Metin Celâl’e Şiir’den İçin Sorular



Anıl Cihan Türk şiirinin en üretken şairlerinden birisiniz. Ürettiğiniz, okuyucularınızla buluşturduğunuz edebiyat yapıtlarınız arasında, şiir, roman, eleştiri ve aynı zamanda çeviri kitapları da bulunmakta. Yönümüzü şiirden yana çevirirsek, Metin Celal şiiri, detayı derinleştiren, yatağını genişleten bir görünüm sergiliyor. Neler söylemek istersiniz? Metin Celal şiiri, dikey ve yatay yönde hareket ederek açtığı ve açmaya devam ettiği alanda neyi hedeflemekte?
Okur olarak kendime dışarıdan bakarsam çok verimli bir şair olduğumu söyleyemem. Diğer alanlarda belki gereğinden çok yazmışımdır ama esas ilgi alanım olduğunu düşündüğüm şiirde hep “az olsun, öz olsun” düşüncesi ile hareket ettim. İnce eledim, sık dokudum. Yaşlandıkça bu hassasiyetim daha da arttı.
Şiirin yapılan değil de yazılan hatta söylenen bir sanat olduğuna inandığım için şiir yazarken belli hedeflerim olmadı. Zaten “şiir yazayım” diye de masanın başına oturmam. “Şiir çalışmak” da aklımın ucundan geçmez. Şiirin yazılması için bir “neden” olması gerektiğine inanırım. Tabii içsel etkenler ağırlıkta ama bu içsel etkenleri de mutlaka dışsal bir etken, olay ya da durum tetikliyor. İmgeler oluşuyor, o imgelerin bazıları bellekte dize olarak şekilleniyor ondan sonra yazıya geçirmeye başlıyorum. Bazen bir bütün olarak çokluk tek tek dizeler farklı zamanlarda yazılarak bir şiire doğru yol alıyorlar.  
Mutlaka okur olarak sizin kanınız doğrudur ama “detayı derinleştirmek” mi denir bilemiyorum. Son yıllarda Rahmetli Mehmet Müfit’in deyimi ile “şiiri damıtmaya” daha çok önem vermeye başladım. “Şiir kısa ve öz yazma sanatıdır” anlayışına daha sıkı sarılmaya başladım. O nedenle de şiirlerim giitkçe daha da kısalıyor.
Sanırım şiirimde gelişime bakarsak “yatağını genişlet”mekten çok derinleştirmek söz konusu. Tabii bunlar okur olarak tahlillerim. Yazarken herhangi bir amaçla yazmam söz konusu değil. Ben şiiri belirlemiyorum, şiir beni belirliyor. Daha doğrusu şiir önce içimde sonra kendi içinde bir gelişim yaşıyor. Ben sadece kaleme alıyorum. Sonradan yaptığım müdahaleler ise özle değil biçimle ilgili. Daha iyi nasıl söylenir, kendi içinde bir ezgisi nasıl sağlanır, o şiir için en iyi biçim nedir, bulmaya çalışıyorum.

