Yaşam öyküsü ile tanınan yazarlardan Lou Andreas Salome.
Özellikle yaşamına giren erkeklerle yaşadıkları o kadar ilgi çekmiş ki kendisi
romanlara, incelemelere ve filmlere konu olmuş. İnternette ismini aradığınızda
“Nietzsche ve Freud'u Kendine Aşık Eden Kadın” gibi başlıklar taşıyan yazılara
rastlıyorsunuz. “Nietzsche'nin kadınlardan nefret etme sebebi olarak
gösterildi, Rilke en güzel şiirlerini onun için yazdı” diyen de var. Tolstoy’un
da adı anılıyor. “Tüm ünlü düşünürleri kendine âşık etti” diyen de. “Kendine âşık
ettiği” erkek sayısı oldukça çok biyografilerine bakarsanız. Fotoğraflarına
bakarsanız çok güzel bir kadın. Erkekler görür görmez neden âşık olmuyorlar da
Salome’nin onları kendine âşık etmesi gerekiyor pek anlaşılır bir şey değil.
Tabii yine biyografilerde “34 yaşına kadar bekâretini korudu” diye de bir bilgi
var. Böyle bir şeyin yazılması garip ama sanırım Salome’nin tensel değil tinsel
aşkları tercih ettiğini anlatabilmek için yazıyorlar bu cümleyi. Nedense “kendine
âşık ettiği” tüm erkeklerin yaşadıkları olumsuzlukların sebebi olarak da Salome
gösteriliyor. Ünlü kişilerin ona âşık olup karşılık bulamamaları sonucunda çıkarttığı
dedikodular olduğunu düşünüyorum bunların. Zira hiçbiriyle uzuın süreli
ilişkiye girmemiş, “bekâretini koruması” mesele edildiğine göre onlarla küçük
flörtlerden de ileri gitmemiş. Hatta rezil rüsva etmek için de onları arabaya
koşup fotoğraflarını çektirmiş. Nietzsche ve Paul Ree’yi arabaya koşup
kırbaçladığı bir mizansende çektirdikleri fotoğraf çok popülerdir. Her yerde
rastlayabilirsiniz.
Bu kadar ünlü düşünür ve yazarı kendine âşık etmiş ama Friedrich
Carl Andreas’la evlenmiş. Andreas özellikle İran hakkında çalışmalarıyla
bilinen tanınmış bir oryantalist.
Lou Andreas Salome, 12 Şubat 1861’de St. Petersburg’da
doğmuş. Zürih’te teoloji, felsefe ve sanat tarihi okumuş. İlk kadın psikoanalist.
Verimli bir yazar. 15 roman, oyunlar ve denemeler kaleme almış. Felsefe, din ve
psikoloji alanlarında da eserler vermiş. Rilke, Nietzsche ve Freud hakkında da
yayımlanmış kitapları var. İş Bankası Yayınları Salome’nin roman ve
novellalarını Modern Klasikler Dizisi’nde yayımlamaya başladı. Daha önce
Arayışlar (2016) ve Feniçka (2016) çıkmıştı, şimdi de Ruth (Ocak 2018, çev. İlknur
İgan, İş Bankası yay.) yayımlandı.
Bu üç romandan Lou Andreas Salome’nin özellikle gençlik
çağlarını yaşayan kadınları anlattığını anlıyoruz. Tabii bu İş Bankası
Yayınları’nın özel seçimi değilse. Bu genç kadınlar toplumun ve geleneklerin
baskısını aşıp kendi yaşamlarını, geleceklerini kurmaya çalışırlar. Bu
gelecekte de aşklarının ne kadar belirleyici olacağını merak ederiz.
1895’de yayımlanan Ruth, Lou Andreas Salome’nin en başarılı
romanı olarak nitelendirilmiş. Yayınlandığı dönemde çok okunmuş, konuşulmuş.
Modern dünyadaki yerini arayan genç kızların ve kadınların öykülerinin en
önemlilerinden sayılmış. Romandan çok etkilenen Rilke’nin kendi kızına Ruth
adını verdiği de kitabın arka kapağında belirtiliyor.
Romana adını veren Ruth 16 yaşında bir genç kız. Anne babası
olmadığı için amcası büyütmüş. Babası yaşındaki ve Ruth’la yaşıt bir oğlu olan
Erik de idealist bir öğretmen. Bir ders arasında Ruth’un arkadaşları ile
sohbetine şahit oluyor. Ruth’un çok verimli bir hayal dünyası var ve
arkadaşlarına kendi hayallerinden kaynaklanan öyküler anlatıyor. Bunlar da daha
çok karşı cinsle, erkeklerle ilgili öyküler. O öyküleri gerçek yaşamda
canlandırmak için çeşitli girişimlerde bulunuyorlar.
