Çevirinin politikası olursa



Çeviriye çok açık bir yayıncılık sektörümüz var. Dünya’da, özellikle Batı’da yayımlanan eserleri çok sıkı takip ediyor, nitelik ve nicelik açısından önemlileri hızla Türkçe’de yayımlıyoruz. Yayınevlerimizin listeleri çeviri eserlerin çokluğu ile dikkati çekiyor. Klasik eserleri sürekli ve çok okumada da sanıyorum Dünya’da nadir bulunan ülkelerdeniz. Çoksatarlar listelerinde klasikler yer alıyor, yeni eserlerle yarışıyorlar.
Yayıncılarımız çeviri eserlere nasıl yöneldi? Okurun klasikleri sürekli ve çok okumasının nedeni nedir? Bu gibi sorular beni hep meşgul etmiştir. Prof. Dr. Şehnaz Tahir Gürçağlar, Türkiye’de Çevirinin Politikası ve Poetikası’nda (Ocak 2018, çev. Tansel Demirel, Türkiye İş Bankası Kültür Yay.) bu soruların bir çoğunun cevaplarını veriyor.
Çeviri, Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılından yani Batılılaşmaya karar vermesinden itibaren kültürel kalkınmanın en önemli unsurlarından biri olarak kabul edilmiş. Devlet kontrolünde ve yönetiminde bu işin sağlanabileceğine inanılmış ve bu amaçla çeviri komisyonları, büroları kurulmuş. 1832’de kurulan Tercüme Odası’nı, 1839’dan sonra kurulan Encümen-i Daniş’in çeviri çalışmalarını, anımsayalım. Cumhuriyet döneminde de 1921’de kurulan Telif ve Tercüme Heyeti var. Yani Hasan Âli Yücel’in Tercüme Bürosu bir ilk değil. Ama bu yöntemin en başarılı şekilde hayata geçirildiği örnek.
Türkiye’nin çağdaşlaşmasını yüzünü tamamen Batı’ya dönerek gerçekleştirme arzusu da Osmanlı’dan beri gerçekleştirilmeye çalışılan bir şey. Şehnaz Tahir, Cumhuriyet’ten sonra yapılan bir “kültür planlaması” ile bunun “başarıldığını” anlatıyor. Bu bir “Türk Rönesansı” olacaktır. Türk rönesansının ideolojik temeli de hümanizm. Bir tür insan mühendisliği.  
Arap alfabesinden Latin alfabesine geçiş, dilde arılaşmaya yöneliş, Öztürkçe’nin teşviki ile birlikte çeviriye verilen destek birarada değerlendirildiğinde bu anlayış daha net görülür. Köy Enstitüleri’nin, Halk Evleri’nin, Halk Odaları’nın kurulması, Devlet Konsevatuarı’nın açılması. Bale, opera ve klasik müziğe verilen önem “Türk Rönesansı”nın çeşitli sanat dallarındaki  yansımaları olarak görülüyor. Kültürel kalkınma eğitim ve sanatın teşviki ile olacaktır ve bunu gerçekleştirecek kurum da Maarif Vekâleti yani Milli Eğitim Bakanlığı.
Türk Rönesansı hümanizm üzerinde gelişecekse Yunan Klasikleri’nin çevrilmesi gereklidir ve bu noktada da Tercüme Bürosu’nun önemli işlevi olacaktır. Batı Edebiyatı’ndan yapılacak çevirilerin Türk yazarlarının eserlerine örnek olacağı, onları bu türde yazmaya özendireceği de düşünülmektedir. Yani çeviri politikası hem Türk Rönesansı’nın önemli bir parçası olacak hem de Türk Edebiyatı’nın geleceğini belirleyecektir. Çok önemli ve anahtar bir rol verilmiş çeviriye. 
1-5 Mayıs 1939’daki Birinci Türk Neşriyat Kongresi’nde çeviri politikaları en çok konuşulan konu olmuş. Kongrede hangi kitapların öncelikle çevrilmesi gerektiği tartışılmış, listeler hazırlanmış. Ardından da Tercüme Bürosu çalışmaya başlamış.  