Şiirin hayat ile, hayatın içinde yer alan/ yer edinmiş kanalları ile bağı hiç kuşkusuz önemli. Sizin şiiriniz de, hayatın içinde şekillenen bir şiir. Şiirin hayat ile bağı, dahası okurun hayatı ile bağı bu noktada gerçekleşiyor. Neler söylemek istersiniz? Şiir, günümüzde okurun hayatına ne derece müdahil olabiliyor?
“Bir şiiri oluşturan kaynakların birincisinin şairin yaşadıkları, ikincisinin hayattan gözlemledikleri, üçüncüsünün de okuduklarından damıttıkları olduğuna inanıyorum. Bunların çeşitli oranlarda birleşmesinden şairlerin kimlikleri oluşuyor ” demiştim bir söyleşide. Hâlâ aynı kanıdayım.
Şiirin okurdan okura değişen anlamları, göndermeleri olmasını, onlarda farklı dünyalar yaratmasını arzu ederim. Hatta okunduğu zaman ve mekana göre bile değişmesi hoş olurdu. Tabii ki böyle olmuyor. Genelde tüm şiirler süreç içerisinde tek bir imgeyi kuşatıyor. Tek bir temaya yöneliyor.
Şairin kimliği şiirde ne denli yerleşikleşmisse, hissediliyorsa o kadar başarılı olduğuna inanırım. Bunun da yolu imgelerle yazmaktan geçer. Eğer o imgeler hayattan geliyorsa hayatın içinde şekillendiğini de söyleyebiliriz. Tabii tamamen okudukları ya da hissettikleri ile şiir yazanlar da var. Okur olarak bakarsam şiirimde ben de hayat bağları görüyorum. Onun şiir okuruna yansıması, benimseyip içselleştirmesi şiirle arasında kurduğu duygu bağıyla, hatta özdeşleşmeye ilintili sanırım. “Hislerime tercüman olmuş” diyebildiği şiir okurun hayatına müdahil olmaz ama katılmıştır.
Yazık ki okurlarımızla çok sık karşılaşamıyoruz. Ama dolaylı yoldan onların yaşamına şiirlerimizin nasıl katıldığını öğrenebiliyoruz. İnternette, özellikle sosyal medyada yapılan paylaşımlar bunun iyi bir göstergesi.
Eskisi kadar şiir okunmadığı düşüncesine ise katılmadığımı defalarca söyledim. Değişen, şiirin medyası, yayın araçlarıdır. Şiir neredeyse yirmi yıldır kağıtta değil de daha farklı medyalarda okunuyor ama şairler hâlâ kitapta, dergide görmek, onların aracılığıyla şiirlerini okutmak istiyor. Bu konuda inat ediyor. Oysa şiir okuru çoktandır kendi medyasında şiiri okuyor, dergiyle, kitapla ilgisi yok. Bu nedenle de şiirin okunurluğunu kitap ve dergi satışlarıyla ölçmek yanlış. Şiirlerin, dizelerin internette ne kadar paylaşıldığına bakmak gerek.      

Şair Metin Cengiz’in, şiiriniz hakkında yaptığı yorum dikkate değer ve üzerinde durulması gereken bir noktayı işaret ediyor; “Metin Celal, anlatı ağırlıklı bir şiir yazmış, sözcüklerin sözcük olmayı bıraktığı, göstergenin kendisi haline geldiği bir şiir tavrından değil, sözcüklerin sözcük olarak kaldığı bir dili benimsemiştir.” Sizin düşünceniz ne bu konuda? Şiir ve sözcük arasındaki bağı biraz açmak istiyorum. Sözcüklerin taşıdıkları anlam/ anlamlar ile şiirin organik bağı hakkında düşündükleriniz nelerdir?
“Şiir imgelerle yazılır. Sözcükler imgeleri oluşturan yapı taşlarıdır. Ama sözcükler, imgeler oluşturulurken şiirin dışında hiçbir dizgeyle açıklanamayacak şekilde kullanılırlar” diye düşünürüm, öyle de yazmışım 1985’de. Hâlâ da bu düşüncem değişmedi. Tabii hedefim böyle şiir yazmak ama bu hedefe ne denli ulaştım tartışılır.
Metin Cengiz iyi bir okur olarak benim şiirimde anlatı ağırlığı bulmuş olabilir. Şimdi durup geriye baktığımda bazı şiirlerimin öyküleri olabileceği görüşüne katılıyorum. Ama bunlar iradi şeyler değil ve şiirimin tamamını kapsayacak sayıda değiller. Belki bir dönem ve bazı şiirler için bu tahlili doğru buluyorum ama genelde katılmıyorum.
Sözcükler sözcük olarak kalırsa şiir olamazlar. Onların mutlaka tek tek ya da birlikte en azından bir imge oluşturması gerek. Benim yaklaşımımda şiir imgeler toplamıdır ve o imgeler biraraya geldiğinde yeni ve bambaşka bir imge oluştururlar. Yani tek tek imgelerde, dizelerde ve şiirin bütününde farklı anlamlar çıkarıbilir ya da hepsi birden bütünü destekleyebilir. Sonuçta bir şiir ortaya çıkmasını arzuluyorsak da bütünü oluşturan bir imge oluşması nihai amaç olmalı.   

