Metin Celâl İle Yeni Türk Şiiri Etrafında Söyleşi

Şiirleriyle olduğu kadar şiir üzerine yazılarıyla da 80 Kuşağı’nın önemli isimlerinden biri olan Metin Celâl’le Yeni Türk Şiiri’ni konuştuk.
Yirmi yıl önce ilk baskısı yapılan “Yeni Türk Şiiri: 80’li Yıllar” adlı kitabınız geçtiğimiz günlerde yeniden yayımlandı. Kitabınız 80 Kuşağı ile ilgili tartışmaları da yansıtması bakımından dikkat çekiyor. Kitabın yayınlanış süreci ile neler söylemek istersiniz?

“Yeni Türk Şiiri: 80’li Yıllar” kitabı esas olarak tartışma yazılarından, polemiklerden oluşuyor. 1985 ile 1995 yılları arasında yazıldılar. Herhangi bir tartışma için oldukça uzun bir süre. Hele Türkiye gibi belleklerin çok zayıf olduğu, herhangi bir olayın unutulması için bir-iki günün yettiği bir coğrafyada benzerine pek rastlanmayan bir durum. Ben artık yeterince tartışıldı diye düşünsem de kitaptaki yazıları derleyip yayımladığım 1997’de de tartışmalar hâlâ devam ediyordu. Sonraki yıllarda da 80 Kuşağı hakkında tartışmalar devam etti. Şiirde söz almak, konum belirlemek, varlığını pekiştirmek isteyenler 80 Kuşağı hakkında yazmaya devam etti. 80 Kuşağı temsilcisi sayılabilecek şairler karşılık vermese de 35 yıldan fazla bir zamandır bu iş sürdürülüyor.

İlk baskı için yazılarımı derlerken tartışmaların uzadığı ve tekrar tekrar aynı şeylerin söylenmeye başlandığı düşüncesi etkili olmuştu. Gereksiz bir iyimserlikle bu tekrarların nedeninin bellek, belge ve arşiv yetersizliklerinden kaynaklandığını düşünüyordum. Ortada üzerinde konuşulacak bir kaynak olması umuduyla kitabı derlemiştim. Yıllara yayılan uzun bir tartışmadan geriye somut bir şey kalır umudundaydım. Kitabın ilk baskısı 1000 adet yapılmıştı ve kısa sürede tükenmesi de konuya ilginin olduğunu düşündürüyordu. Maksat hasıl oldu diye inandığımdan, ilerleyen yıllarda şiirle, şiir eleştirisiyle ilgilenen dostların ısrarlarına rağmen tekrar bastırmak gereksinimi duymadım.
Ben kitapla tartışmayı kapatıp, nokta koymak arzusundaydım ama dediğim gibi öyle olmadı, 2018’e geldiğimizde bile hâlâ 80 Kuşağı tartışılıyordu ve bizim görüşlerimiz hiç dikkate alınmadan, hatta fütursuzca “zaten bir görüşleri yoktu, 80 Kuşağı’nın bir poetikası yoktur” gibi sözler edildi. Sonra, tasfiye etmek arzusu ile kaleme sarılanlar ortaya çıktı, varolamamalarını nedeninin kendi yeteneksizlikleri olabileceğini düşünmeden 80 Kuşağı’na saldırıp tasfiye ederlerse şair olabileceklerini sandılar. Mafya tipi bir örgütlenme olduğumuza, benim de “tetikçi” olduğuma kadar vardı suçlamaların absürtlüğü. Bu halleriyle de kendi kendilerini tasfiye ettiler. İplikleri pazara çıktı. İkinci baskının önsözünde belirttiğim gibi hepsini belirli bir mesafeden, gülümseyerek karşıladım. Çünkü ilk baskının girişinde söylediğim gibi benim için bu kitabın yayımlanması ile tartışma da bitmiş demekti. Bir daha da çok zorunlu kalmadıkça bu konularda yazmamaya, söz almamaya gayret ettim. Yıl içinde yayımlanan bir toplu söyleşi vesilesi ile bir dalga halinde tekrar 80 Kuşağı tartışılmaya başlayınca, yazılan yazılarda, söylenen sözlerde bir bellek yitimi olduğunu fark ettim. Değer verdiğim bir derginin polemik konulu çok kapsamlı bir özel sayısında da bizler hakkında yazılan yazılarda, atıflarda da aynı hal vardı. Benim kitabıma ulaşılamadığı gibi 80’li yıllarda yayımlanmış dergilere de ulaşılamıyordu, nedense. Bu gelişmeleri de gözönüne alarak “Yeni Türk Şiiri: 80’li Yıllar” kitabımın yeni baskısını yapmak gerektiği kanısına vardım.             


