‘Bak Baba Deniz!’ türlerarası ilginç bir kitap. İlk bakışta
Nedim Gürsel küçük kızı Dilay’la yaşadıklarını anlatıyor gibi. Bu boyutuyla
kitabın otobiyografik bir yönü var. “Onunla günlerimi anlatacağım bu kitapta”
diyor ama hemen eklemeyi de ihmal etmiyor; “Anlattıklarıma dikkat et ve elekten
geçir. Hepsine de kanma. Kalemime inan, bana inanma!”
Bir açıdan bakarsanız haklı hiçbir anı, yaşam öyküsü birebir
yazıya geçirilemez. Mutlaka yazarken değişir, farklılaşır. Ama Nedim Gürsel
biraz daha farklı bir şeyden söz ediyor. Her şeyi olduğu gibi anlatmayacağım,
diyor. Kendi anılarına kendisi müdahale edecek. Çünkü anlatılan sadece bir baba
kızın birlikte yaşadıkları değil, o birliktelikten doğan anılar bir dizi
çağrışım ve düşünce yaratıyor, Nedim Gürsel onları da yazıya katmış.
İsim koyma öyküsünü anlatarak başlıyor kitap. Doğuma çok az
kalmış, ama bir isim bulamamışlar, çünkü anne Aylin kendi adıyla uyumlu olarak
içinde “ay” olan bir isim koymak istiyor kızına. Sonunda ve başında “ay” olan
birçok isim var ama bir türlü birini beğenemiyorlar. Nedim Gürsel, Farsça
kökenli “Dilay” adını buluyor. “Dil” gönül anlamında “ay” ise “güzellik”. Anne
Alin’i ekliyor bu ada. Kızın adı Dilay Alin oluyor ve babasından başka hiç
kimse onu Dilay diye çağırmıyor.
Dilay 16 Ağustos 2013 doğumlu. O doğduğunda babası Nedim
Gürsel 62 yaşında. Aralarında sadece büyük bir yaş farkı yok mekan farkı da
var. İzmir’de doğan Dilay annesiyle birlikte Ankara ve sonra İstanbul’da
yaşıyor. Baba Nedim Gürsel’se akademik görevleri ya da yazarlığı nedeniyle
aldığı davetler Dünya’nın bir ucuna gitmemişse Paris’te. Mekan farkının baba
kızın ilişkisini etkileyeceği, en azından hep bir özlem olacağını
öngörebiliriz. “Yazıya adamıştım kendimi. Ne baba olmak umurumdaydı ne
çocuklar! Varsa da yoksa da edebiyat, yani kitaplar” diye anlatıyor durumunu.
60 yaşından sonra gelen babalık farklı bir ruh haline sokuyor
yazarı. Dilay’ın varlığı “Varsa da yoksa da edebiyat” demesini engelliyor. Kızıyla
olabildiğince vakit geçirmek istiyor. Dilay’ın büyümesi, yürümesi, koşması,
konuşması başka bir heyecan veriyor. Onunla olmak bile içinin sevinçle
dolmasına yetiyor. Kızının büyümesini birlikte yaşamak için olabildiğince çok zaman
yaratmaya çalışıyor. Ama hem işi, üniversitedeki görevleri, hem yoğun yazarlık
eylemi bu buluşmaları seyreltiyor. Her buluşma da yakında ayrılacağız
düşüncesiyle daha baştan biraz buruk. Kızıyla yaşadığı her yakınlaşma ayrılığı
da içeriyor.
Nedim Gürsel baba olmanın anlamı üzerine de düşünüyor,
uzaktaki babalık halini de sorguluyor. Anne-kız yalnız yaşadıkları hayatı da
anlamlandırmaya çalışıyor. Birlikte yaşayabilselerdi bile aradaki büyük yaş
farkı nedeniyle nihai ayrılığın kesin olduğunu düşünüyor.
Nedim Gürsel’in kızıyla yaşadıkları bir yandan kimi hoş kimi
hüzünlü anıları canlandıracaktır. Annesiyle, babasıyla
yaşadığı ayrılıkları anımsar örneğin. İzmir’de bir otel odasında kızının öğle
uykusunu izlerken babasının Paris’ten bir otel odasından yolladığı kartpostalı düşünür.
Birlikte yaşadıkları her şey geçmişten bir anının canlanması demektir, onları da
anlatıya katar.
Anlatının diğer boyutunu kaygılar oluşturur. Kızına nasıl bir
dünya bırakacaktır? Geç gelen babalık erken veda demektir. Kızının gençlik
çağlarında çoktan bu dünyadan ayrılmış olacağını düşünür. Baktığı Ege Denizi,
Dilay’la birlikte ziyaret ettikleri denizaltı bile bitmek bilmeyen savaşları,
savaşların yarattığı acıları, ölümleri anımsatır. Ülkenin de dünyanın da
gidişatı kötüdür. “Hangimizin bahtı daha kara, Dilay’ın mı, yoksa benim mi!”
diye sorar kendi geçmişine bakıp kızının
geleceği için endişelenirken.
‘Bak Baba Deniz!’ bir baba kız öyküsü olarak başlayıp
anılarla, gözlemlerle, öngörülerle gelişen araya masallar, öyküler de giren
tatlı dille anlatılmış ama kaçınılmaz olarak buruklaşan hoş bir anlatı. (07.02.2020, Hürriyet Kitap-Sanat).
Yorumlar