Tutkunun peşinde tinsel bir hırpalanma

Atilla Birkiye’nin son kitabı ‘Sevgi Soysal ile Son Röportaj’ tutkuyla bağlanmak üzerine bir roman. Özellikle ilk gençlik çağlarında çokça yaşanan bir duygu. Daha çok pop müzikçilere, sinema ya da televizyon yıldızlarına yönelik bir şey. Az da olsa yazarlara tutkuyla bağlananlar olduğunu da biliyoruz. Atilla Birkiye’nin kahramanı da böyle biri.
Anlatıcı kitaplarını okuyup hayran olduğu yazarla bir bağ kurmak, onunla görüşmek, tanışmak istiyor. Onu bir saatliğine görebilmek için 450 kilometre kat edebilir, İstanbul’dan Ankara’ya trenle bir gece yolculuğu yapabilir. Romanın diğer önemli teması bellek ise 70’li yıllarda yaşanan bu tutkunun yıllar sonra anımsanmaya çalışılması ile devreye giriyor. Birkiye bellek ne kadar kuvvetlidir, bizi derinden etkileyen olayları, anları, anıları ne kadar doğru ve tam anımsayabiliriz sorusunu soruyor. Bellek yanıltıcıdır. Anılar hiçbir zaman asıllarıyla aynı olmaz. Zamanla onları belleğimiz değiştirir, geliştirir, farklılaştırırız ve her zaman belleğimizde kalan son imgeyle anımsarız. Yani bu romanda anlattığı hiçbir şey tam anlamıyla doğru olmayabilir, beleğinde kaldığı kadarıyladır ve bu tutkuyu ne kadar önemsese de anılarda boşluklar, eksikler vardır.   
Kahramanımız üniversitede okuyor, öğretmenlerinin yönlendirmesiyle edebiyatla yakından ilgilenmeye başlıyor. Okuyup sevdiği yazarlardan biri de Sevgi Soysal oluyor. Çeviriler yapıyor, yazılar yazıyor. Bunları dergilere götürüyor. Çünkü o zamanlar en hızlı haberleşme yöntemi bizzat gitmek. Bakıröy’den kalkıp yarım saatlik bir yolculukla Cağaloğlu’na, basının merkezine o yolu bir haftada alacak olan mektuptan daha hızlı ulaşılıyor.
70’li yıllardan söz ediyoruz. O zamanlar dergilere, yayınevlerine çat kapı gitmek, editörlerle, yöneticilerle görüşmek, tavsiye almak mümkün. Kahramanımız da hocası, tanınmış çevirmen Yurdanur Hanım’ın (Salman) yönlendirmesiyle Dergi’ye gidiyor. Cağaloğlu’nda tam valiliğin karşısındaki Vilayet Han’ın ikinci katındaki bu dergi ve yayınevi bürosu o yılları bilenler için aşina bir mekan, bilmeyenler içinse hoş bir edebiyat anısı. İsmi verilmeden sözü edilen yer De Yayınları ve Yeni Dergi’nin bürosu. Büronun açık kapısından girdiğinizde karşınıza çıkan kişi de ünlü eleştirmen ve editör Memet Fuat. Memet Fuat, kahramanımızı benimsiyor, yönlendiriyor, ilk yazı ve çevirilerinin yayıncısı oluyor.
Atilla Birkiye romanını gerçek kişiler ve olgulardan yola çıkarak kurgulamış. Kahramanların soyadlarını vermediği için kurmaca olarak okunması daha çok mümkün, özellikle bugünün okurunun 50 yıl öncesini bilemeyeceğini düşünürsek… Ama bizler gibi döneme şahit olanlar için her ismin bir karşılığı var. “Selim” Selim İleri, “Celâl” Celâl Üster, “Turhan” Turhan Günay örneğin. Romanın tam ismiyle adı anılan tek kişisi ise Sevgi Soysal.
Kahramanımızın hakkında röportaj yapacağı Şafak romanı 1975’de yayımlanmış. Sevgi Soysal’a 1975’de meme kanseri teşhisi konulmuş. Tutkuyla bağlı olduğu yazarının hastalığını da biliyor kahramanımız. Onun aracılığıyla Sevgi Soysal’ın son günlerine tanık oluyoruz. Sevgi Soysal, hastalığına rağmen, İstanbul’dan kalkıp gelen bu genç yazar adayını kabul ediyor ve onunla bir saate yakın sohbet ediyor. Hastalığı ağırlaşsa da röportaj sorularına cevap veriyor. Röportajın yayınlanma süreciyse yazar adayı için kişilik sınavları ve kırgınlıklarla dolu. Bu süreç geleceğe ilişkin planlarının belirleyicisi de oluyor. Zaten kırılmaya, yenilmeye çok uygun, çekingen, içine kapanık biri. Son röportajın yayınlanma sürecinde Sevgi Soysal’ın ölüm haberinin gelmesiyle kurduğu dengeler iyice sarsılıyor, hayat çizgisi değişiyor.  
‘Sevgi Soysal ile Son Röportaj’ hem konusunu, kahramanlarını edebiyat tarihimizden almasıyla, hem 70’li yılları anımsatmasıyla ilginç olduğu kadar, tutkuyla bağlanmak, anımsama, bellek gibi kavramları, gerçeklik kurmaca ilişkisini tartışmasıyla ilgiyle okunacak, üzerinde düşünülüp konuşulacak bir roman.  (Hürriyet Kitap - Sanat, 13.03.1961)

Yorumlar