Gertrude Stein çok ilginç bir sanat insanıymış. Sanat insanı
diyorum çünkü yazarlığından önce koleksiyonculuğu ve yazar ve sanatçı hamiliği
ile tanınmış. Paris’te yaşadığı yıllarda ağabeyi Leo ile birlikte o zamanlar
kimselerin dönüp yüzüne bakmadığı Cezanne, Henri Matisse, Pablo Picasso gibi
ressamların resimlerinin ilk alıcılarından olmuş. Eski bir Paris geleneğine
uyup cumartesileri evinin kapılarını sanatçı ve edebiyatçılara açarak hem bu ressamların
tanınmalarını sağlamış hem de Ernest
Hemingway, F. Scott Fitzgerald, Sinclair Lewis, Ezra Pound, Sherwood Anderson
gibi yazarlarla buluşmalarını, dostluklar kurmalarını sağlamış. Daha sonra
“Yitik Kuşak” adını vereceği bu kuşak yazarlarını desteklemiş, yönlendirmiş.
Gertrude Stein ağabeyi Leo’nun işleri nedeniyle taşındıkları
Paris’e 1903’te yerleşiyor. Alice B. Toklas 1907’de Paris’e geliyor ve
Paris’teki ilk gününde Gertrude Stein’la tanışıyor. Toklas, 1910'da 27 Rue de
Fleurus'a Gertrude Stein’ın evine taşınmış. Gertrude Stein ölene dek de hiç
ayrılmamışlar.
Gertrude Stein’ın sanatçı ve yazarları keşfi, desteklemesi,
koleksiyonculuğu yazarlığının önüne
geçmiş. Hep bu nitelikleriyle anılmış. Oysa eserlerine baktığımızda Gertrude
Stein’ın güçlü ve yenilikçi bir yazar olduğunu görüyoruz. Yazarlık, edebiyat
hep yaşamının temel amacı olmuş. Yaşamöyküsünden bu niteliğini gizli tuttuğunu,
bildirmekten bile kaçındığını öğreniyoruz. Ama yazarlığı ile ilgili duyduğu ya
da okuduğu en küçük bir takdir cümlesi onu mutlu etmiş.
Gertrude Stein’a yazar olarak ün kazandıran kitap Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü (2.
Baskı Nisan 2018, çev. Nesrin Kasap, Metis yay.). 1933’de yayımlanan kitapta
hayat arkadaşı Alice B. Toklas’ın ağzından Gertrude Stein ağırlığı Paris
yıllarına vererek kendi yaşamöyküsünü anlatıyor.
Gertrude Stein, Atlantic
Monthly dergisinin teklifi üzerine, para kazanmak amacıyla altı hafta
içinde yaşamöyküsünü yazmayı kabul etmiş. Eserlerini tekrar tekrar kaleme alıp
bir türlü bittiklerine ikna olmayan bir yazar için çok farklı bir deneyim.
Zaten eleştirmenler de deneysel eğilimi ve bilinçakışına yakın bulunan
anlatımıyla farklı bir yazar olarak kabul edilen Gertrude Stein’ın kendi yazı
anlayışından uzaklaşması olarak nitelemişler eseri. Toklas’ın Alice B. Toklas’ın Yemek Kitabı adlı
kitabındaki anlatım tarzını örnek alarak Alice
B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü kitabını yazdığı düşünülüyor Gertrude Stein’ın. O
ise kitabın sonunda “Defoe’nin Robinson Cruose’nun özyaşamöyküsünde kullandığı
dil kadar yalın bir dille yazacağım” diyor. Yazmış da...
Gertrude Stein’ın çizgisine aykırı bulunan bu kitap okurlar
tarafından çok ilgi görmüş. Kitap Gertrude Stein’a ün kazandırmakla kalmamış,
çok satanlar arasına da girmiş. Onlarca dile çevrilmiş. “20. yüzyılın En Büyük
20 İngilizce Kurgusal Olmayan Kitabı”ndan biri olarak seçilmiş.
Kitapta Alice B. Toklas birinci tekil kişi olarak sözü alır.
Toklas kendi yaşamöyküsünü anlatacakmış gibi yaparak aslında Gertrude Stein’ın
yaşamöyküsünü anlatır. Gertrude Stein kitapta hep üçüncü tekil şahıstır.
Kitabın bu şekilde kurulmasının bile onu “kurgusal olmayan” değil bir kurgu
olarak görmemize yetmeli. Gertrude Stein bununla da kalmaz, kronolojik olmayan
bir yapı kurar. Çok sık geriye dönüşler yaparak Paris’ten önceki yaşamını, Toklas’la
tanışmasından önce Paris’te neler yaptığını, kimlerle nasıl tanıştığını,
geleceğin büyük ressamlarını nasıl keşfettiğini anlatır.