Kitaplarınızı dikkatle okuyan okuyucularınızın gözünden kaçmayacağı başka bir nokta ise, şiir dilinizin her daim duru, sade olması. Bu duru ve sade söyleyiş, tertemiz bir akarsuyun dibini görmeye benziyor. Baktıkça, içine girme/ katılma hissi yaratıyor aynı zamanda. 80 sonrası dönem içerisinde şiirinizin ve dilinizin konumu hakkında neler düşünüyorsunuz?
Şiirin az sözcükle çok şey anlamak sanatı olduğuna inandığım için sözcük seçimini önemsiyorum. Duru ve sade söyleyişin peşine düşmem de bu saikledir. Ustam bellediğim şairler de böyle bir söyleyişi esinlediler bende.   
Dil konusu 80’li yıllardan itibaren çok tartışıldı. Bazı arkadaşların Eski Türkçe ya da başka bir deyişle Osmanlıca kazıları da bu tartışmaları tetikledi. Üzerimizde bir “Öztürkçe yazın!” baskısı da vardı önceki kuşaklardan gelen. Sanırım bu eğilimler bu baskıya tepki olarak da gelişmiştir ya da önceki kuşakların hiç yapmadıkları yoğunlukta eski şiirimizle haşır neşir olmanın getirdiği bir durum söz konusu.
Etkilenmeden çok eski diye bir kenara atılmış, unutulmaya terk edilmiş sözcüklerin taşıdığı çok anlamlılık, o sözcüklerin söylenişindeki müzik, şiire uyum ilgisini çekmiştir bizim kuşak şairlerinin. Kasti olarak o sözcüklerin kullanıldığı örnekleri de biliyoruz. Bu postmodern yaklaşımlar nedense doğru açıdan tartışılmadı hep bir dil anlayışı tartışması açmaya oradan siyasi mecralara akıp o sözcüklerle arayışlara girenlere “gerici” yaftası takılmaya çalışıldı.  
Benim özel olarak bir dil tercihim olmamıştır. Yazdığım şiir hangi dili gerektiriyorsa o sözcüklerle yazmaya çalışırım. Esas hedefim imge olduğu için de o imgeyi en iyi anlatacak sözcüklerin peşine düşerim. Birden fazla anlamı olan sözcüklere eğilimim olmuştur ama özel olarak Osmanlıca bir sözcük kullanma merakım yoktur. Şiirlerin başlıkları dahil İngilizce sözcükler ve deyimler kullanmışım bir zamanlar. Sanırım okuru şiirden bir adım beride tutma, hemencecik içine girmesini, tüketmesini önleme arzusu söz konusuymuş. İroni merakından da olabilir. Bugün o şiirleri yazsam o sözcükleri kullanmaz Türkçede daha iyi ifade etmenin yolarını arardım.    
80 Kuşağı şairleri şiir dilleri ya da söyleyişlerinden çok şiir anlayışları ile biraraya geldiler. Kimliklerin farklılığı her zaman önemliydi. Hepimiz birbirimize benzemek değil birbirimizden farklı olmak, kendimiz olmak istiyorduk. 

