Gabriel
Josipovici Türkçede geç tanıdığımız yazarlardan. 1940 doğumlu oldukça üretken
bir yazar. Hem edebiyat, hem de inceleme-araştırma ve eleştiri alanında ürünler
vermiş. Roman, öykü ve oyunlar yazmış. “Edebiyat teorisyeni” olarak tanınan bir
akademisyen. 1968’den beri eserleri yayımlanıyor. Doğru saydıysam yirmi dördü
anlatı olmak üzere 35 kitabı basılmış. Eserleri Dünya dillerine çevrilmiş.
Oyunları İngiltere, Almanya ve Fransa’da sahnelenmiş. Türkçede sadece 1996
tarihli ‘Dokunma’ adlı incelemesi var.
Rus
İtalyan ve Romen Levanten bir anne babadan doğmuş. İkinci Dünya Savaşı
yıllarında annesiyle birlikte Fransız Alpleri’nde yaşamış. Kahire’de bir
İngiliz Koleji’nde 6 yıl eğitim görmüş. Sonra annesiyle birlikte İngiltere’ye
göç etmişler. Başarılı bir eğitim hayatından sonra İngiliz üniversitelerinde
akademisyen olarak görev yapmış.
‘Barnes'daki
Mezarlık’ Gabriel Josipovici'nin son eseri, 2018’de yayımlanmış. Fransızcadan
İngilizceye çeviriler yapan bir çevirmenin yaşamının üç dönemine odaklanıyor bu
kısa ve etkileyici anlatı. Ama kronolojik değil. Çevirmenin Londra’da ilk
karısıyla geçen yıllarını, karısını kaybettikten sonra Paris’teki ve ikinci
karısı ile Galler’deki bir kır evindeki yaşamını birlikte anlatıyor. Ustalıklı
bir kurgu ile zamanlar arasındaki geçişleri sağlıyor. Farklı yerler ve anlar
kahramanın belleğinde birbirine bağlanarak yazıya dökülüyor.
Alışkanlıklarına
bağlı bir adam olan çevirmenin mutlu bir evlilikle taçlanan sessiz, sakin,
düzenli yaşamı karısının ani ölümüyle rotasından çıkıyor. Çevirmen Paris’te tek
başına yeni bir rutin oluşturuyor. Karısıyla geçen günlerini anarak kendine
yalıtılmış, silik, başkalarının dikkatini çekmeyen bir hayat kuruyor. Bu hayat
da ikinci karısı ile karşılaşıp evlenmesiyle büyük oranda değişime uğruyor.
Daha dışa dönük yaşamaya başlıyor.
Çevirmenin
son derece sıradan görünen yaşamının kendine has gizleri var. Karısının kaza
sonucu boğulup ölmesi bu gizlerin en önemlisi. Çevirmenin bu ölümdeki payı
açıkça ifade edilmese de kuşkulu bir hava yaratıyor.
Çevrimenin
sürekli dinlediği, zaman zaman dizeler aktardığı Monteverdi’nin Orfeo’suyla ‘Barnes'daki
Mezarlık’ın metinlerarası bir bağ kurduğunu düşünmemek elde değil. Orfe’nin eşi
Eudirice’yi kaybıyla çevirmenin karısının ölümünün etkileri arasında
benzerlikler bulmak mümkün. Zaten çevirmen de “Sen öldün hayatım, ve ben nefes
alıyorum öyle mi?” gibi birçok dizede kendi ruh halini buluyor. İki metin de “insan saadetinin ne kadar geçici
kırılgan bir şey olduğunu” anlatıyor.
Çevirmen
anlatı boyunca Monteverdi gibi 1500’lü yıllarda yaşamış Fransız Rönesans şairi Joachim
du Bellay’in sonelerinden başarısız çeviri denemeleri yapıyor. Bellay, sone
biçimin Fransızca’da kullanan ilk şairmiş. “Zaten, iyi talih ne kadar sürer ki”
gibi dizelerin de çevirmenin ruh haline uyduğunu düşünebiliriz. Bellay gibi
kendinin kim olduğunu anlamaya çalışıyor çevrimen de.
Çevirmenin
gündelik hayat rutininde bir de yürüyüşler var. Bu amaçsız gibi görünen
yürüyüşler genellikle mezarlıklarda son buluyor. Çevirmen mezarlıklarda uzun
saatler geçiriyor. Kitaba adını veren Barnes'daki Mezarlık da bunlardan biri. Daha
çok Paris’te yaşanan bu mezarlık ziyaretlerinde cebinde Shakespeare’nin
şiirleri var. Onlarda her duruma, her duyguya uygun dizeler buluyor. Kuşkusuz
çoğul okumalarda metinlerarası birçok başka bağ bulunacaktır.
Gabriel
Josipovici'nin Barnes'daki Mezarlığı, kısa, sade anlatımlı ama oldukça
derinlikli ve etkileyici bir anlatı. Metnin sonunda kahramanının dediği gibi
“Tek bir hayattan pek çok hayat filizleniyor”. (Hürriyet Kitap Sanat 10.04.2020)
Yorumlar