Joseph Roth yaşam öyküsü öne çıkan yazarlardan. Yaşam
öyküsünün, yaşadıklarının yazdıklarında da etkileyici olduğu anlaşılıyor. Tam
adıyla Moses Joseph Roth 2 Eylül 1894’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun
doğusunda, Doğu Galiçya'daki Lemberg (şimdi Lviv) yakınlarındaki küçük bir
kasaba olan Brody'de doğmuş, büyümüş. Bu kasabada Yahudi kültürü ile yetişmiş.
Daha sonra Viyana’da felsefe ve Alman Edebiyatı okumuş. 1918’de üniversite
eğitimini yarım bırakıp imparatorluğu savunmak üzere gönüllü asker olmuş.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşünün yaşamında
ve eserlerinde önemli etkisi olduğu vurgulanıyor. "En güçlü deneyimim
savaş ve şimdiye kadar sahip olduğum tek anavatanımın, Avusturya-Macaristan
Monarşisi’nin imha edilmesi oldu” diyor. I. Dünya Savaşı'ndan sonra doğudan
Batı Avrupa'ya doğru yaşanan Yahudi göçlerinde bir evsiz olarak göç etmek
zorunda kalanlardan biri de o.
Geçimini Almanya ve Fransa’da gazetecilik yaparak sağlamaya
çalışıyor. İlk romanı Örümcek Ağı’nın (2011, Kırmızı Kedi yay.) gazetede tefrika
edilmesi ile hayatı değişiyor ve bundan sonra bir romancı olarak yaşamını
sürdürmeye karar veriyor. Radetzky Marşı (2013, Can Yay.) başyapıtı kabul
ediliyor. Çöken monarşiye duyduğu özlem aslında yitip giden ülkesine duyduğu
nostaljiyi de simgeliyor. Joseph Roth Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu
özlerken geçmişini, gençlik ve çocukluk çağlarını yad ediyor.
1933’de Hitler’in iktidara gelmesi ile birlikte Almanya’yı
tamamen terk edip Paris’e yerleşmiş.
Yaşamı birçok trajedi ile örülü. 1922'de evlendiği
Friederike (Friedl) Reichler’in 1920'lerin sonunda şizofreniye yakalanması
bunların en önemlilerinden. Bu olay Roth'un hem duygusal hem de mali açıdan
derin bir kriz geçirmesine neden olmuş. Eşi yıllarca bir sanatoryumda
yaşadıktan sonra Naziler tarafından öldürülmüş. Irmgard Keun’la yaşadığı aşk
dışında Paris yıllarının çok zorlu geçtiği anlaşılıyor. Kronik bir alkolik
olarak hayatı ucuz otellerde yokluk içinde noktalanmış. Ama hiçbir zaman
yazmaktan vaz geçmemiş. Velut bir yazar. 1939’da Paris’te ölene kadar sürekli
üretmiş. Eserleri ölümünden sonra birçok kez sinemaya uyarlanmış.
Yaşamında en önemli rolü olan kişi Stefan Zweig. Zweig yaşça
büyük olduğu Roth’la hem dostluk kurmuş hem de yazarlık yaşamında rehberlik
etmiş, öğretmeni olmuş. Birçok eserinin redaksiyonunu yapmış.
Bir Katilin İtirafları (Kasım 2017, çev. İlknur İgan, Can
yay.) 156 sayfalık bir novella. 1936’da basılan roman Joseph Roth’un Paris
yıllarının esintilerini taşıyor. Bir gecede anlatılan bir yaşam öyküsü. “Katil”
lakaplı Semyon Semyonoviç Golubçik yaşam öyküsünü anlatıyor. 1930’lu yıllar.
Mekân Paris’te Quatre Vents Sokağı’nda Rus mültecilerin gittiği Rus restoranı
Tari-Bari.
Kitabın arka kapağına alıntılandığı gibi “Bu benim lakabım,
ama bir yandan pek o kadar yakıştırma da sayılmaz. Uzun yıllar önce bir adam
öldürdüm, o zamanlar bir de bir kadını öldürdüğümü sanıyordum” diye anlatmaya
başlıyor Golubçik. Dinleyicilerden birinin de yazarımız Joseph Roth olduğunu
anlıyoruz.
Annesi ile birlikte küçük bir köyde yaşayan Golubçik’in
yaşamı büyük toprakları yöneten, para ve güç sahibi bir prensin evlilikdışı
oğlu olduğunu öğrendiğinde değişiyor. O artık kendi kimliğini kanıtlamak ve
prens tarafından evlatlığa kabul edilmek peşinde her şeyi yapmaya hazırdır.
Prens babası tarafından kabul görmek için uğraşırken,
tesadüfen tanıştığı ama tüm yaşamında belirleyici olacak bir adamın
yönlendirmeleri ile kendini hapiste bulur ve oradan Rus Çarı’nın gizli polis
örgütü Ochrana’nın bir ajanı olarak çıkar.
Semyon Semyonoviç Golubçik bir anti kahraman. İyi niyetle
yola çıkan saf bir köylü çocuğunun kötü bir kişi haline gelmesi nihayetinde de
katil olması anlatılıyor. Epik bir anlatım var. Bu hem Golubçik meyhanede yaşam
öyküsünü ve katil olmasını anlatırken araya dinleyicilerin katılması ile
sağlanmış hem de çok trajik olarak algılanması normal görünen bu yaşam
öyküsünün içindeki kara komediye varan olaylarla desteklenmiş. Golubçik’i okur
olarak benimsemiyorsunuz, daha başına neler gelecek, neler yapacak acaba
diyerek anlattıklarını okuyorsunuz.
Golubçik ajanlık görevi sırasında bir çok kötülük yapıp
suçsuz insanların kanına giriyor, gereksiz yere hapis yatmalarına neden oluyor.
Bunları da açık yürekle itiraf ediyor.
Gerçek kimliğine sahip olma peşindeyken Petersburg’da
Lutetia olarak bilinen Parisli manken Annette Leclaire'le tanışması ile yaşamı
yeni bir evreye giriyor. Bu genç kadına sırılsıklam aşık oluyor. Lutetia'yı
Paris'e kadar takip ediyor. Onunla yaşadığı lüks yaşamı finanse etmek için de
bir çok suç daha işliyor.
Kendisini evlatlığa kabul etmeyen prens babasının manevi
evladının Lutetia’yla ilişkisi işleri daha da karmaşıklaştırıyor ve işler
cinayete kadar varıyor.
Joseph Roth çok iyi bir anlatıcı. Yarattığı atmosferle
okurunu her anlattığına ikna ediyor. Golubçik’in yaşam öyküsünde toplumun ahlaki
değerlerini de tartışmaya açıyor. İyi, doğru, güzel gibi kavramların ne denli
göreceli, kişiden kişiye değişken olduğunu ayırd ediyorsunuz.
Golubçik'in anlatımını Faust hikayesine benzeten
eleştirmenler de var. Onun 'Mephisto'su gizemli, hemen her yerde karşısına
çıkacak bir Macar. Golubçik’i Joseph Conrad’ın gizli Ajan’ı ile
karşılaştıranlar da var. Bir Katilin İtirafları bir başyapıt değil ama edebi
tad alarak, keyifle ve merakla okunan, okunduktan sonra üzerinde düşünülmesi
gereken iyi bir eser. 01.02.2018
Yorumlar