Necip
Mahfuz’u bütün dünya gibi biz de 1988 Nobel Edebiyat Ödülünü kazandığında
tanıdık. Çünkü Arap Dünyası’nda çok tanınmış bir yazar olmasına rağmen ödüle
dek batı dillerine çok az eseri çevrilmişti. Oysa ilk eseri 1938’de yayımlanmış.
11 Aralık 1911 doğumlu yazar, Nobel’i kazandığı 77 yaşına gelene kadar çok
verimli bir yazarlık yaşamı geçirmiş. 34 roman, 350'den fazla kısa öykü,
düzinelerce film senaryosu, beş tiyatro oyunu ve Mısır gazeteleri için yüzlerce
köşe yazısı yayımlanmış yaşarken. Necip Mahfuz’u geç tanıdık ama çok sevdik.
Roman ve öykülerinin neredeyse tamamı hızla Türkçeye çevrildi. Çok okundu.
Arap
Dünyası’na çok yakın olmamıza rağmen aradaki dil engeli, yetkin çevirmen azlığı,
en önemlisi yüzümüzün batıya dönük olması nedeniyle Arap Edebiyatı’nı,
özellikle çağdaş Arap yazarlarını pek bilmeyiz. Necip Mahfuz, Türkçeye en çok
çevrilen Arap yazarı olmasının yanı sıra okurların çağdaş Arap edebiyatına
dikkatinin çekilmesini de sağlayan bir yazar. Sanıyorum o nedenle “Nobel
Edebiyat Ödülü Necip Mahfuz’un kişiliğinde tüm Arap Edebiyatına verildi,” diye düşünülüyor. Tüm
dünyada olduğu gibi bizde de çağdaş Arap edebiyatı onun sayesinde gündeme
geldi, bir çok eser çevrildi.
Necip
Mahfuz, Arap edebiyatının varoluşçuluk temalarını araştıran ilk çağdaş
yazarlarından biri olarak kabul ediliyor. Kahramanlarını iyi ve kötü yanlarıyla
oldukları gibi anlatması, onların toplum içindeki halleri kadar
bireyselliklerini de önemsemesi bu tanımın nedeni olabilir. Toplumsal
olayların, özellikle değişimin bireyin üzerindeki psikolojik etkisini
önemsiyor. Necip Mahfuz modern bir yazar ve edebiyat anlayışı esas olarak
gerçekçi. Siyasal olarak da toplumcu bir bakışı var. Gördüğü gerçekleri hiç
sakınmadan eserlerine yansıtıyor. Tabu tanımıyor. Bu tavrı da eserlerinin
sahici ve inandırıcı olmasını sağlıyor. Bu nedenle de başı derde girmiş, bazı
eserleri yasaklanmış, yıllarca Arap ülkelerinde kitaplaşamamış.
Başarısının
sırrının “akılcılık ve batıyla verimli iletişim kurmak” olduğu yorumu doğru
görünüyor. Necip Mahfuz kendi toplumuna gerçekçi bir anlayışla bakmış ve
eserlerini batının roman ve öykü anlayışıyla yazmış. Etkileyici bir bileşim
yaratmış.
Kendi
dilinin Arapçanın geleneksel edebiyat anlayışından da tamamen kopmuyor, aksine
özellikle son eserlerinde onlarla güçlü bağlar da kuruyor. Onun eserlerinde masalsı
bir hava, söylenceye yakınlık da vardır ama bu nitelikler ağır basmaz aksine
kısa cümlelerle, rahat bir anlatımla adeta bir sohbet havasında konularını
anlatır.
Roman ve hikâyelerinde mekân hep Kahire’dir,
Kahire’nin çok iyi bildiği, doğup büyüdüğü mahalleleri, sokaklarıdır. Kahire’nin
yoksul bir semtindeki bir sokakta yaşanan olayları konu alan Midak Sokağı
sanıyorum en çok okunan romanı. Mısır toplumunun bir yansıması olarak tanıtılan
bu roman Türk okur için İstanbul’un bir kenar mahallesinden farksızdır. Çok
yakın ve bildik gelecek olaylar anlatır Necip Mahfuz. Anlattıkları bize bir
Orhan Kemal romanı kadar yakındır. Midak Sokağı’ndaki genç berber Abbas’la
sokağın kavgacı güzeli Hamide’nin aşkları “Vesikalı Yarim” kadar tanıdıkdır.
Doğulu bir toplumun batının değerleriyle imtihanı, değişime tavrı, direnmesi ya
da kapılması ortak sorunlarımız.
Bana asıl ilginç gelen Doğu Akdenizli bir
millet olarak bizim kolayca benimsediğimiz bu öykülerin ve kahramanlarının aynı
şekilde Batılı okuru da cezbetmesi. Nobel Edebiyat Ödülü gerekçesinde Necip
Fazıl’ın Mısırlı ailelerin durumu ve uğradıkları değişimi bir ailenin üç kuşağı
üzerinde ele aldığı ‘Cebelavi Sokağı’nın Çocukları’ gibi romanlarının anılmış, Mahfuz’un
Kahire tasvirleri Dickens’ın Londra tasvirleriyle karşılaştırılıp beğenilmiş.
Necip Mahfuz’un edebiyatı iki dönemde ele
alınıyor. İlk dönemi toplumcu gerçekçi anlayışla yazdığı romanlar oluşturuyor. 23
Temmuz 1952 devriminin ardından bir süre edebiyattan uzak kaldıktan sonra
yayımladığı romanları ise eleştirmenlerin “felsefî gerçekçilik” diye
adlandırdığı ustalık dönemi. Sembolik göndermelerle başta din olmak üzere
insanlığın tabulaşmış sorunlarını kendine has üslubuna felsefi derinlik katarak
tartışmış.
Necib Mahfuz, Kahire’nin sokaklarını, ailelerinin kuşaklar boyu süren
öykülerini tatlı ve acı yanlarıyla sıcak, samimi bir dille anlatıyor.
Anlatımında dramatik unsurlar kadar mizah da kendine yer buluyor. Ne kadar
yerel, Mısır’a, Kahire’ye has öyküler, romanlar yazıyor gibi görünse de ele
aldığı sorunlar insanlığın temel meseleleri olduğu için eserleri
evrenselleşiyor ve her zaman her dilde okunacak bir nitelik kazanıyor. Zaten
büyük bir yazar olup büyük eserler yazmanın sırrı da bu, yerelden evrensele
ulaşan eserler yazmak. (Hürriyet Kitap - Sanat, 13.06.2020)
Yorumlar