Şehnaz Tahir çeviri tarihine yönelik araştırmalarda, daha çok Tercüme Bürosu’nun faaliyetine odaklanıldığını yazıyor. Bu odaklanma sonucunda da Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki tüm çevirilerin Tercüme Bürosu kaynaklı olduğu gibi bir ortak tez ortaya çıktığını belirtiyor. Durum gerçekten böyle miydi, bunu sorgulamamız gerekli, diyor.
Türkiye’de çeviri tarihine de, genel olarak Cumhuriyet sonrası edebiyat tarihine bakışta da seçkinci bir yaklaşım var. “Saygın” ya da “yüksek” edebiyat diye tanımlanan örneklere bakılıyor ama “popüler” ya da “halk edebiyatı” diye adlandırılan eserler, çeviriler tamamen görmezden geliniyor.
Devlet Tercüme Bürosu ile yetinmemiş, özel yayınevlerinin de kendi politikası yönünde yayın yapmasını özendirecek tedbirler almış. 1940’lara kadar özel yayınevlerinden kitap satın alma yoluyla verilen desteğin yöntemini değiştirmiş. Çevrilmesi gereken kitaplar listesi ilan etmiş ve bu listeden yayınlanacak kitapları satın alacağını bildirmiş. Remzi, Varlık gibi yayınevlerinin listelerindeki klasik eserlerin çokluğunun bir nedeninin de devletin bu politikası olduğunu anlıyoruz. Şehnaz Tahir Tercüme Bürosu ve bazı özel yayınevlerinin yayımladığı çevirilerin tüm bir yayıncılık sektörü içinde ne kadar payı vardı, onu da incelemiş. Bu incelemede Türkiye’deki yayıncılık tarihine de önemli katkılarda bulunmuş. Harf Devrimi’nden sonra Türkiye’de yayıncılığın nasıl şekillendiğini de araştırmış.
1938–48 tarihleri arasında İngiliz ve Amerikan Edebiyatı’ndan yapılan çevirilere baktığımızda Maarif Vekâleti’nin 74, özel yayınevlerinin 391 kitap yayımladığını görüyoruz. Aradaki fark çarpıcı. Türlere dağıtıldığında daha da ilginç hale geliyor tablo. Romanların %91’ini, çocuk kitaplarının %98,5’ini, popüler kitapların %100’ünü özel yayıncılar yayımlamış. Sadece tiyatro eserlerinde devletin payı %72,5 özel yayınevlerinin %27,5.
Şehnaz Tahir, genel olarak yayıncılığa baktığımızda ise halk kitapları denilen Kan Kalesi, Arzu ile Kanber gibi kitapların yüzbinlerce tiraja ulaşırken klasiklerin ortalama baskı adedinin devlet yayınlarında 3 bin olduğunu, bu sayının özel yayıncılarda daha da düşük kaldığını belirtiyor. Zamanla destanların, cenk hikayelerinin yerini, popüler edebiyat, Mayk Hammer çevirileri almış.
Şehnaz Tahir Erken Cumhuriyet döneminde edebiyat çevirisi alanını şekillendiren “politika”yı devlet belirlese de ve “poetika”yı okur, dolayısıyla özel yayınevleri belirliyordu, ağır basan da poetikaydı, diyor tezinde.
Çeviri politikasının günümüze yansımasına gelirsek hem metnin tamamını çevirmek, aslına sadık kalmak gibi çeviri etiği diyebileceğimiz kuralların Tercüme Bürosu ile koyulduğunu hem de önemli eserlerin çevirilerini, klasikleri okuma alışkanlığının o dönemde şekillenip bugüne yansıdığını düşünüyorum. Yayıncılarımızın bu kadar çok ve nitelikli çeviri yayımlamasında da bu politikanın etkisi vardır. Yani devletin çeviri politikası yayıncılık sektörünü belirleyemese de iyi çeviri alışkanlığını hem okura hem de yayıncıya kazandırmış. Bu da önemli bir kazanımdır.
Prof. Dr. Şehnaz Tahir Gürçağlar, Türkiye’de Çevirinin Politikası ve Poetikası, 1923-1960 adlı çalışması çeviri tarihimize farklı bir bakış getirirken kültür politikası ile yapılan “insan mühendisliği”nin topluma, kültürel yapılanmaya nasıl bir etkisi olacağına da önemli bir veri oluşturuyor. Yayıncılık tarihi hakkında da önmeli biligler veriyor. Merakla okudum, çok şey öğrendim.22.02.2018

Yorumlar