Kitabınızın hemen girişinde 80’li yıllarda yazılan şiirlerin garip bir kaderi olduğunu, üzerlerinde çok konuşulduğunu, yazıldığını ama anlaşılmadığını belirtiyorsunuz. (Hâlbuki aynı dönemde yayımlanan şiir dergileri sayesinde eleştiride de hayli gelişme yaşandı.) Bunu neye bağlayabiliriz?
70’li yıllarda yaşamın her alanında siyaset ağır basıyordu. Siyasi bir tavır almadan herhangi bir konuda bir şey söylemeniz mümkün değildi. Şiir ortamı da, şiir üzerine yazanlar da bu siyasi bakışa uyum sağlamıştı. Üç Çiçek, İmge/Ayrım, Poetika, daha sonra Şiir Atı, Fanatik ve nihayet Sombahar dergilerinde biz hep şiiri estetik temelden yola çıkarak ele aldık. Şiiri, şiirin sorunlarını öncelikle estetiği baz alarak konuştuk. Siyasetten yola çıkarak ve siyasi ayrımlarla hayata bakmaya alışkın olanlar bu tavrımızı kabullenemedi. Estetikten söz etmemizi apolitikliğin bir kanıtı saydılar. Ne yazdığımızı okumadan, okuduğunu doğru anlamaya çalışmadan sadece 70’li yıllardan kalma pozisyonları koruma refleksiyle eleştiriler yazıldı, polemikler başlatıldı.
Şiir üzerine yazdıklarımızı okumayanların, okuduysalar da anlamak istemeyenlerin şiirlerimizi okuduklarını hiç sanmıyorum. 70 Kuşağı’nın tavrını normal karşılayabilirim ama Cemal Süreya, Edip Cansever ve Turgut Uyar’ın Tomris Uyar yönetiminde bir araya gelip “Hepsi birbirine benziyor” diyebilmeleri şiirlerimizi okumadıklarını en somut delilidir.
Şiir üzerine çok yazılmasını sebebi bizim tezlerimizin yarattığı tartışma ortamıydı. O ortam şiir üzerine çokça yazılmasını sağladı. Ama genel bir döküm yaptığımızda tartışma konusu olan 80 Kuşağı’nın görüşlerinin dışında pek de şiir üzerine yazılmadığını da söyleyebiliriz. Ama olumlu bir etki olarak, sonraki kuşaklardan gelen sayıları az da olsa önemli şiir eleştirmenlerinin verimi, akademinin nihayet Çağdaş Türk Şiiri üzerinde düşünmeye başlaması gibi veriler şiir eleştirisi yazımı açısından olumlu bir etki yaptığımızı da düşündürüyor. “Türkiye’de eleştiri yok!” görüşü tartışmasız kabul gören bir hurafe olduğu için 90’lı yıllarda Gösteri Dergisi’nde 80’li yıllardan itibaren özel olarak eleştiri ile uğraşan yazarlarımızla bir dizi röportaj da yapmıştım.      
80 Kuşağı Şiiri’ni “Yeni Türk Şiiri” şeklinde adlandırıyorsunuz. Edebiyat tarihimizde hemen her edebiyat topluluğu ya da hareketi “yeni” olduğunu iddia ederek ortaya çıkmıştır. Bu isimlendirme garip değil mi?  
Haklısınız, şiir tarihimizde “hemen her edebiyat topluluğu ya da hareketi “yeni” olduğunu iddia ederek ortaya çıkmıştır” ama “yeni” olduğunuzu söylemeden, iddia etmeden nasıl ortaya çıkarsınız, bilemiyorum. Ben eski değerleri, mevcudu savunuyorum diye ortaya çıkılsa ne anlamı olabilir? Üstelik 80 Kuşağı Şiiri’nin “yeni” olduğu hem verilen ürünlerden, hem ortaya attığımız tezlerden, hem yarattığı tepkiden, hem de reddedilmeye, yok sayılmaya çalışılmasından belli. “Yeni Türk Şiiri” dememin nedeni var olandan farkımıza dikkati çekmeye çalışmaktı. Bunu niye garipsediğinizi bilemiyorum ki garipsemekte yalnız değilsiniz kendilerini “yeni” diye adlandırmakta besi görmeyen bazı arkadaşlar da benim bu adlandırmamı eleştirdiler.. Ama garisemenizin yaptığı çağrışımla Orhan Veli’lerin şiirine neden “Garip” bulunarak “1. Yeni” dendiğini, onlardan önceki yeniliklerin neden yok sayıldığını, 1950 Kuşağı şairlerinin niçin “2. Yeni” diye adlandırıldığını, buradaki “İkinci” teriminin olumlu ya da olumsuz nasıl bir niteleme içerdiğini edebiyat tarihçilerimizin sorgulaması gerektiğini de düşünüyorum.  
