Britanya tarafından ellili yılların sonuyla altmışlı
yılların başında Doğu Alman İstihbarat Servisi’ne (Stasi) karşı düzenlenen ve kod
adı “Piyango” olan operasyon suçsuz bir kadınla Britanya’nın en iyi
ajanlarından birinin ölümüyle sonuçlanır. Berlin Duvarı’nın dibinde öldürülen
İngiliz Gizli Servisi MI6 elemanının ve kadının mirasçıları yıllar sonra bu
olayın sorumluları aleyhine dava açar. Berlin’deki operasyondan John Le
Carré’nin unutulmaz kahramanı George Smiley sorumludur. Ama Smiley değil onun
emirlerini uygulayan en yakın yardımcısı Peter Guillam sorgulanmaktadır MI6’nın
avukatları tarafından.
Avukatlar Circus (Sirk) adı verilen MI6 merkezinde
buldukları belgelerden olayın nasıl geliştiğini, sorumluların kimler
olduklarını ve bu dava kabul edilirse ucunun nereye kadar uzanacağını anlamaya
çalışmaktadır.
Aradan elli yıl geçmiştir. O zamanlar görev yapanlar ya
ölmüştür ya da emeklidir. Peter Guillam, emeklilik günlerini Fransa’da Bretagne’daki
çifliğinde geçirmektedir. George Smiley’nin ise nerede olduğu bilinmemektedir.
Guillam İngiliz İstihbarat’ından gelen mektubu okuduktan sonra Londra’ya gider.
MI6 onu güvenli bir eve yerleştirir.
Peter Guillam ilk tepkisi suçlamaları reddetmek, Piyango
adlı operasyonla ilgili olarak kendisinin sorumluluğu olmadığını söylemek olur.
“Çok gençtim, diye itiraz ettim, çok masum, çok saf, çok kıdemsizdim. Soyacak
kafa derisi arıyorsanız dedim onlara, aldatmacılığın üstatlarına gidin, George
Smiley ve efendisi Kontrol’e gidin. Piyango denen operasyonun başarısını ve
ıstırabını sunan onların gelişmiş kurnazlığıydı, diye ısrar ettim; sapkın ve
bilgili zihinleriydi, benim değil.”
Casusun Mirası (Şubat 2018, çev. Ali Cevat Akkoyunlu,
Kırmızı Kedi yay.) George Smiley’nin son macerası gibi gözükse de olaylar
yardımcısı Peter Guillam üzerinden gelişiyor ve onun anlatımı ile izliyoruz.
John Le Carré’nin “Köstebek” adlı romanından anımsadığımız Guillam Casus’un
Mirası’nın kahramanı olmuş. Ajanlığa başlamasının öyküsünü de uzun yıllar görev
yaptıktan sonra emeklilik hayatını nasıl geçirdiğini de öğreniyoruz. Tabii esas
önemli olan MI6’da görev yaparken yaşadıkları ve Piyango opresayonundaki
rolü.
Neyi ne kadar anımsarsınız, ne kadar anlatırsınız? Daha
romanın ilk sayfalarında kafama “Elli yıl önce yaşanmış bir olay bellekte nasıl
canlanır?” sorusu takılıyor. Her şeyi tam olarak, ayrıntıları ile anımsamak
kolay değildir. Üstelik geçen zaman içinde anıların değişip farklılaştığını,
diğer olaylarla karıştığını biliyoruz. Yaşanandan bambaşka bir şey olarak
anlatılıyor anılar.
MI6 avukatları anımsamasını kolaylaştırmak için Piyango
operasyonu ile ilgili olarak Sirk arşivlerinde bulunan bütün belgeleri Peter
Guillam’ın önüne koyuyorlar. Okudukça Guillam’ın belleğinde olaylar netleşmeye
başlıyor, ayrıntılarına kadar anımsıyor.
Anımsıyor anımsamasına da neyi ne kadar anlatacağına da
karar vermesi gerek. Çünkü her şeyi olduğu gibi anlatırsa günümüz bakış açısıhyla
olumlu karşılanmayacağının farkında. Soğuk Savaş koşullarında, kıran kırana
istihbarat savaşları sürerken doğru kabul edilen eylemler günümüz adalet
anlayışı açısından bilerek işlenmiş suçlar gibi görünüyor. Üstelik Peter
Guillam ajanlık yemini etmiş. Yaptıkları eylemler, verdikleri emirler nedeniyle
üstlerini ve arkadaşlarını suçlamayacak, zor duruma düşmelerine, hatta
yargılanmalarına neden olmayacak. Kol kırılacak yen içinde kalacak.
