“Unutmayı denemeliyiz”



Afrika yakınımızdaki uzak kıta. Angola uzak bir ülke. Afrika ile ilgili değiliz. Edebiyat okumalarımız esas olarak Avrupa, ABD ve Latin Amerika kaynaklı. Afrika Edebiyatlarından çok az çeviri yapılıyor, onların da çok okunduğunu söyleyemeyiz.
Afrika’nın güneybatı bölümünde yer alan bir ülke Angola. Kendi dillerinde Ngola diye anılıyor ama biz Portekizli sömürgeciler gibi Angola diyoruz. Portekiziler 1483’de Angola’yı keşfedip ilk yerleşim merkezlerini kurmuş. 1920’de dek de sınırları genişleterek şimdiki büyüklüğüne ulaşmış. Afrikalı çeşitli etnik gruplar nüfusunu oluşturmuş. Bir anlamda Portekiz’in yarattığı bir ülke olarak da düşünebiliriz.
Portekiz sömürge yönetimi 1960’lara dek sürmüş. Afrika’da gelişen bağımsızlık akımı sayesinde 1950’lerde başlayan mücadele 1961’de silahlı mücadeleye dönüşmüş, 1974’de Portekiz’in tüm sömürgelerinden çekilme kararı alması ile  Angola bağımsızlığına kavuşmuş. Bunları hem Angola’nın tarihini anımsamak hem de sözünü edeceğim romana girizgah olsun diye anlatıyorum.
Portekiz’in çekilmesi ile ülkede bağımsızlık için savaşan üç grup  Angola Ulusal Kurtuluş Cephesi (FNLA), Angola'nın Bağımsızlığı İçin Halk Hareketi (MPLA) ve Tam Bağımsız Ulusal Angola Hareketi (UNITA) bu sefer kendi aralarında iktidarı ele geçirmek için savaşmaya başlamışlar. Çatışmalar sonucu Sovyetler Birliği desteğindeki MPLA başkenti ele geçirip 1975 yılında bağımsızlığı ilan etmiş ama diğer gruplarla içsavaş 2002 yılına dek sürmüş. Bu arada MPLA sosyalist ülkelerdeki yönetim biçimini esas alan bir yönetim modeli oluşturmuş. 1990’da da çok partili sisteme geçilmiş.
Jose Eduardo Agualusa’nın Man Booker Ödülü adayı ve Dublin Edebiyat Ödüllü romanı Unutmanın Genel Teorisi (Nisan 2018, çev. Sevcan Şahin, Timaş yay.) Angola bağımsızlığını kazanmadan hemen önce başlıyor. Romanın ana kahramanı Ludo kızkardeşi ve eniştesi ile bilikte başkent Luanda’da iyi bir mahallede yaşamaktadır. Ludo, Portekiz’den kızkardeşinin yanına gelmiştir. MPLA’nın yönetimi ele geçirmesi sırasında kaçmaya hazırlanan eniştesi ve kızkardeşi ortadan kaybolulurlar. Ludo yapayalnız kalır. Apartmanda yaşayanların çoğu ya kaçmış ya da başlarına bir şeyler gelip ortadan kaybolmuştur. Ludo’nun ise gidecek bir yeri yoktur. Portekiz’e dönmeyi aklından geçirmez, zaten böyle bir isteği olsa bile havalanına bile nasıl ulaşacağını bilmemektedir.
Köpeği ile birlikte evde kalmaya karar verir. Bir süre sonra eniştesi ve kızkardeşinin döneceğini ya da iç savaşın bitip hayatın normalleşeceğini ummaktadır. Ama olaylar umduğu gibi gelişmez. MPLA’nın yönetimi ele almış olması ülke içindeki karmaşayı bitirmediği gibi yeni sosyalist yönetim de pek güvenli gözükmemektedir. Her an evin basılması, yağmalanması ve Ludo’nun öldürülmesi mümkündür.
Ludo apartman dairesinin kapısına bir duvar örer. Dışarı ile ilişkisini mümkün olduğunca keser. Önce eve depolanmış yiyecekleri tüketir sonra da terasında yetiştirdiği sebze ve yakaladığı güvercinlerle beslenir. Isınabilmek için kitapları, mobilyaları yakar. Otuz yıl boyunca böyle sürdürür hayatını. Bu sırada da evin duvarlarına yaşadıklarını yazar, evi bir anlamda günlük olarak kullanır.
