Celâl Üster “edebiyat insanı”dır. Edebiyat insanı edebiyatın
sadece bir dalı ile sınırlı kalmayan birçok alana emek veren kişilere
verdiğimiz ad. Kolay kazanılmayan çoğunlukla Türkiye’nin şartlarının insanları
yönlendirdiği önemli bir nitelik. Celâl Üster’in yaptığı işler arasında
yazarlık, çevirmenlik, editörlük, gazetecilik, sanat sayfası editörlüğü, dergi
yöneticiliği var. Bu işlerden en ağır basanı çevirmenlik.
1947’de İstanbul’da doğumlu. Lise çağlarında çeviriye başlamış.
17 yaşındayken ilk olarak T. S. Eliot’ın
“The Love Song of J. Alfred Prufrock” şiirini, bir de Shakespeare’in “Shall I
compare thee to a summer’s day” diye başlayan 18. sonesini çevirmiş. İlk
çevirileri 1967’den itibaren Yeni Dergi’de yayımlanmış. Çevirmenliğe başlangıç
olarak da dergilerde yayımlandığı tarihi esas alıyor. Yaroslav Haşek’ten George
Orwell’a, D.H. Lawrence’tan Iris Murdoch’a, Juan Rulfo’dan Jorge Luis Borges’e,
Mario Vargas Llosa’dan John Berger’a, Paulo Coelho’dan Roald Dahl’a pek çok
yazarın yapıtlarını dilimize kazandırdı. 1983’te George Thomson’ın Tarihöncesi Ege adlı yapıtının
çevirisiyle Yazko Çeviri dergisinin Azra Erhat Ödülü’ne değer görüldü. Bugüne
kadar seksene yakın eseri dilimize kazandırdı.
Aslı Uluşahin, Celâl Üster’in elli yıllık çeviri emeğine
dikkati çekmek için “Celâl Üster İçin Çeviri Uğraşında 50 yıl” (Can yay.)
adıyla bir kitap hazırlamış. Kitapta Ferit Edgü’den başlayarak Celâl Üster’in
dostlarının ve çalışma arkadaşlarının yazıları var. Üster’le çeviri yaşamı ile
ilgili olarak yapılan uzun bir söyleşi de kitabı taçlandırıyor.
Elli yılda seksen çeviri kitap hem çoktur hem de azdır.
Zamanını sadece çeviriye ayırabilse belki bu sayıdan biraz daha fazla çeviri
yapabilirdi ama çok da fazla olmazdı bu rakam. Çünkü titiz bir çevirmen
olduğunu biliyoruz. İnce eleyip sık dokur, sevmediği kitapları çevirmek
istemez. Sadece çevireceği kitapla yetinmez, yazarın diğer kitaplarını da okur.
Dönemi ile ilgili bilgi almaya çalışır. Daha önce yapılmış çevirileri inceler. İyi
çevirinin üç şartı olarak “Merak”, “Kuşku” ve “Sezgi”yi sayıyor. Bence en
önemlisi çeviri yapmayı sever. İşini sevmeyenin başarılı olamayacağını ve elli
yıl bir yana iki kitaplık bile sabredemeyeceğini düşünüyorum. Çünkü çeviri emek
yoğun bir iştir ve karşılığı maddi olarak çok azdır. Karın doyurmaz, ev
geçindirmez.
Kuşkusuz çevirinin gelirinin az olması onu başka işlere
yöneltmiştir ama Celâl Üster 50 yılı aşan çevirmenliği yanı sıra hep önemli
işler yaptı. Yayın yönetmenliği, sanat sayfası yöneticiliği gibi tam mesai
verilmesi gereken işlerdi bunlar. Bu işleri de layıkıyla yaptığı için mesai
dışı saatlerde de emek verdiğini biliyorum. O nedenle de 50 yılda 80 çevirinin
önemli bir rakam olduğunu düşünüyorum. Gece gündüz durmadan çalışmış.
Tabii “meyhanelerde uzun saatler boyu o hoş sohbetleri yapan
adam kimdi?” diye soracaksınız. Celâl Üster’in bir ikizi yok. O nedenle de 24
saat dolu dolu yaşamaya çalışıyor. Eşine, dostuna ve çocuklarına zaman ayırmayı
da başarıyor. Meyhane sohbetlerinde de boş konuşmaz. Engin bir futbol bilgisi
vardır, kırk yıl önceki yabancı takımların kadrolarını ezbere sayar ama
sohbetlerinin konusu çoğunlukla o an yaptığı işlerle ilgilidir. Örneğin Yaroslav
Haşek’in Aslan Asker Şvayk’ını çevirirken o masalarda sürekli Haşek’i, savaş
karşıtı eserleri, çeviride karşılaştığı sorunları, önceki çevirilerdeki
gariplikleri konuştuğumuzu bilirim.
Bu sohbetlerde ortaya attığı sorunları da zaten yazılarında
ele alacaktır. Yani meyhane sohbeti onun için fikir jimnastiği gibidir. “Körün
taşı kelin başına denk gelmiş mi, siz karar verin...” diye sunduğu bu
yazılardan bir seçme de “Körün Taşı” (Can yay.) adıyla yayımlandı. Kitaplaşması gereken bir de “Bir ‘Çevirgen’in
Notları” kitabı var. Onu da bekliyoruz.
Nice yıllara, nice çevirilere, nice kitaplara Celâl ağabey. 18.04.2018
Yorumlar