Kült’ün sözlük anlamı “tapınma, tapma”. Ben “bağnazca ve
sorgusuz sualsiz bir bağlılık” tanımının da uygun olduğunu düşünüyorum. Bir
yazar ya da eser “kült” olarak tanımlamaya başlanıldığında o yazar ya da eser
hakkında “sorgulama, şüphe ve muhalefet istenilmiyor.” Olduğu gibi kabul
edecek, bol bol övecek aleyhte tek bir söz bile etmeyeceksiniz.
Kafka, Che Guevara, James Dean, Marilyn Monroe... İkonlaştırılıp
putlaştırılıyor, dokunulmaz hale getiriliyor. Yaşam öyküleri bu mitosu
yaratacak şekilde uyarlanıyor, bilinmezlere büründürülüyor. Söylentiler ve
efsanelerle oluşturulmuş bir hayat hikayesi yakıştırılıyor.
Bunların en tipiği Kafka’dır. “Genç yaşta ölmüş olması,
hayattayken hiç tanınmamış bir yazar olması, ‘ben ölünce tüm eserlerimi yakın’
vasiyeti, despot baba, kırık aşk hikayeleri, kötü iş koşulları, yoksulluk,
azınlık olmak...” Bunların çoğunun yakıştırma olduğunu anlatan çok önemli
eserler var. Reiner Stach’ın ilk iki cildi Türçeye de çevrilen binlerce
sayfalık dev eseri Kafka (Sel yay.)
ve James Hawes’in Hayatınızı Mahvetmeden Önce Neden Kafka Okumalısınız’da
(Sel yay.) iki örnek.
Oğuz Atay da böyle konumlandırılan bir yazar. Kısa yazarlık
serüveninde iyi eserler vermiş olması ve genç yaşta ölmesi onu kültleştirmeye
yetti. Tutunamayanlar’la yaşamı arasında da bağlar, benzerlikler kurulabilirse
kültlüğü güçlenecek, sarsılmaz hale gelecek. O amaçla efsaneler oluşturuluyor.
Yaşarken tanınmamış, yazdıkları yayımlanmamış, ödül almış olsa bile eserlerine
önem verilmemiş, anlaşılmamış, edebiyat çevreleri onunla ilgilenmemiş,
dışlanmış, reddedilmiş ve tabii tutunamamış, yalnız kalmış. Her kült yazar ya
da sanatçı gibi öldükten sonra meşhur olmuş, önemsenmiş, gerçek değerine
ulaşmış.
Oğuz Atay hakkında yazılanların çoğunun yakıştırma olduğunu
düşünüyorum. Kafka örneğinde olduğu gibi efsaneyi yaratmakta uygun olanlar
alınıyor, öne çıkartılıyor, aksine bilgiler ise görülmüyor, bilinmez
kılınıyor.
Oğuz Atay’ın kültleşmiş diğer yazarlardan önemli bir farkı
var, yakın geçmişte yaşadı. 12 Ekim 1934 doğumlu, 43 yaşındayken 12 Aralık
1977’de vefat etmiş. Ailesinden kişiler, arkadaşları hayatta. Birinci elden
bilgiler almak, tam ve eksiksiz yaşam öyküsünü yazmak mümkün. Nitekim, Yıldız
Ecevit’in 580 sayfalık “Ben Buradayım” (İletişim yay.) adlı Oğuz Atay
biyografisi var. Çok okunduğunu da anlıyoruz; 6. baskıda. Ama onu kültleştirenlerin
bu büyük emek ürününü ne kadar okuduklarını bilemiyoruz.
Tembel ve üşengeç okura hap gibi şeyler gerek. Selçuk Orhan
100 Soruda Oğuz Atay’la (Nisan 2018, Karakarga yay.) tabii ki bu tür okuru
hedeflemiyor ama sonuç olarak onlar için de kolaylık sağlıyor. Kitabın arka
kapağında yazıldığı gibi “Selçuk Orhan, Oğuz Atay’ın kişisel, edebi ve sosyal
varlığını, kimi sıkça sorulan, kimiyse akla gelmesi zor sorulara yanıtlar
vererek çözümlüyor.” Genel okur için, samimi olarak Oğuz Atay’ı tanımak,
eserlerini öğrenmek isteyenleri hedefleyerek yazılmış bir kitap. Edebi
çevrelerin tartışması gereken soruları da var.
Selçuk Orhan’ın önsözün ilk cümlesinde belirttiği gibi Oğuz
Atay’ın alaya aldığı bir “yerleşik kalıp” “100
Soruda”. Yaşasaydı ve bu kitabı görseydi çok eğlenecekti. Selçuk Orhan
bunu bilerek bu handikaba rağmen okura doğru bilgi vererek “gerçek” Oğuz Atay’ı
anlamalarını hedefliyor. Sevdiği yazara karşı bunu görev bilmiş.