“Yeni Türk Şiiri” diyerek 80 Kuşağı Şiiri’ne dikkati çekmeye çalışıyordum, maksat hasıl oldu. Üstelik bazılarının arzu ettiği gibi bir sıralamaya da sokulmadık, şiirimiz “Üçüncü Yeni” diye değil 80 Kuşağı Şiiri diye adlandırıldı. Doğrusu bu adlandırmalara pek takılmamak gerek. Şiire, niteliğine ve niceliğine bakmalı, “yeni” ise “yeni”dir, değilse, siz ya da biz ne söylesek “yeni” olamaz.       
80’lerin şiiri biçimden temaya çeşitli eğilimleri içeren “renkli” ve “zengin” bir şiirdir. O dönemde farklı dünya görüşlerinden (sağcı, solcu, Marksist, İslamcı), farklı şiir anlayışlarındaki isimlerin şiir ortak paydasında ve çoğu zaman aynı dergiler etrafında kümelendiği görülmektedir. Bu renklilik, İkinci Yeni’deki renkliliği hatırlatmıyor mu?
80 Kuşağı olarak bizim tavrımız, “bir şiirin her şeyden önce şiir olması gerektiği” şeklindeydi. Siyasi, dini ve başka anlayışlar onun ardından gelir. Sanat, edebiyat eserlerine önce estetik kıstaslarla bakmaktan yanayız. Çıkarttığımız dergilerde de bu yaklaşımı hayata geçirmeye çalıştık. Yayımladığmız ürünlerde estetik niteliğe baktık. Böylelikle 60’lı yıllarda başlayıp 70’li yıllarda iyice ağırlığını hissettiren siyasi bakış açısı kırılmış oldu. Hayatın her yanına olduğu gibi edebiyata da yansıyan siyasi cepheleşme çöktü. Bu sayede farklı dünya görüşünde olan şairler aynı dergilerde şiirlerini yayımlatıp şiirin ölçütleriyle değerlendirilme şansına kavuştular. 80 Kuşağı ile İkinci Yeni arasında benzerlikler bulunabilir ama sonuçta her iki şiir anlayışı da farklı zamanlarda farklı gereksinimlerle ortaya çıktığı için ayrı ayrı değerlendirilmeleri bence daha uygun.   
Gelenekten beslenen, “has şiir”i önceleyen ve imgeci söylemi ile ön plana çıkan 80 Kuşağı şairlerinin ortak bir poetika ve manifestoyla ortaya çıkmamasını nasıl açıklarsınız?
“80 Kuşağı şairlerinin ortak bir poetika ve manifestoyla ortaya çıkmaması” eleştirisi çok yaygın ve tam da benim “Yeni Türk Şiiri: 80’li Yıllar” kitabımın yeni baskısını yaptırmamanın temel nedenlerinden. Yazdıklarımız dikkatle okunmadığı ya da hiç okunmadığı için ya da tamamen kötü niyetle, yok saymak, “poetikası, manifestosu olmayan şiir akımı olmaz, demek ki 80 Kuşağı da yoktur” diyebilmek için ortaya atılmış bir sav. Sav ama tamamen desteksiz. Benim, Tuğrul Tanyol’un, Haydar Ergülen’in, Adnan Özer’in, Ali Günvar’ın, Oktay Taftalı’nın ve daha birçok arkadaşımızın yazdıkları okunduğunda poetikamız anlaşılacaktır. Bu yazıların çoğu da kitaplaştı. Öte yandan manifesto tarzında tek ve de hap niteliğinde bir metin isteyenler için de Poetika’nın ilk sayısının (Ocak 1984) giriş yazısını okumak yeterlidir.