Kendine İyi Bak şiirinizin en iyi ve en çarpıcı dizelerinden biri olan “savaş bitmiş, indirilmiş bayraklar/ yapışmış yakamıza yeminler ve yalanlar” bir gerçekliği allayıp pullamadan, okurun gözü önüne sunan enfes bir tablo. Okunan/ izlenen bir dize. Olmuş olanın, şiire yansıması da denebilir? Şiirin zamanı/ zamansızlığı hakkında neler söylemek istersiniz?  Dil, görüntü şiirin neresinde, hangi evresinde şekillenip ifade edilir sizin şiirinizde?
Bu iki dize birlikte bir imge oluşturmuş okur olarak sizde. Ama dönüp şiire baktığımda bütünün de farklı bir imge oluşturabileceğini görüyorum. Zaten şiir anlayışım olarak anlatmaya çalıştığım da tam olarak bu. Hatta bu iki dizeyi hak ettiği gibi ikiye bölersek “savaş bitmiş, indirilmiş bayraklar” bir imge oluşturuyor, “yapışmış yakamıza yeminler ve yalanlar” başka bir imge, diye düşünüyorum şimdi okuduğumda. Bu dizeler bütününü içinde ise farklı bir şey söyleyecektir okura.
Şimdi tekrar okuduğumda baştan beri tek tek ya da birbirine bağlanarak ya da ilişerek gelen dizelerin nihayette tek bir imgeye yol aldığını düşünüyorum. Şiirin adı “Kendine İyi Bak”. İngilizceden çevrilip Tükçeye “kazandırılmış” bir deyim. Aslında bir yanlış anlam. Türkçede kimse kendine “manevi” anlamda bakamaz biliyoruz. Bu tartışıldı zamanında. Ama toplumun bugün geldiği noktada ne kadar ortak paydalarımız var desek de herkesin kendi çıkarının peşinde olduğunu, o oranda da kendiyle ilgili olduğu düşünmüşüm sanırım.
Bu yeni okumadan sonra soruya dönersek, daha önce de dediğim gibi şiirin her okumada, her okurda farklı anlamlara bürünmesi gibi bir arzum var. 17 yıl önce bu şiiri bana yazdıran duygu ve izlenimler nelerdi bilemiyorum şimdi. Sadece tahmin etmeye çalışıyorum. Ama bugün farklı bir anlama da geldiğini düşünüyorum benim okumamda. Bu anlamda şiir zamansız. Dil ve görüntünün de şiirin tamamında şekillendiğini nihai anlamına kavuştuğunu düşünüyorum. Okur olarak son dizeyi okuduğunuzda sizde ne kalmışsa o.    

Şiiri/ edebiyatı, yakından/ ilgi ile takip eden usta edebiyatçılarımızdan birisiniz. Genç şairler arasında dikkatinizi çeken isimler kimlerdir?  
Söyleşinin en can yakıcı sorusu bu herhalde. Benim de canım yanar, adını verdiğim ve vermediğim şairlerin de. Şaka bir yana. 40 yıldır şiir yazıyorsam 40 yıldan fazladır ulaşabildiğim tüm şiir kitaplarını okumaya çalıştım ama son yıllarda çok fazla şiir okuduğum söylenemez. Bunun nedeni de istiap haddini doldurmuş olmam olabilir. Bellekte olağanüstü güzellikte şiirler varken yeni şiir okumaya pek hevesli olmuyor insan.
Dergilerde çok az “şiir”e rastlıyorum. Onların da çok azı bana okunaklı geliyor. Çünkü dediğim gibi bellekteki harikulade şiirlerden daha iyilerini okumak istiyorum. Vasatla vakit yitirmek istemiyorum. Bu durum da ister istemez seçici olmayı gerektiriyor. Dergilerde beğendiğim şiirlere rastlarsam o şiirin şairinin diğer şiirlerinin izini sürüyorum. Kitaplarına ulaşmaya çalışıyorum.
2017’den aklımda kalanları söylersem... Attilâ İlhan Şiir Ödülü vesilesiyle bir çok ilk kitap okuduk. Ödülü kazanan Selenay Kübra Koçer’in “İlk Ayrılık”ı iyi bir şairi müjdeliyor. Şiirden Dergisi İlk Kitap Ödülü’nü kazanan Tuğçe Tekhanlı’nın “Derindim İnandırıldım Aksine”si de öyle. Benden daha genç kuşaklardan Ömer Erdem’in “Azap” (Everest yay.), Yücel Kayıran’ın “Efsus’a Yolculuk” (Metis yay.), Selahattin Yolgiden’in “Herkes Ayrıldı Kendinden” (Kırmızı Kedi yay.) ve Müesser Yeniay’ın “Sevgiliyle Daimi Konuşma” (Şiirden) bu yıl dikkatle okuduğum şiir kitapları. Mutlaka birçoğunu da atlamış, kaçırmışımdır, zira günümüzde şiir kitaplarına ulaşmak da ayrı bir mesele. Geçerli bir özür değil ama adını vermeyi unuttuğum şair dostlar da bu nedenle hoş görsün. (Şiirden Dergisi Mart-Nisan 2018.)   

Yorumlar