Emirhan
Burak Aydın ilk romanı Gözlemci Olarak Buradayız’da
Kaybedenler Kulübü’ne üye olmaya aday bir grup gencin bir kısa film çekimi
sırasında ve sonrasında birlikte yaşadıklarını anlatıyor. Roman 19 Şubat 2014
akşamı yaşanan bir dizi cinayet olayının öyküsü ile başlıyor. Önce bebeklik
çağındaki çocuğunu bıçakla öldüren adam ardından televizyon karşısında
uyuklayan karısını boğazlıyor. Daha sonra evden çıkıp apartmanın altındaki
bakkalın sahibini ve oğlunu tabanca ile öldürüyor ve tabancayı ağzına sokup
kendini öldürüyor. Soruşturmada tabancanın başka birinin olduğu ortaya çıkıyor.
Daha sonra tabancanın sahibi de kendi evinde fare zehiriyle ölmüş olarak
bulunuyor. Bu cinayetin de tabancayı elde etmek amacıyla işlendiği düşünülüyor.
Olayları gazeteden okuyan Derin bu konuda bir
film çekmeyi düşünüyor. HD görüntü çekebilen bir fotoğraf makinesi var. Daha
önce fanzin için tanıtım, şiir klipleri ve arkadaşı Yusuf’la birlikte bir kısa
film çekmişler. “Dogma filmi gibi çekeriz” diye düşünüyor. Sert, tamamen
gerçekçi bir kısa film. Dogma 95 Manifestosu’na göre çekilecek. Danimarkalı
sinemacılar Thomas Wintenverg ve Lars von Trier’in koyduğu kurallar elinde
kameradan başka hiçbir şey olmayan, teknik donanım için bütçesi de bulunmayan
sinemacılar için düşünülmüş gibi.
Derin’in film çekme fikrini arkadaşlarına
açması ile romanın diğer kahramanlarını da tanımaya başlıyoruz. Konuyu açtığı
arkadaşları farklı görüşler söylüyor. Filmin nasıl bir mesaj vereceğini, hatta
çekip çekmemek gerektiğini bile tartışıyorlar. Filmin konusu yavaş yavaş
belirmeye başlıyor. Biz de bu yorumlardan kahramanların ruh hallerini
anlıyoruz.
Filmde Derin’in arkadaşları rol alacak.
Yusuf, Yusuf’un kız arkadaşı İlayda, Burhan, Burhan’ın kız arkadaşı Nihan,
Hamza... Ayrıca katilin karısını oynamak üzere komşu teyze ikna edilecek. Film
de Yusuf’un kız arkadaşı İlayda’nın evinde çekilecek.
Yaşananları zamanda geri ve ileri giderek
anlatan ise, kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi “Kainattaki her
şeyi görebilen fakat hiçbir şeye müdahale edemeyen bir gözlemci…” Bu gözlemci
her şeyi yakından izliyor ama müdahale edemiyor, yani romanın gelişimini belirleyemiyor.
Klasik romandaki “tanrı romancı”nın bir parodisi diyebiliriz kendisine.
Romanlarda teknik olarak geriye gidişler alışıldık uygulamalardır, garipsenmez,
ama ileriye doğru gidişlere pek rastlanmaz. Hele o tarih henüz yaşanmadıysa.
Kolay bir iş de değildir. Okurun benimsemesi zordur. Biz romanı 2018’de
okuyoruz ama anlatıcı kahramanlarının 2034 yılında yaşadıklarını da anlatıyor.
Yani romanın geçtiği tarihten, 2014’den yirmi yıl sonrasına götürüyor bizi.
Neydiler, ne oldular anlamamızı sağlamak ister gibi... Gençlikte yaşananların
insanların geleceğini de belirlediğini söylemek istiyor sanki.
“Kadıköy Soundu” diye bir şey var. 80’lerin sonunda
Kadıköy’de müzik yapan bazı gruplardan yola çıkarak yapılmış bir adlandırma.
Kadıköy’ün İstanbul içindeki farklılığını, ayrıcalıklı konumunu dillendirmek
için bulunmuş iyi bir terim. 90’larda daha da yaygınlaştı “Kadıköy Soundu”
deyimi. Ekşi Sözlük’te beş sayfa yorum var bu konuda. Bad astronaut’un “türkü
barlar, blues barlar, rock barlar, bodrum katları, tek odalı eski evler, sokak
kedileri, yokuş, deniz kokusu, işten eve dönen insanlar, dolmuş kuyruğu,
boşalmayan birahi, soğuğu geçiren camlar, gecenin ışığı..” şeklindeki tanımlaması
uygun görünüyor bana. Akmar Pasajı’nın açılması. Zihni, Pentagramshop gibi
müzik dükkanları, canlı müzik yapılan mekânlar... Sahilden Bahariye’ye doğru ara sokaklarda çoğalan
müzik dükkanları, sahaflar, barlar, kafeler... Nihayetinde Moda Sineması’nın
pasajı. Kuşkusuz “Kadıköy Sound” deyiminin yerleşmesinde Kent FM’deki Kaan
Çaydamlı ve Mete Avunduk’un “Kaybedenler Kulübü” programının etkisi de vardır.
Romandaki yansımasını da Kaan Çaydamlı’nın 6:45 Yayınları’nda gördük.
6:45 Yayınları edebiyatta “Kadıköy Sound”ın oluşmasına yol
açacağını umduğu romanlar da yayımladı Kadıköylü yazarların imzasıyla. Hikmet
Temel Akarsu’nun "Kaybedenler"in Öyküsü (1998, Can yay.) adlı romanı “(Kadıköy
Sound): rock'n'roman” altbaşlığını taşır.
Emirhan
Burak Aydın’ın Gözlemci Olarak Buradayız’ını (2018,
Dedalus Kitap) “Kadıköy Sound”ın son örneği sayabilir miyiz? Bir açıdan
öyle görünüyor. Kadıköy’de yaşayan gençliğin kullandığı mekânların ve yaşam
tarzının 90’lı yıllara göre pek değişmediğini de anlıyoruz romanın
anlatımından.
Kaybedenler edebiyatı tabii ki daha geniş bir coğrafyayı ve “Kadıköy
Sound”ı da içeren ama biraz daha kapsamlı sorunları içeriyor. İnsanın varoluş
sorunlarına, tabii ki tüketim toplumunun dayattığı yaşam biçimine getirilen
eleştirilere ve tepkiye doğru genişletebiliriz kapsama alanını. Emirhan Burak Aydın öykü
ve romanlarına Kadıköy’ü mekân olarak seçse de daha çok bu anlayışın içinde
değerlendirilebilir. Romanın ileri ve geri giden
zaman akışının arasına katılan küçük öyküler de yazarın böyle bir muradı olduğunu
hissettiriyor. Kahramanlarının yaşamı yorumlama çabaları, felsefi bakışa sahip
olma arzuları ise gençlik heyecanına verilebilir. İnsan olgunlaştıkça böyle
tiradları daha az çekiyor dostlarına.
Gözlemci Olarak Buradayız’ın sert üslubu, argo
ve küfür kullanımındaki gerçek hayata uygunluk eğer sinemayı esas alacaksak
Lars von Trier’den çok Quentin Tarantino’nun kült filmlerini anımsattı bana. Emirhan Burak Aydın’ın yazdıkça kendine has bir
anlatım tarzı ve üslup oluşturacağını, iyice farklılaşacağını da öngörebiliriz.
Anlatımı da daha ekonomikleşebilir. 26.01.2018
Yorumlar