Melike sanat tarihçisi. Yunan yönetmen Petro kendisine
e-posta yoluyla ulaşıyor. İstanbul’daki Bizans kiliseleri hakkında bir belgesel
çekeceğini, rehber aradığını yazıyor.
“Petro’yla ilk defa Kanlı Kilise’de buluştuk” diye anlatmaya
başlıyor Melike. Bizans döneminden günümüze kadar ayakta kalan
ve hâlâ kilise olarak korunan tek kubbeli kilise olan Kanlı Kilise
Balat’da. Moğolların Azize Meryem Kilisesi veya Panayia Mukhliótisa diye de
adlandırılan bir Ortodoks kilisesidir, diye anlatıyor Vikipedi. Melike’nin
babaannesi Safinaz’ın eskiden yaşadığı ev de bu kilisenin tam karşısında.
Melike Petro’nun burada buluşma teklifinin bir tesadüf olduğunu sanıyor. Eski
anılarının tekrar canlanacağı heyecanıyla da fazla düşünmeden kabul ediyor.
Petro’nun kendisi ile buluşma amacı başkadır. Kanlı
Kilise’de buluşmalarını teklif etmesi de bu amaca giden yolda önemli bir
adımdır. Teklifine katı bir “Hayır” cevabı almamak için Melike’yi yumuşatacak
bir plan yapmıştır. 19 Temmuz’da saat 19’da buluşma teklifi bile bu planın
simgesel bir parçasıdır.
Melike bu iş teklifini sorgulamaz. Aslında paraya ihtiyacı
olmamasına rağmen kabul eder ve o yaz sıcağında Büykada’daki evinin serinliğini
terk edip yola düşer. Bütün işaretleri görmezden gelir, “kaderinin bu
yabancıyla buluşmasına bağlı olduğunu söyleyen iç sesini de hiçe say”ar. Çünkü
o “anlık heyecanların” peşine düşmeyi seven bir kadındır. “Bir kadın ruhunu
beslemeli, ufak tefek maceralarla onu hep taze tutmalı”dır. “Tek bir erkek asla
yetmez.”
İkircikli duygular içindedir buluşmaya giderken. Artık
yorulduğuna, kocası Sinan’ı aldatmayacağına karar vermiştir. “Aşk da haz gibi
hep aynıydı. Tekrarlandıkça tadı kaçıyordu” diye düşünür. Ne de olsa 40’ına
varmıştır.
“Petro’nun önce dudaklarını gördüm” diye anlatır fikrinin
nasıl değiştiğini anlatırken. Koyu pembe, vişne gibi dudaklar genç adamın
kanının kaynadığının işaretini vermektedir.
Aralarında dostane bir kucaklaşma yaşanır. Uzun boylu, geniş
omuzlu bu gencin bakışlarında ısrarlı bir şey vardır. Petro’yu çoktandır
tanıdığı gibi bir hisse kapılır. “Yüreğim hızlandı” diye anlatır Melike.
Yaz Sıcağı’nın (Mart 2017, Doğan Kitap) ilk beş sayfasında
anlatıyor bunları Defne Suman. Bir aşk hikâyesi başlayacak diye düşünüyoruz.
Başarılı bir “teaser” aslında ilk sayfalar, merak uyandıracak, kışkırtacak bir
çok küçük ayrıntı bu ilk karşılaşmadaki aşk sahnesinin içine yerleştirilmiş.
Tabii fragmanın başarısını romanı okuyup bitirdiğinizde anlıyorsunuz.
Melike arada bir yerde babasının izini sürmekten de söz
ediyor. Kendilerini neden, niçin, nasıl bir hayat uğruna terk ettiğini öğrenmek
ihtiyacı hissetmediğini söylediği babasını 29 yıldır görmemiş. Bu sözleri
etmesinden bile aklının bir köşesinde hep babasının olduğunu da anlayabiliriz.
Hayat aslında tesadüflerle gelişir. Ama bir öyküde, bir
romanda ya da filmde tesadüflerin sayısı arttığında rahatsız olur, “bu kadar da
tesadüf olmaz ki!” diyerek eseri inandırıcı bulmadığımızı ifade ederiz.
Defne Suman daha ilk sayfada kahramanına “Meğer hiç bir şey
tesadüf değilmiş” dedirtiyor. Yaz Sıcağı’nın ilk bölümlerinde ard arda gelen
olaylar ilk bakışta tesadüf olarak görünse de ilerleyen sayfalarda bir mantık
içinde birbirine bağlandıklarını görüyoruz.