Kitaptaki yazıların birinin başlığından hareketle sorayım: 80’li yılların şiiri, 90’lara aktı mı? 1990’ların ve 2000’li yılların şiiri için öngörüleriniz gerçekleşti mi?
80’li yıllların şiiri ile 90’lı yıllarda yazılan şiir arasında birçok organik bağ var. Bu kaçınılmaz bir durumdu zira 90’lı yılların şairlerinin birçoğunun ilk şiirleri bizim yayımladığımız dergilerde çıktı. Özellikle 90’larda yayına devam eden Sombahar ve Şiir Atı’nda, Enver Ercan’ın başında olduğu Varlık’ta genç şairler gönülden desteklendi. Birçoğunun şiir kitaplarını da bizler yayımladık.
Bugün baktığımda 90’larda çok ve çeşitli şiir anlayışlarının filizlendiğini ama bunların biraraya gelip tek bir nehir halinde akamadıklarını görüyorum. 90’lardan tek tek çok iyi şairler sayabiliyoruz ama 90 Kuşağı Şiiri’nden söz edemiyoruz.
Her yeni kuşak bir öncekine tepkiden doğar. 90 Kuşağı’nın oluşamamasının belki de nedeni budur. Tepkiden değil etkiden söz edebiliriz. Belki de kuşaklar devri bitmişti, artık tek tek şairlerin zamanıydı. 2000’li yıllarda ya
zılan şiir ise ne 90’lara, ne 80’lere baktı, ilhamını 2. Yeni’den almayı tercih etti. Bunu da yeterince okuyup kavramadan yeniden çoğaltma yoluyla yaptı. Gezi’de duvarlara “Turgut Uyar’ın askerleriyiz” diye yazılmasında bu anlayışın da etkisi olduğunu düşünüyorum. Bu slogan 2000’li yıllarda yazılan şiirin anlayışını çok iyi ifade ediyor.

2020’ye gelmek üzereyiz. On yılda bir kuşak kuralına göre 80 Kuşağı’ndan sonra 3 kuşak daha gelmiş olması gerekiyordu. Demek ki artık on yılda bir yeni şiir anlayışı kurulur, yeni kuşak gelir prensibi yıkıldı. Hâlâ 80 Kuşağı’nın konuşulup, eleştirilmesi de bunun bir delili sayılabilir.  
Necati Tonga ile yaptığımız, Varlık Dergisi'nin Ocak 2019 tarihli sayısında yayımlarnan söyleşi.

Yorumlar