“Eleştirmen akademisyen” diye bir tanımlamamız yok. Daha
doğrusu akademisyenlerin eleştiri yapmasına alışkın değiliz. Böyle bir
beklentimiz yok. Yapanı da sevmiyoruz. O nedenle çok az sayıda eleştirmen
çıkıyor akademiden. Zaten Türkiye’deki akademik yapının kurallar silsilesinin
böyle bir tavra müsaade etmediği, akademisyen olarak yetiştirdiği kişileri yapı
içine hocalaştırdığı da biliniyor. Sorgulamayacak, kuşkulanmayacak, araştırmayacak
hazırdaki bilgiyi öğrencilerine aktaracak.
Süha Oğuzertem adını Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı
Bölümü’ndeki çalışmaları ile duyduk. Bölümün o dönem, ikibinli yılların başında
ülke çapında dikkati çekmesine, özellikle yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin
çalışmalarının edebiyat çevrelerinde konuşulmasına katkıda bulunduğunu
biliyorduk. Bir Türk Edebiyatı Bölümü ilk defa bu kadar yoğun olarak edebiyat
ortamı ile ilişkiye giriyor, öğrencilerinin edebiyat dergilerinde yazılarının
yayımlanmasını özendiriyor, yazarların, şairlelerin akademik çalışmalara
katılmasını, öğrencilerle buluşmasını teşvik ediyordu. Bilkent iyi
akademisyenler yetiştirmenin yanında edebiyatımıza birçok eleştirmen
kazandırdı. Tahmin edilebileceği gibi uzun sürmedi. Sanıyorum bölümü kuran
Talat Sait Halman’ın vefatı ile de dağılma süreci hızlandı.
Süha Oğuzertem daha sonra İstanbul Bilgi Üniversitesi
Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde görev yaptı. Biyografisine göre de 2015
Eylül’ünde kendi arzusuyla emekli oldu. Emekliliği hak eder etmez akademi ile
ilişkisini kestiğini anlıyoruz. Bu gelişme yazı verimini nasıl etkileyecek
merak etmemek elde değil. Aradan geçen üç yıla yakın zamanda dergilerde
yayımlanmış bir makalesine rastlamadım. Ama olumlu bir gelişme olarak daha önce
yayımlanmış yazıları bir kitapta toplandı.
Eleştirirken’in (2018, İletişim yay.) alt başlığı “Modern Türkçe Edebiyat Üzerine Yazılar”. Kitabı Yalçın Armağan
derlemiş. Kısacık “Teşekkür” yazısında Süha Oğuzertem yazılarını
kitaplaştırma konusunda isteksiz olduğunu belli ediyor. “Yalçın Armağan bu
kitabın editörlüğünü üstlendiğinde gereksiz bir işe kalkışıyor diye
düşünmüştüm” diye yazmış. Yazıları bulup, seçip, düzeltip yayına hazırlayan
Yalçın Armağan’dan “Ve tanrı ideal editörü yarattı” diye söz ediyor. Bu cümledeki
ironi üzerinde düşünmek gerek.
Kitabın sunuş yazısını da Yalçın Armağan
yazmış. Süha Oğuzertem’in eleştiri anlayışı hakkında kapsayıcı,
bilgilendirici bir yazı. Okur olarak Süha Oğuzertem’den bir giriş yazısı
beklerdim. Nasıl bir eleştiri anlayışı olduğunu, kitapta yer alan yazıların
yazılma koşullarını, daha sonra neden değiştirmek gereği duymadığını kendisi
anlatabilirdi. Sadece bazılarının sonuna “Ardından” başlığı ile notlar koymuş
ve yazıdaki tezinin, tabii eleştiri anlayışının nasıl değiştiğini çok kısa
olarak belirtmiş. Kitaba bütün katkısı da bundan ibaret. Gönülsüzlüğünün
küskünlüğe evrildiğini düşündürüyor.
Kitap 1990 ile 2014 arasında yayımlanan, 10 yazar hakkındaki
16 yazıdan oluşuyor. 24 yılda 16 yazı çok az. Oğuzertem’in tüm yayımlanmış
çalışmaları bunlardan ibaret değilse bir bibliyografya yapmakta fayda varmış.
Zira yazarın başka bir kitap yayımlatmayacağını da hissediyoruz.
Yalçın Armağan belli bir mantıkla yazıları
bölümlemiş ama kronolojik sıralamaya da dikkat etmiş. Sait Faik, Yaşar Kemal,
Halikarnas Balıkçısı ve Leyla Erbil hakkında sempozyumlarda sunulmuş ya da
armağan kitaplar için yazılmış yazılarla başlıyor kitap. Çok sevdiğini
anladığımız bu dört yazar için de tavrı aynı Oğuzertem’in. Eserlerini yeniden
okurken bir yandan da onlar hakkında daha önce neler yazılmış, yazarlar nasıl
değerlendirilmiş anlamaya çalışıyor. Eleştirisini de yazarlar ve eserleri
hakkındaki genel kanıyı sorgulayarak kuruyor. Çünkü bu kanılar birbirini
izleyen yazılarda sorgulanmadan tekrar edilerek genelleşmekle kalmıyor, hüküm
haline de geliyor.