Casus romanlarına “casusiye” deniyor. John Le Carré de
casusiyelerin büyük ustası. Le Carré’in farkı sadece casusuluk olayını
anlatması değil onun arka planını, casusluğu yapanların ruh hallerini ve örgüt
için ilişkilerini de anlatmasıdır. Herkes tüm gücüyle operasyonun başarılı
olması için çalışmaz. Bu vesileyle meslektaşlarının ayağını kaydırmak
isteyenler, geçmişten kalan hesaplaşmaları tamamlamak isteyenler de devreye
girer. Operasyonu yürütenlere örgüt içinde çelmeler takılmaya çalışılır,
operasyonun başarısız olması için önüne taşlar konur. Le Carré, bunları da
anlatır.
Tabii esas ilgi alanı da karşı casuslar ve çift taraflı
çalışanlardır. Bunlar oprerasyon hakkında elde ettikleri bilgileri karşı tarafa
sızdırırlar. O nedenle de örgüt içinde de operasyonel bilgiler sır olarak
tutulmalıdır.
Üstelik John Le Carré romanlarını sadece olay üzerine
kurmaz, hatta bazen olay tamamen geride kalır. Carré’in esas yoğunlaştığı
kahramanlarının ruh halleridir. Onları ince ince işler. Casusluk yaşamlarındaki
başarılarına ve başarısızlıklarına etkilerini anlatır. Örneğin hemen her
macerasında George Smiley ve karısı Ann’in ilişkileri gündeme gelir. Ann
kocasının iş arkadaşları, hatta düşmanlarıyla ilişkiye girer, aşk hayatı yaşar
ama Smiley ondan boşanmaz.
John Le Carré’nin bence en önemli ve diğer casusiye
yazarlarından onu iyice ayırt etmemize neden olan özelliği üslubudur. Le
Carré’nin dili casusiyelerde rastlanmayacak ölçüde edebidir. İmgesel
diyebileceğimiz bir anlatımı vardır. Cümlelerini İngilizce orijinallerinden
okuduğunuzda anlatımına hayran olursunuz. Ne yazık ki John Le Carré’nin romanlarını
Türkçe’de iyi çevirilerden okuyamadık. Türkiye’de çoksatar muamelesi gördüğü
için, çoksatarlarda da bir an önce çevirmek önemsendiğinden hızlı ama kötü
çevirileri yayımlandı. Casusun Mirası iyi bir çevirmen tarafından Türkçeye
çevrilmiş. İyi çevirinin esere ne kadar önemli bir değer kazandırdığını Ali
Cevat Akkoyunlu’nun çevirisini okuyunca anlıyorsunuz.
Kitabın arka kapağına Washington Post’tan kimin yazdığı
belirtilmeyen bir alıntı yapılmış. “Çok az yazar elli yılı aşkın süre birinci
sınıf romanlar yazabilir” demiş Washington Post yazarı. Casusun Mirası’nı
okuduğunuzda bu yargıya hak vereceksiniz. John Le Carré romanı oya gibi
işlemiş. Üslup ve anlatımda yazarlık yaşamının en üst noktasında. Konu ise bir
casusiyenin sadece casusiye değil iyi bir roman da olabileceğinin örneği.
Peter Guillam elli yıl önceki olayı düşünürken sadece
başarısız gibi görünen bir casusluk operasyonu, MI6 içindeki ilişkiler, MI6
Stasi mücadelesi, MI6’nın üst yönetiminde Stasi’ye çalışanları ve Stasi’den üst
düzeyden MI6’ya bilgi sızdıranları anımsamıyor. Çok kısa bir buluşmada yaşanan
kendi yaşamının önemli bir dönüm noktasıyla da tekrar yüzleşiyor. Yaşamını ve
kariyerini tekrar gözden geçirirken kendi ile sıkı bir hesaplaşmaya da giriyor,
hata ve sevaplarını idrak ediyor.
Casusun Mirası, sadece casusiye olarak okunmayacak iyi bir roman.
Casusiyeseverler büyük bir ustanın son romanını okumanın tadını çıkartırken
önceki eserlere yapılan göndermeleri keşfedip keyiflenecek. Edebiyat okurları
da iyi bir roman okuyarak belki de casusiyelere ilk adımı atmış olacak. 29.03.2018
Yorumlar