Petro’nun Melike’yi buluşu rastlandı değil, çok bilinçli bir
seçim. Petro ölüm döşeğindeki babası ile buluşturmak, son bir kez görüşmelerini
sağlamak amacıyla Melike’yi rehber olarak tutmuş. Babaannesi ile, babası ile
ilgili anıları canlandırıp yumuşatacak, sonra da ikna edip babasının yanına
gitmesini sağlayacak. Plan bu ve başarılı bir şeklide de işliyor.
Melike’nin ilk görüşte Petro’ya âşık olması, Petro’nun da
ona ilgisiz kalmaması ile kendilerini daha ilk gece yatakta bulmaları ile her
şey biraz karışmış gibi oluyor ama bunun bile bir tesadüf olmadığını anlıyoruz.
“Hepsi Petro yüzünden. Babaannemin anısını getirmişti işte.
Yanında da babamınkini” der arka kapağa da alıntılanan paragrafta Melike.
Petro’nun babası ile buluşmayı hem de babaannesinin mahallesinde teklif etmesi
yıllardır bastırıp unutmaya çalıştığı anılarının birer birer canlanmasına neden
olur.
Daha babası ile buluşup gerçeklerin bildiğinden ne kadar
farklı olduğunu öğrenmeden bir dizi aile sırrını anımsamaya başlar.
Babaannesinin gerçek kimliğinin ortaya çıkması aile içi sırların çözülmesindeki
önemli anahtarlardan biridir.
70’li yılların başında gelişen siyasi olaylar romanda bir
boyut oluşturur. 12 Mart Darbesi ardından aslında pek etliye sütlüye karışmamış
olan babası aileyi Antalya yakınlarındaki bir köye taşımıştır. Çağdaş hiçbir
olanağın olmadığı bu köyün eski adıyla Simena yani günümüzdeki Kale Köy
olduğunu tahmin ederiz. Ulaşım sadece deniz yoluyla sağlanmaktadır.
İstanbul’dan gelen Babanane Safinaz’ın intihar haberi ile
ailenin düzeni bozulur. Annesinin cenazesini kaldırmaya giden baba bir daha
dönmez. Melike babasının bir kadın için aileyi terk ettiğini öğrenir. Küser. Yaşamda
en çok sevdiği kişiyi belleğinin derinliklerine iter, bir daha adını anmaz.
Babasını görmeye ikna olup yola çıktığında gittiği yer bile
gerçeklerin bildiğinden çok daha farklı olduğunu işaretler. Kıbrıs’a hem de
güneyine gideceklerdir. Atina’da yıllardır görüşmediği halası ile buluşması
bazı sırları aydınlatır. Güney Kıbrıs’ta bir köyde yaşayan babası da sadece çok
sevdiği kızını görmek değil kendisi hakkındaki gerçekleri de anlatmak
arzusundadır. Babasının neden geri dönmediğini, babaannesinin intiharının
nedenini, annesinin sinir hastası olmasının sebeplerini anlar.
Yaz Sıcağı bir aşk öyküsü gibi başlasa da çok farklı
boyutlara evriliyor. Çok sevmesine rağmen kısa ilişkilerde kocasını aldatması
ve hep geri dönmesi ile somutlanan Melike’nin ruh hali ve nedenleri başlı
başına bir roman konusu olabilecekken, aile içi sırlar, değişen gerçeklikler,
Babaannenin değiştirilen ve gizlenen kimliği, 70’li yılların siyasi ortamı gibi
her biri bir roman konusu olabilecek boyutlara varıyor. Özellikle 20 Temmuz 1974'de başlayan Kıbrıs Barış Harekatı diye adlandırdığımız adaya Türk Ordusu’nun çıkması öncesi ve
sonrasında yaşananların anlatıldığı son bölümler ayrı bir roman olarak işlense iyi
olurmuş. Konu Türk romanında o açıdan hemen hiç işlenmedi.
Defne Suman iyi bir anlatıcı. Yaz Sıcağı’nın sağlam bir
kurgusu var. Merak unsurunu hiç eksiltmeden insanın varoluşunu belirleyen
konulara derinleşmesini biliyor. Ayrıntılı, çok boyutlu bir roman. Defne Suman
ayrıntılarda kaybolmadan romanı geliştirmeyi başarmış. Yeni romanlarını merak
edeceğim. 21.12.2017
Yorumlar