Bizde bir yazarı ve eserini bir kere değerlendirip yargıda
bulunduktan sonra onu bir kenara koymak ve bir daha değerlendirmemek
alışkanlığı var. Oğuzertem’in Halikarnas Balıkçısı’nı ekoeleştiri anlayışından
yola çıkarak incelemesi bu büyük yazarı ne kadar ihmal ettiğimizin önemli bir
örneği.
Sonra bence daha çarpıcı ve yazarın eleştiri
anlayışını somutlayan Yakup Kadri, Ahmet Altan, Orhan Pamuk ve Abdülhak Şinasi
Hisar hakkında yazılar geliyor. Oğuzertem, incelediği tüm yazarlara bir
akademisyenden beklenen şekilde olabildiğince nesnel yaklaşmaya çalışıyor.
En bildik sandığımız yazar ve eseri hakkındaki hükümlerin
bile sorgulanmaya değer olduğunu anlıyoruz. Örneğin Yakup Kadri
Karaosmanoğlu’nun Sodom ve Gomore’si “milli” ve “ahlaki” bir eser olarak
değerlendirilmiş ve nerdeyse tüm eleştirmenler de bu hükmü sorgulamadan kabul
edip tekrarlamışlar. Çok erken dönemlerde getirilen farklı yaklaşımları ise
ısrarla görmezden gelmiş ya da yanlış anlamayı tercih etmişler. Oğuzertem metni
tekrar okuyor ve söylendiği gibi metnin ne “milli” ne de “ahlaki” olmadığı
görüşüne varıyor. Bu görüşünü somutlayacak şekilde örnekliyor. Yakup Kadri’nin
eserlerinin “milli”lik yaftasını bir kenara koyup yeniden okunup yorumlanması
gerekliliği de anlaşılıyor Oğuzertem’in yorumlarından.
Eleştiri yazımı “deneme”ye iliştirilip “eleştirel deneme”
diye bir yazı türü hakim kılındığı için eleştirmenlerin bir eleştirel anlayışı,
yöntemi olması beklenmez. Yazıdan yazıya, kitaptan kitaba değişen bir anlayış
hakimdir. Süha Oğuzertem ele aldığı tüm eserleri belirli bir anlayışla okuyor.
Esas olarak psikanalitik kuramdan yararlanıyor. Ama bu kuramın getirdiği
avanataj ve dezavantajların da farkında. “Psikanalitik Eleştiri ve Tanpınar’ın
Metinleri” başlıklı yazısında bunları ele alıyor. Yalçın Armağan da dikkati
çekmiş “Oğuzertem’e göre metni kurama uydurmak, edebiyatı kurama feda
etmektir.” Yorumu da metin merkezlidir. Ama edebi bir eleştiri de yazmıyor.
Eserin oluşumdaki anlayışı sorguluyor, ne anlattığını anlamlandırmaya
çalışıyor. Psikanalizden feminizme, etikten ekoeleştiriye genişleyen bir bakışı
var. Bu anlayışları Türk Edebiyatına uygulayanların ilklerinden.
Akademisyenlerin en çok üzerinde çalıştıkları yazar Ahmet
Hamdi Tanpınar’dır. Süha Oğuzertem de yüksek lisans tezi dahil olmak üzere
Tanpınar üzerine çok çalışmış. Kitapta da 5 yazı ile önemli bir ağırlık
oluşturuyor. Bir bölümün tamamı Tanpınar’a ayrılmış. Başka bir yazara böyle bir
önem atfedilmiyor.
Tanpınar hakkında söylenecek söz kalmamıştır, diye
düşünüyoruz. Ama Oğuzertem’in var olan tezleri sorgulayan yaklaşımı Tanpınar
hakkında bu kadar çok çalışılmasına rağmen diğer yazarlarda olduğu gibi onda da
yerleşik yargılar ve klişelerle sınırlı kalındığını gösteriyor. Bu bağlamda
Süha Oğuzertem’in psikanalitik anlayışla yaptığı okumalar ve çözümlemeler
Tanpınar hakkında daha çok çalışmak gerektiğini düşündürüyor.
Eleştirirken’deki ufuk açıcı, değiştirici Türk Edebiyatı okumaları,
bildiğimizi tanıdığımızı sandığımız yazarların eserlerini tekrar ve farklı
anlayışlarla okumamız gerektiğini işaret ederken “eleştirmen akademisyen”
olmanın emek isteyen ama yapılması gereken bir iş olduğunu da gösteriyor. Süha
Oğuzertem’in yeni çalışmalarını merakla bekleyeceğim.05.07.2018
Yorumlar