Hasan Gören ilk romanı Zan’da 68 Kuşağı’ndan bir kahramanla, 70’li
yılların başından polisiye ögeler taşıyan bir öykü anlatıyordu. İkinci romanı ‘Altı
Yaprak Üstü Bulut’ da yine bir dönem romanı. Ama bu kez daha gerilere gidiyor,
İkinci Dünya Savaşı sırasında Trakya’da, bir köy yakınlarında yaşanan ve sonu
cinayete, kan dökmeye varan bir define arama olayı sırasında yaşananları
anlatıyor.
Alman orduları sınırlarımıza dayanmıştır. O zamana kadar tarafsız
kalmayı başarmış Türkiye savaşın eşiğindedir. Her an Almanların sınırdan
girmesi ve savaşın başlaması beklenmektedir. Istırancaların eteklerindeki köyde
ise hayat sakindir. Sınırın ötesindeki Alman varlığından, her an
gelebileceklerinden endişe edilmekte ama bu durum günlük hayatı pek de
etkilememektedir. Bir ormanın kıyısına kurulmuş bu Trakya köyünde savaş ekonomisinin
ülkeye yaşattığı yokluklar da hissedilmez. Köylü kendi yağıyla kavrulmaktadır.
Hemen yakınlarındaki ormanda yaşananlardan ise pek kimsenin haberi olmaz. Belki
her şey olup bittikten sonra dedikodu düzeyinde bir şeyler duyacaklardır.
‘Altı Yaprak Üstü Bulut’, Troya kazılarında yaşanan bir olayla
başlıyor. Kazıda doktor olarak görev yapan Markus, Troya’dan ayrılacağı gecenin
bir vaktinde uyandığında etrafı taşlarla örülü kazı alanına doğru bir gölgenin
gittiğini görür. Gölge daha sonra kazı alanına inip kaybolur. Bu gölge daha
sonra kazıyı yöneten profesörün ve karısının kaldığı çadıra yönelecektir.
Profesör de Troya hazinesini bulup yurtdışına kaçıran Schliemann’dır.
1800’lerde geçen bu bölüm teaser olarak kalır ve sonrasında
1940’larda Trakya’da güzel bir ormanda buluruz kendimizi. Ormanda gizlenen
Jürgen, Bulgaristan’daki Nazi birliklerinde görevli bir askerdir. Elinde bir
define haritasıyla Türkiye’ye geçmiş gömü aramaktadır. Jürgen, Troya’da görev
yapan Doktor Markus’un torunudur ve elindeki harita da dedesinden
kalmıştır.
Jürgen’in define aradığı orman, yakındaki köyde yaşayanların odun
temin ettiği bir yerdir. Yani geleni gideni vardır. Küçük Gülsüm ve babası da
bu ziyaretçilerin en sık gelenlerindendir. Jürgen’in kaldığı kovuk 12 yaşında,
zeki bir çocuk olan Gülsüm’ün dikkatini çeker. Jürgen’in eşyasını karıştıran
Gülsüm, define haritasını bulur.
Defineye sahip olmak için kan dökmekten çekinmeyecek bir yapıda
olan Jürgen Gülsüm’ün peşine düşer.
Jürgen, Gülsüm ve babasının peşinden köye gelir ve 40’lı yıllarda
Trakya’nın büyükçe bir köyündeki yaşama önce şahit, sonra dahil olur. 40’lı
yılların siyasi durumunun köye nasıl yansıdığını da öğreniriz. Köyde öğretmen
olan Gülsüm’ün dayısı, bir başka gömünün peşindeki ağabeyi de öyküye katılırlar.
Olayla ilgisiz masum insanlar Jürgen’in kurbanı olur.
Kuşkusuz baştaki Troya öyküsü, Schliemann’ın hırsızlıkları, bir
başka polisiyenin konusu olacak kadar ilginç ama Hasan Gören o bölümü sadece
merak uyandırmak için yazmış gibi. Istrancalar’da izi sürülen define ise yine
eski çağlardan başka bir öyküye bağlanıyor. Ama romanın odağında bu mitolojik
öyküler, onların arkeolojik kazılarla ilgisi yok. Hasan Gören Gülsüm ve
ailesinin yaşadıklarında 40’lı yılların Türkiyesi’ne, dünyadaki değişimin
siyasi durumun köy yaşamına etkisine değinirken Jürgen’in kimliğinde de savaş
ortamında insanların yaşamına, bir Alman gencinin Nazi’leşmesine, onun düşünsel
yapısını şekillenmesine ve yaşadığı aşk üzerinden insan ilişkilerine bakıyor.
‘Altı Yaprak Üstü Bulut’ akıcı anlatımı, define arama öyküsüyle,
cinayetleriyle, katilin nasıl yakalanacak, masum insanlar canlarını
kurtarabilecekler mi gibi merak uyandıran yanlarıyla ilgiyle okunan bir roman.
Aynı zamanda olayların geçtiği dönem ve yer açısından da yakın tarihimizi
sorgulamak için hoş bir vesile. (26.04.2019, Hürriyet Kitap - Sanat)
Yorumlar