Erik zekası ile dikkatini çeken öğrencisinin güzelliğinden
de etkilenir. Ruth’un hemen fark edilmeyen kendine has bir güzelliği vardır.
Ruth’la özel olarak ilgilenmeye ve onu eğitmeye karar veren
Erik kızın amcasıyla konuşur ve onu Ruth’u yanına almaya ikna eder. Ruth,
Erik’in evinde kalacak ve ondan sürekli eğitim alacaktır. Zira lise eğitimini
tamamlamıştır ve üniversiteye gitmeyecektir. O zamanlarda bir genç kızın
üniversitede okuması pek sık rastlanan bir şey değildir.
Erik’in bu kararına karısı Klara-Bel de destek olur.
Klara-Bel uzun süredir hastadır, yürüyemediği için yatalak vaziyettedir.
Ruth’la tanışan Klara-Bel kızı çok beğenir. Onu adeta kendi kızı gibi benimser.
Ruth’u benimseyen bir kişi de Erik’in oğlu Jonas’tır. Jonas için Ruth önce iyi
bir arkadaş, sonra da aşkla bağlanacağı bir sevgili olur.
Ruth, Erik’in duygularını karşılıksız bırakmaz. İlk
zamanlarda adeta birer sevgili gibi davranırlar, elele tutuşurlar, sık sık
kucaklaşırlar. Bir an gelir ve Erik kızı dudağından öper. Bu öpüşme Erik için
karar noktası olacaktır. Karısına aşkla bağlıdır. Aile yapısına sadıktır. Flörtlere
hevesli gibi görünse de yeni bir aşka, ilişkiye de kapalıdır. Zaten Ruth’u bir
sevgiliden çok bizzat şekillendireceği bir eser olarak görmektedir. Ruth
ustalık dönemi eseri olacaktır.
Ruth’un duygularının da başlangıçta pek net olduğunu
söyleyemeyiz. Erik’e tam bir sakatle bağlıdır ve o ne isterse yapacak bir
psikolojidedir ama diğer yandan da kendi kaderini belirleme arzusu da
gelişmektedir. Lou Andreas Salome genç kadınların yaşadığı bu ikileme Türkçede
okuduğumuz diğer romanlarında da vurgu yapmıştı. Kadınlar ya aşklarının
peşinden gidip evlenecek ve düzenin dayattığı yaşam biçiminde kendilerine uygun
görülen rolü bürünecek ya da bağırlarına taş basıp aşklarını geride bırakacak
ve kendi kaderlerini tayin edecektir.
Üstelik bir yetim olarak büyümüş olan Ruth’un baba sevgisine
de aç olduğu bellidir. Erik’te bir baba Klara-Bel’de de bir anne arar. Bu
arayışına da çoğunlukla karşılık bulur.
Eleştirmenler Erik ve Ruth’un ilişkisinde “heteronomi”nin
sorun yarattığına da dikkati çekiyor. Heteronomi 'insanın kendi seçmediği tutku
veya arzulara gore davranması' olarak tanımlanıyor. “Kendi dışında var olan bir
otoriteye tâbi olma” tanımı Erik’le Ruth’un ilişkisine daha uygun görünüyor. Erik
tasarladığı eğitimin başarıya ulaşması için Ruth’un kendisine kayıtsız şartsız
boyun eğmesini ister. Erik ne isterse onu yapacak, ona göre davranacaktır. Ruth
bunu kabul eder ve uygular. Olaylar geliştikçe Ruth’un heteronomisinin Erik’i
baba rolüne konumlandırmasından kaynaklandığını düşünürüz. Oysa Erik heteronomiyi
ideal aşkın temel koşulu olarak düşünüyor gibidir.
Lou Andreas Salome, Ruth ve Erik’in ilişkisinde verili
cinsiyet rollerini, insanlararası iktidar ilişkilerini, aile yapısının ve
toplumsal baskının belirleyiciliklerini de tartışmaya açıyor. Üstelik tüm
bunları didaktizme düşmeden hatta bunların hiç sözünü bile etmeden romanın
doğal akışı içinde anlatmayı, daha doğrusu sezdirmeyi ve okurun bu konuları
düşünüp kendi içinde tartışmasını sağlamayı başarıyor.
Lou Andreas Salome iyi bir anlatıcı. Hem ele aldığı konular ve
sorunlarla hem de anlatımındaki ustalıkla dikkati çekiyor. Geç de olsa onu
kendisine yakıştıran rol ve roman ve film kahramanlığı dışında gerçek
konumunda, yani bir yazar olarak tanımaktan memnunum. Umarım diğer eserleri de
Türkçeye kazandırılır.01.03.2018
Yorumlar