Haliç’ten Boğaz’a doğru yol alıyor gezi teknesi. Teknede
gazeteciler, akademisyenler, yazar ve öğrenciler var. Dr. Sedat Bornovalı Boğaz
kıyısındaki binalardan yola çıkarak, anekdotlarla, hoş hikayelerle,
satıraralarında önemli eleştirilerle, benden duymuş olmayın diyerek
Boğaziçi’nin mimari tarihinden parçalar naklediyor, günümüzde nelerin, nasıl
değiştiğini örnekliyor.
Geziye çıkma amacımız Sedat Bornovalı’nın Timaş
Yayınları’ndan çıkan Boğaziçi’nin Tarih
Atlası kitabının tanıtımı. Ama Boğaz’ın derinliklerine doğru yol aldıkça
benim için Boğaziçi’nin mimari değişiminin somut örneklerle araştırması halini
alıyor.
Sedat Bornovalı’nın kitapta anlattığı rotadan, Avrupa
yakasını izleyerek yol alıyoruz. İlk gözümüze çarpan 1. derece sit alanında,
koruma altındaki binaları yıkmasıyla ünlü Galataport. Becerikli müteahhitlerin
tabii ki izin alarak yıktıkları Yolcu Salonu, Paket Postanesi gibi sadece bina
olarak değil tarihi anlamda da önemi olan yapıları yad ederek giriyoruz
Boğaz’a. İnşaat başladığında çevresinde antrepolar bulunduğu için uyumlu bir
proje izlenimi veren Emre Aralot imzalı Resim Heykel Müzesi binası artık
dokuyla tamamen çelişik olarak ne zaman bitecek acaba diye merak ettiriyor.
Boğaz’ın görünümüyle tam bir tezat oluşturması amacıyla projelendirildiğini
düşündüğüm, her gördüğümüzde eski belediye başkanı Kadir Topbaş’ın esefle
kulağını çınlatacağımız Hakan Kıran imzalı Martı Projesi’ne geliyoruz. Deniz
ciddi bir şekilde doldurulmuş. İnşaatta herhangi bir faaliyet göze çarpmıyor.
Hedeflendiği gibi projenin 2018 sonuna yetişmesi mümkün görünmüyor. Bunun
nedeninin yeni İBB başkanı Mevlut Uysal’ın, Boğaz’ın görünümünü yasaya uygun
şekilde korumaya kararlı olması ve eleştirileri gözönüne alarak martıdan
vazgeçip projede tadilat yaptırması olduğunu düşünüyorum. Tabii ki böyle bir
şey yok. Bu benim hüsnü kuruntum.
Sedat Bornovalı Dolmabahçe Sarayı ve onu izleyen saraylar
silsilesinin Osmanlı’nın yapılaşma mantığı ile nasıl yapıldığını anlatıyor.
Dolmabahçe’de sultan, onun yanındaki köşkte veliaht sonra da hanım sultanlar,
vezirler... Böylelikle Boğaz kıyılarındaki köşklerin, yalıların dizilişlerindeki
hiyerarşiyi de anlamlandırıyoruz. Boğaz’da sarayla doğrudan ya da dolaylı
ilişkisi olmayan hiç kimsenin köşkü, yalısı yok.
Korumayla ilgili kurumlarımız, yasalarımız hatta Boğaziçi
ile ilgili özel bir yasa ve Boğaziçi İmar Müdürlüğü olmasına rağmen yasaları
delmenin yolunu bulup yeni inşaatlar yapmayı sevdiğimiz malum. Hükümetler de sürekli
yıkıp yapmayı destekliyor. Bunun en ironik örneği 1983’de “Boğaziçi Alanının
kültürel ve tarihi değerlerini ve doğal güzelliklerini kamu yararı gözetilerek
korumak ve geliştirmek ve bu alandaki nüfus yoğunluğunu artıracak yapılanmayı
sınırlamak” olan, 2960 sayılı Boğaz Yasası’nı çıkartan 12 Eylül Darbe
Hükümetinin Boğaz’daki en büyük yapılaşmaya yol açan yasal boşluğu yaratmış
olması. Boğaz kıyılarındaki gözümüzü tırmalayan ucube apartmanların hemen
tamamı o yasal boşluktan yararlanarak yapılmış. Arka planda görünümü bozan
gökdelenler ve toplu konutlar da bu sayede yapılıyor.
Boğaz kıyılarında hangi yapıların hangi kurnazlıkla
yapılabilmiş olduğunu tahmin etmeye çalışıyorum. Çay bahçesi olarak kurulan
eğlence yerleri çevrelerindeki yeşil alanları yutup çok katlı yapılar haline
nasıl dönüşmüş olabilir? Yasaya rağmen yeni yalılar nasıl yapılmış? Üzerindeki
yapılar tamamen yıkılan GS Adası örneğinde olduğu gibi Boğaz'ın diğer
alanlarında aynı hassasiyet gösterilemiyor mu? Merak etmemek elde değil. Son
imar affı ile yasası bir kez daha delinen Boğaz’a nasıl müdahaleler yapılacak,
kaçak katlar, yapılar nasıl yasallaşacak, birden bire nasıl uyumsuz yapılar
zuhur edecek, onu da göreceğiz. 22.08.18
Yorumlar