Kitabın girişindeki önsözde Ludovica Fernando Mano adlı bir kadının 28 yıl boyunca evde kapalı kaldığını, 2010’da 85 yaşında hastanede ölümünden sonra kadının öyküsünü öğrendiğini yazıyor Jose Eduardo Agualusa. Ludo kapalı kaldığı dönemde 10 defter dolusu günlük tutmakla kalmamış, yaşadığı dairenin duvarlarını da şiir ve yazılarla doldurmuş. Agualusa bu günlüklerden yola çıkarak romanı yazdığını ama ortaya çıkan eserin bir belgesel değil tamamen kurmaca olduğunu belirtiyor. Haklı. 
Dış dünyayı sadece radyoda dinlediği haber programları ve zaman zaman şahit olduğu komşuların yaşamlarından ve kendi yaşadıklarından anlamaya çalışıyor Ludo. Ama roman sadece Ludo’nun yaşamı ile sınırlı kalmıyor. İçeriden çok daha fazla dışarıda geçtiğini de söyleyebiliriz. Agualusa çok ilginç kahramanlar aracılığıyla Angola’daki yaşamı ve değişimi satırlarına yansıtıyor. Faili meçhul cinayetler, cezasız kalan suçlar, kayıp insanlar, suçsuz yere hapis edilenler... Bunlar içsavaşın ve sonrasında kurulan rejimin insanlara yaşattıkları. Ama Angola’da yaşananlar sadece bunlardan ibaret değil diğer yanda insanlar yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Tüm olumsuzluklara rağmen başarılı olanlar, hayatta kalmak bir yana zengin ve güçlü olanlar olduğu gibi bu karmaşada her şeyini yitirip yok olanlar da var.
Jose Eduardo Agualusa gerçek olaylara dayanan bir anlatı kursa da anlatımı ile farklı bir dünya yaratıyor. Latin Amerika’nın Büyülü Gerçekçilik’ini anımsatan bir anlatımı var. Hayat bilinmezlerle, gizemlerle ve tabii mucizelerle dolu. İnsanlar yaşama bunlarla bağlanıyor. Agualusa farklı kahramanların yaşadıklarını anlattığı ilk bakışta karmaşık görünen ama sayfalar ilerledikçe birbirine bağlanan bir yapı kurmuş.
Otuz yıl evde kapalı kaldıktan sonra hırsızlık amacıyla eve giren ama sonra kalıcılaşan küçük Sabalu’nun sayesinde Ludo hem dış dünya ile temas kuruyor, hem de ayrı ayrı öykülermiş gibi gelişen olaylar onun dairesinin kapısında birleşiyor. Karmaşık görünen olaylar silsilesinin aslında tek bir öyküye bağlandığını, onun ayrıntılarını oluşturduğunu anlıyorsunuz. Bu da yazarın mahareti. Bir odaya kapanmış bir kadının yaşadıklarından tüm bir ülkenin öyküsüne genişleyip daha sonra bunları ustaca birbirine bağlayak tekrar o odaya, o kadına getirmeyi başarmış.
Unutmanın Genel Teorisi adıyla gelen bir insani durumu sorguluyor esas olarak. Unutmak, belleği tamamen silmek mümkün mü? Angola’nın tarihi o kadar büyük trajedilerle dolu ki, hemen her insan, her roman kahramanı belleğinde büyük bir yükle dolaşıyor. “Unutmayı denemeliyiz” diyorlar ama unutamayacaklarını, yaşadıklarının hesabını bir gün sormak umuduyla hayata tutunduklarını da biliyorlar. Kötülüklerin kötülerin yanına kâr kalmayacağını umuyorlar. Zaman zaman da bu hesaplaşma mümkün oluyor. İyiler kazanabiliyor.     
Jose Eduardo Agualusa çok iyi bir anlatıcı. Bunu hem bu güzel romandan hem de kazandığı ödüller ve çevrildiği dillerin çokluğundan, birçok ülkede çoksatanlar arasına girmesinden anlıyoruz. Unutmanın Genel Teorisi kendi dilinden, Portekizce’den Türkçe’ye çevrilen ilk kitabı. Bir de İngilizce’den çevrilen Bukalemunlar (2009, Pegasus yay.) var. Jose Eduardo Agualusa yeni kitaplarını merakla bekleyeceğim yazarlardan. 21.06.2018       

Yorumlar