Nijerya,
Afrika kıtasının batısında yer alan bir ülke.
Türkiye’ye binlerce kilometre uzakta. Her uzak gibi bize çok yakın. Toplumsal
olarak da, bireysel olarak da yaşadıklarımızın benzerlikleri şaşırtıcı. Belki
de tüm coğrafyalarda benzer şeyler yaşanıyor. Tarihin yer ve mekan farkı
olmaksızın tekerrür ettiğini düşündürüyor. Feminist aktivist olarak tanınan,
Türkçede de yayımlanan ‘Feminist Manifesto’ kitabı ile dikkatleri çeken Chimamanda Ngozi Adichie’nin ilk romanı ‘Mor Amber’,
2003’de yayımlanmış, 28 dile çevrilmiş. Türkçede ilk baskısı da 2006’da çıkmış,
yani dikkatli yayıncılarımızın gözünden kaçmamış. Üçüncü baskısı geçtiğimiz
günlerde çıktı.
Oryantalistleri
ve bilinmedik ülkeleri tanımak isteyenleri memnun edecek betimlemelerle,
Nijerya’nın renkli bir panoramasını ayrıntılarıyla anlatarak başlayan roman
farklı bir havaya bürünüyor sayfalar ilerledikçe. Mor Amber’in kahramanı 15
yaşında bir genç kız, Kambili. Ülkenin güçlü isimlerinden birinin kızı. Babası
siyasi anlamda güçlü olmasının yanında, fabrikalarıyla da ekonomi de önemli bir
isim. Yayımladığı muhalif gazeteyle de ülke gündeminde söz sahibi. Koyu Katolik
baba, iyi bir insan olması ve hayırseverliğiyle de tanınıyor. Örnek bir hayatı
var. Aynı baba evde dini gerekçelerle katı kurallar uygulayan, kızı ve oğluna
olduğu kadar karısına karşı da şiddet uygulamaktan çekinmeyen biri. Çocukların
ya da karısının en küçük bir kusurunu, yanlışını çok şiddetli bir biçimde
cezalandırıyor.
Nijerya’nın
siyasi yapısı bir askeri darbeyle sarsılırken bu dışarıdan çok uyumlu görünen
ailede de ilk çatlaklar ortaya çıkıyor. Bunu sağlayan da Kambili ve Jaja’nın üç
çocuklu dul bir üniversite öğretim görevlisi olan halaları Ifeoma'ya misafir
olmaları. Ifeoma, özgürlüğüne düşkün, sevgi dolu bir kadın. Kurallarına ve
yasaklarına uymadığı için ağabeyiyle de araları bozuk.
Kambili
ve Jaja, halalarının evinde kendi kurallarla dolu renksiz hayatlarının dışında
bambaşka bir yaşamla karşılaşıyor. Evde, su yoktur, elektrik sık sık
kesilmektedir, gaz ve benzin karaborsadır, küçücük bir maaşla hiperenflasyon ve
sürekli artan fiyatlarla kalabalık bir aileyi geçindirmek imkansızdır ama hayat
ve umut vardır.
Sessiz,
sakin ve kurallara uymaya alışkın, zengin ve steril bir hayattan gelen Kambili
halasının evinde hem gerçek Nijerya hayatını, yoklukları, baskıyı,
adaletsizliği tanır, şahit olur hem de aile, dostluk, arkadaşlık gibi
değerlerin önemini öğrenir. Platonik de olsa ilk aşkını yaşar. Tüm bunlar baba
evinde yaşanması akla bile gelmeyecek şeylerdir ve babasına göre dine aykırı olduğu
için iyi bir cezayı gerektirir.
Kamibili
ve ailesi kendi içlerinde değişim yaşarken ülke de acımasız bir diktatörün
yönetiminde gittikçe daha da yaşanmaz bir hal alır. Baskıcı yönetim her şeyi
kontrol etmek ister, en ufak bir muhalefete bile şiddetle karşılık verir.
Ülkenin aydınları, muhalifleri faili meçhul cinayetlere kurban gitmekte, işkence
görmekte, hapis edilmektedir. Yetişmiş iş gücünün, özellikle akademisyenlerin
tek çıkar yolu ülkeyi terk etmektir.
Ülkeyle,
ev, diktatörle baba birbirine benzer bir evrim geçirir. Her ikisinde de şiddet
karmaşayı, karmaşa da isyanı ve kaçışı, nihayet değişimi getirir.
Chimamanda
Ngozi Adichie iyi bir yazar. İlk romanında başarıyı yakalamış. Sakin ve etkili
bir anlatımla çok boyutlu, iyi bir roman yazmış. Bir genç
kızın büyüme öyküsüyle birlikte aile bağlarını, en küçük toplumsal birim olan
aileden başlayıp devletin yapılanmasına dek kurulan baskıcı yapıların, acımasız
yaklaşımların nihayetinde varacağı yeri de aynı etkileyicilikle anlatıyor. (Hürriyet Kitap-Sanat, 14.06.2019)
Yorumlar