Kapalı oldukları gün için bilet
kesiyorlar. Tam anlamıyla Louis Vuitton kazığı.. 27.09.2017.
Yorumlar