“Yunus Emre Vakfı; Türkiye’yi, Türk dilini, tarihini,
kültürünü ve sanatını tanıtmak; bununla ilgili bilgi ve belgeleri dünyanın
istifadesine sunmak; Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak
isteyenlere yurt dışında hizmet vermek; Türkiye’nin diğer ülkeler ile kültürel
alışverişini arttırıp dostluğunu geliştirmek amacıyla 05.05.2007 tarihli ve
5653 sayılı kanunla kurulmuş bir kamu vakfıdır.” İnternet sitesinde böyle
yazıyor.
2009 yılında faliyete başlamış. Yurtdışında 50’den fazla
kültür merkezi bulunuyor. Bu sayının sürekli arttığını da biliyoruz. Rusya,
Romanya, Kosova, Bosna Hersek gibi ülkelerde birden fazla merkezi var. Hızlı
bir büyümeden söz edebiliriz ama bu büyümenin yeterli bulunmadığını da
belirtelim. En temel eleştiri de yönetiminin tamamen akademisyenlerden oluşması
bu nedenle de enstitülerin esas olarak Türkçeyi öğretir hale geldiği, öncelikli
amacı olan kültür ve sanat faliyetlerinin ihmal edildiği ya da gereğince
yapılamadığıydı.
Yunus Emre Vakfı Kanunu’nda 6 Aralık 2017 tarihinde çıkan
torba yasa ile iki önemli değişiklik yapılmış. Mütevelli Heyet ve Yönetim
Kurulu üye yapıları tamamen değiştrilmiş. Önceki düzenlemede Dışişleri Bakanı
mütevelli heyet başkanıydı ve mütevelli heyetinde Maliye Bakanı, Millî Eğitim
Bakanı ve Kültür ve Turizm Bakanı yer alıyordu. Bu kadar çok bakan yer aldığı
için de mütevelli heyet istenen sıklıkta toplanamamış, işler kolay yürümemiş. Şimdi
Kültür ve Turizm Bakanı başkan, müsteşarı da başkan yardımcısı. Dışişleri
Bakanlığı Müsteşarı, Maliye Bakanlığı Müsteşarı ve Millî Eğitim Bakanlığı
Müsteşarı da heyetin tabii üyeleri. Maarif Vakfı da bir üye veriyor.
Heyetin tamamen devlet kurumlarının temsilcilerinden
oluşması eleştiriliyordu. Yeni heyette cumhurbaşkanı tarafından seçilen beş
kişi yer alıyor. Cumhurbaşkanı sivil üyeler seçerse vakıf yönetiminde 6 devlet
temsilcisi 5 sivil yer almış olacak. Yani yine devlet son sözü söylemiş olacak.
Cumhurbaşkanınca seçilecek sivil üyeler tüm toplumun üzerinde fikir birliğinde
olduğu, Türkiye’nin kültür diplomasisinde söz sahibi kültür ve sanat insanları
olursa yetersiz ama olumlu bir gelişme olarak değerlendirebiliriz. Ama yasa
değişikliğini sunarken dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı’nın söylediği
gibi British Council ve Goethe Enstitüsü gibi bir vakıf oluşturmak arzu
ediliyorsa ağırlık sivillerde olmalıydı. Cunhurbaşkanı tarafından seçilecek
üyeler için bir kıstas getirilmemesi, kültür ve sanat alanında başarılı kişiler
olmaları öngörülmemesi de haklı olarak eleştirilmiş.
Vakfın işlerini yürütecek olan yönetim kurulunda ise bir
sivilleşme görülmüyor. Yunus Emre Enstitüsü Başkanı, Türk İşbirliği ve
Koordinasyon Ajansı Başkanı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanı ve
Dışişleri Bakanlığı Yurtdışı Tanıtım ve Kültürel İlişkiler Genel Müdürü Yönetim
Kurulunun tabii üyeleri. Mütevelli Heyeti üniversitelerin Türkçe dil öğretim
merkezleri başkanları arasından bir ve eğitim, kültür ve sanat alanında
faaliyette bulunan ve Bakanlar Kurulunca kamu yararına faaliyet gösterdiği
kabul edilmiş dernek veya vergi muafiyeti tanınmış vakıfların üyeleri arasından
bir kişi seçecek. Bir de uluslararası ilişkiler, iletişim, kültür, sanat ve
Türk dili alanında çalışmalarıyla tanınmış kişiler arasından bir kişi seçecek.
4 devlet görevlisi, 1 akademisyen, 2 sivil. Bu yapılanma vakfı
sivilleştirmiyor. Yunus Emre Enstitüleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın
yurtdışı faliyetlerinin birer dairesi ya da temsilciliği haline geliyor. Bu
yapılanma ile belki dil eğitimi amacı daha önce de olduğu gibi yine başarılacak
ama kültür diplomasisi için ve Türkiye’nin kültür ve sanatını yurtdışında
tanıtımında bir katkı beklenemeyecek.07.03.2018
Yorumlar