Oğuz Atay’ın alaya alabileceğini de düşünerek kitaptaki
sorular 96’da ya da 79’da bırakılsa hoş bir espri olur muydu? Olabilirdi, 100
rakamına ulaşmak için bazı soruların gerek olmasa da iki ya da daha çok parçaya
ayrılmış olduğunu ya da zorlama sorular üretilmiş olduğunu düşünebiliriz ama
ben çalışmayı bütün olarak sevdim, ilgiyle okudum ve “100 Soruda” esprisinin de uyduğunu düşündüm.
Oğuz Atay gibi hayatı alaya alan, mizahla bakmaya çalışan
bir yazara biraz da neşeli, rahat bakmakta fayda var. Zaten hakkında yeterince
“ciddi” eser, doktora, tez yazılmış, yazılıyor. Tanpınar ve Orhan Pamuk’la
birlikte akademisyenlerin üzerinde en çok çalıştığı ve çalışacağı modern yazar
olduğunu öngörebiliriz. Hem popüler hem de üzerinde çalışılabilecek çok malzeme
var eserlerinde. Modern mi, postmodern mi, metinlerarası bağlar kuruyor muydu,
modernizmin başyapıtları ile ilişkisi neydi’den tutun Kemalizm eleştirilerine,
aydınları alaya almasına, solculuğa sert tavrına kadar yeterince tartışılacak
konu var. Selçuk Orhan Kemal Tahir bağlantısına dikkati çekerek, milliyetçiliğini
sorgulamak gerekir mi diye sormamıza neden olduğu gibi, sinema, müzik gibi
sanatlarla ilişkisine de dikkati çekiyor. Yılmaz Güney’in Arkadaş filminin ilk
üç dakikasının senaryosunun Oğuz Atay’a ait olduğu iddiası gibi ilginç tezleri
de kayda geçiriyor. Yani kitapta hemen akla gelen sorular da hiç bilmediğimiz
şeyler de var. İyi bir terkip, güzel bir başlangıç kitabı.
Selçuk Orhan 100 Soruda Oğuz Atay’da yazarın
kültleştirilmesini sağlayan iddiaların doğruluğunu da düşünmemizi sağlıyor.
Yaşarken tanınmamış mıydı? Hayır 1950’lerin sonunda İkinci Yeni şairlerini
yayımlayan Pazar Postası’nda yazmaya başladığından beri sanat ve edebiyat
çevrelerinin içindeydi. Türkiye’nin tüm önemli kültür insanlarının çalıştığı Meydan
Larousse ansiklopedisinin redaksiyonunda yer aldı. Onu işe
öneren de eleştirmen Adnan Benk’ti. Ödül alması dahil hayatının birçok
aşamasında yazar ve sanatçı dostlarının desteği olduğu biliniyor. Cevat Çapan,
Halit Refiğ, Metin Erksan, Vüsat O. Bener ve Barlas Özarıkça ile dostluğu kayıtlara
geçmiş.
Yaşarken sadece kitapları değil bir çok yazısı da yayımlanmış.
Yeni Dergi, Soyut gibi dönemin önemli dergilerinde öyküleri çıkmış, gazetelerde
yazmış. Diğer kitapları da May, Bilgi gibi büyük yayınevlerinde çıkmış. Bir
Bilim Adamının Romanı’nı da TÜBİTAK desteği ile yazmış. Her yazar gibi daha
fazlasını istediğini, ilgiyi yeterli bulmadığını düşünüyorum. Bizi yanıltan da
onun bu beyanları.
Tutunamayanlar çoğu ilk romana nasip olmayan bir şekilde
ilgi görmüş. Recep Bilginer, Nezihe Araz, Oktay Akbal, Selim İleri, Atilla
Özkırımlı, Mehmet Seyda, Güven Turan, Murat Belge, Abdullah Uçman, Zühtü Bayar,
Faruk Haksal, Burhan Günel, Ahmet Cemal, Hilmi Yavuz... Oğuz Atay yaşarken
yazanların listesi uzayıp gidiyor. Hem de her görüşten insanlar. Doğan Hızlan,
Mehmet Seyda, Pakize Kutlu röportajlar yapmış. Türkiye’nin tek televizyon
kanalı TRT’de de programa
katılmış. Youtube’a bakın göreceksiniz. Günümüzde hangi hakkı yenmemiş,
dışlanmamış yazarın ilk romanı hakkında bu kadar çok yazılmış, konuşulmuş merak
etmemek elde değil. Oğuz Atay’ın ömrü vefa etseymiş yaşarken arzu ettiği üne
kavuşacakmış.
Oğuz Atay bir tutunamayan mıydı, soruma gelirsek. Arkadaşı
Barlas Özarıkça şöyle diyor; “Parayı, iyi yaşamayı, akıllı olmayı severdi, uzun
boylu olmaktan memnundu. Oğuz’un döneminde mühendislik, toplumsal hiyerarşide
favori meslekti ve tabii ki mühendisliği seçmişti. Yaşarken, kitaplarındaki
kişiliklerin aksine, kıyıda köşede sessiz kalmış bir tip değildi, merkezde,
görünür yerde olmaktan hoşlanıyordu” (s.193).
Yorumlar