Alice B. Toklas, kitabın anlatıcısı olarak kendi
yaşamöyküsünü anlatarak başlar, sonra da Gertrude Stein’ın ağabeyinin karısı
ile tanışmasını yani kendisini Gertrude Stein’a ulaştıracak ilişki ağının nasıl
kurulduğunu anlatır. Paris’e gidince de Gertrude Stein’ın yengesini ziyaret
eder. O evde Gertrude Stein’la karşılaşacaktır. İki kadın arasındaki duygusal
yakınlaşmanın ve birlikteliğin üstü kitap boyunca olabildiğince örtülmeye
çalışılsa da satıraralarından güçlü bir aşkın, ömürboyu süren birlikteliğin
izlerini de okursunuz.
Gertrude Stein, Alice B. Toklas’a şöyle anlattırıyor ilk
karşılaşmalarını: “Mrs. Stein’ın evinde Gertrude Stein’la tanıştım. Gertrude
Stein’ın taktığı yaka iğnesi ve sesi beni çok etkiledi. Yaşamım boyunca
yalnızca üç kez bir dahiyle karşılaştım, diyebilirim, her seferinde de içimde
bir çan sesi duydum ve sezgilerim beni hiç yanıltmadı; üstelik diyebilirim ki
üç kezinde de bu kişilerin içlerindeki dehanın niteliği yaygın bir biçimde
anlaşılmadan önce oldu bu.” Alice B. Toklas’ın evdeki yeri misafir sanatçıların
ve yazarların karılarının yanı olacaktır (s. 30). Bu vurgulama da Gertrude
Stein’ın diğer eş olarak kendini konumlandırdığını düşünebiliriz.
Gertrude Stein bir yandan sanatçıları ve yazarları evinde ağırlayıp
onlarla yaptığı sohbet ve tartışmalarla sanat yaşamlarında yön verirken diğer
yandan kimselere söylemeden eserlerini kaleme almaktadır. Stein, Kübizm’i
keşfedip desteklediği zaman diliminde Üç
Yaşam (2017, çev. Gökçe Yavaş, Deli Dolu yay.) adlı ilk kült eserini yazar.
Stein, Baltimore’da yaşayan, işçi sınıfından üç kadının yaşamını birbirinden
bağımsız gibi görünen üç öyküde toplumsal gelişmelerle birlikte anlatır.
Kübizmin resimde gerçekleştirdiğini edebiyatta var etmek istemektedir. Bu
yenilikçi tavrı kuşkusuz hemen hiç kabul görmediği gibi garipsenir de. Toklas’ın
ağzından bu eserin esin kaynağının Cezanne’in bir tablosu ve Flaubert’in Üç
Hikaye’si olduğunu anlatır.
Gertrude Stein çok sanatçı ve yazarla dost olmuş ama
sohbetleriyle sanatlarında etkili olduğu iki kişi var; Ernest Hemingway ve
Pablo Picasso. Picasso’yu daha hiç resim sergilememişken ağabeyi Leo ile
keşfediyor. Resimlerini satın alarak desteklemekle kalmıyor, maddi olarak güç
durumda olan Picasso ve sevgilisine sofrasını da açıyor. Picasso’ya ünlü
Gertrude Stein tablosunu çizerken uzun süre boyunca modellik yapmasıyla da
dostlukları pekişiyor. Uzun sohbetler yapıyorlar. Picasso’nun resimi
anlayışının nasıl gelişip değiştiğine şahit oluyor.
Birçokları gibi sadece ünlü “Güldür bir gül gül bir güldür”
dizesiyle tanıdığım Gertrude Stein’ın Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü’nü
okumaya başlamamın nedeni Birinci Dünya Savaşı öncesinden başlayarak Paris’te
sanat ve edebiyat çevrelerinde yaşananları, dolayısıyla modern resim ve
edebiyatın ortaya çıkış yıllarını anlamaktı. Kitabı okudukça Stein’ın
yazarlığının oluşumunun, eserlerinin ortaya çıkışlarının, yayımlama
mücadelelerinin öyküsü ağır basmaya başladı. Tabii hep üstü örtülüp geriye
itilmeye çalışılan, Stein’ın ölümüne dek otuz yıldan fazla süren Alice B.
Toklas’la yaşam arkadaşlığını da merak ettim.
Gertrude Stein iyi bir anlatıcı, Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü de
Stein’ın yaşam öyküsünden kaynaklandığı için kurgudışı sayılsa da aslında modern
klasikler arasında sayabileceğimiz iyi bir anı roman. 07.06.2018
Yorumlar