Juan Pablo Villalobos benim için geç
keşiflerden. Türkçede o kadar çok güzel, okunası kitap yayımlanıyor ki bazıları
gözden kaçıyor. Juan Pablo Villalobos, yıldızı gün geçtikçe parlayan Meksika
Edebiyatının yeni kuşağından. Türk yayıncılar da tabii ki onu es geçmemiş.
Dünya çapında tanınmasını sağlayan ilk romanı Tavşan Deliğinde Fiesta 2012’de, Sana
Bir Köpek Satayım 2018’de Türkçede yayımlanmış. Ben, ‘Kimseden Bana İnanmasını
Beklemiyorum’la tanıdım. Hemen diğer kitaplarını da edindim.
Romanın kahramanı yazarıyla aynı adı
taşıyor. Arka kapakta konu biraz özetlenmiş, alıntılıyorum; “Juan Pablo adlı
(evet, tanıdık bir isim) Meksikalı bir öğrenci, karşılaştırmalı edebiyat
doktorası yapmak için sevgilisi Valentina ile birlikte Barselona'ya uçmak
üzereyken, birdenbire, “üstün” ticari zekâya sahip “girişimci” kuzeninin kolay
yoldan köşeyi dönme planına dâhil olur. Plan yolunda gitmiyor olacak ki kuzeni
narkotrafik suç örgütü tarafından kaçırılır. Gangsterler, müthiş “ikna
yetenekleri” ile Juan Pablo'nun onlar için çalışması gerektiğini söylerler.
Görevi mi? Yolsuzluk yapan bir politikacının kızını, Laia'yı, kendisine âşık
etmek...”
Oldukça ilginç ve eğlenceli bir konu.
Daha arka kapakta konusunu okurken bile mizah dozunun yüksek olacağını tahmin
ediyorsunuz. Villalobos, hayata, olaylara mizahın penceresinden bakıyor, günlük
hayatın içindeki absürtü yakalayıp sanki çok doğalmış gibi anlatıyor.
Anlattıklarında akıl dışı, gerçeğe aykırı şeyler yok, hepsi yaşanması muhtemel
olaylar ama bir o kadar da komik ve absürtler.
“Villalobos bir tür minyatür Proust” demişler.
Bu kanıya nereden vardılar bilemiyorum, olağanüstü ince ayrıntıları görüp işlemesinden olabilir ama yazdığı Proust tarzı
bir anlatı değil. Konularına yaklaşımı, günlük hayattaki, sıradan insanların
yaşamındaki mizahı ve absürtü yaklamasıyla bana daha çok Kurt Vonnegut’u
anımsattı.
Villalobos’un mizahının ardında güçlü
bir entelektüel donanım olduğunu da fark ediyorsunuz okudukça. Her iyi mizah
yazarı gibi çok ciddi, dünyanın dert etmesi gereken konularda yazıyor. Dünyayı
kaplayan suç şebekelerinin nasıl çalıştığı, uluslararası yolsuzlukların nasıl
planlandığı, yolsuzluk hayata geçirilirken nasıl acımasız ve fütursuzca
davranıldığı, insan hayatının hiçbir değerinin olmadığı, suça tanık olanların
nasıl anında öldürüldüğü ya da kaybedildiği romanın ciddi boyutunu oluşturuyor.
En sıradan bir insan bile bir anda kendini suç şebekesinin içinde bulabilir,
suça şahit olabilir ya da bizzat suç işleyebilir.
Diğer boyuttaysa insani haller,
ilişkiler var. Juan Pablo, aile ilişkilerinin zorlamasıyla girişimci kuzeninin
planına dahil olmasaydı, tüm o suçlar işlenmeseydi bile roman ilginç olurdu.
Başta annesi olmak üzere Juan Pablo’nun ailesi zaten mizahî. Yaşam biçimlerinde
bizle birçok benzerlik bulduğum tipik bir Meksika ailesi ve oğlunu sıkı kontrol
ettiğini sanan, üzerine titreyen, iyi bir geliri ve güzel bir eşi olmasını
arzulayan bir anne. Anneyi ve onun anlattıkları üzerinden aileyi uzun
mesajlarıyla tanıyoruz.
Juan Pablo karşılaştırmalı edebiyat
doktorası yapmak için Barcelona’ya geliyor. Orada bir yabancı, bir göçmen.
İspanyolcası yabancılığını ele veriyor, Katalanca öğrenmesi gerek. Ancak
yabancılar arasında kendine bir yer bulabiliyor. Akademinin hali, hocalar ve
öğrenciler arasında yaşanan ilişkilerdeki sahtelik, Juan
Pablo’nun edebi eğilimleri, doktora için seçtiği konular, hepsi mizaha malzeme
oluyor. Sevgilisi Valentina’nın günlüğünden bitmiş bir aşkın nasıl son
uzatmaları yaşadığını okuyoruz. Tüm bunlar o karmaşık suç öyküsünü etkiliyor.
Juan Pablo Villalobos
çok iyi bir anlatıcı, edebi yönden kuvvetli ve değişik, dünyanın absürtlüğüne
mizahla baktığı romanı ‘Kimseden Bana İnanmasını Beklemiyorum’ da bence
başyapıtı. (21.02.2020, Hürriyet Kitap-Sanat)
Yorumlar