Lydia Davis, ‘Hikayenin Sonu'ndada kitabın adına uygun olarak
sondan anlatmaya başlıyor. “O’nu son defa gördüğümde, son görüşüm olacağını
bilmeden terasta bir arkadaşımla oturuyordum,” romanın ilk cümlesi. İkinci
paragrafın son cümlesinde olay iyice netleşir; “Kendine bir bardak su almak
için eve girdi; dışarı çıktığındaysa bana artık tükendiğini ve kendi yoluna
gideceğini söyledi.”
Bu ayrılık sahnesinden bir yıl sonra, kendi el yazısıyla kopya
ettiği bir Fransızca şiiri yollar bırakıp giden sevgilisi. Kendisinden 12 yaş
küçük şair sevgilisinin bir başkasının şiirini yollamasını anlamlandırmaya
çalışır. Şiirin yanında bir mektup yoktur ama üzerinde düşündükçe yokluk, ölüm
ve tekrar birleşme üzerine bu şiir yazar çevirmen kahramanımıza çok şey
anlatır. Zaten zarfın üzerinde bir gönderici adresi vardır. Oturur bu temalarda
bir şiiri kendisine yollaması üzerine neler düşündüğünü ifade eden bir öykü
yazar ve yollar. Ama hep “O” diye söz ettiği eski sevgiliden hiçbir cevap
alamaz. Bir yıl sonra eski sevgilinin yaşadığı kentten çok uzak olmayan bir
yere seyahat ederken O’nu son adresinde ziyaret etmeye karar verir. Zaten eski
sevgiliye var olan özlem iyice derinleşmeye, onu tekrar görmek bir saplantı
olmaya başlamıştır. Aradığı adres yürünemeyecek uzaklıktadır ama yürür. Saatler
sonra akşamüstü O’nun oturduğunu sokağı bulur. Bir yeniden kavuşma hayal etmiyordur,
konuşabileceğini bile düşünmez, aksine onu yeni hayatında karısıyla
birlikteyken uzaktan izlemeyi umar. Ama bu karşılaşma gerçekleşmez.
Lydia Davis’i Türkçede de yayımlanan kısa, çarpıcı, kendine has
öyküleriyle tanıyoruz. Başta Flaubert, Proust olmak üzere Fransız edebiyatından
İngilizceye çevirdiği kitaplarla da çevirmen olarak saygın bir yeri var. Deneme
ve öykü alanlarında verimli bir yazar. Yazar ve çevirmen olarak birçok ödül
almış, burslar kazanmış. Sonra da romanlar yazmaya başlamış. Türkçede
yayınlanan ilk romanı ‘Hikayenin Sonu' da 2013 Man Booker International Ödülü
verilmiş.
Bu kısa biyografik bilgilerle bile romanın yazarıyla yazar
çevirmen kahramanı arasında benzerlikler bulabiliriz. ‘Hikayenin Sonu'nun yazar
çevirmen kahramanı bir saplantı haline gelen eski sevgiliyi arama, görmeye
çalışma macerası sürerken hem bu arayışını hem de geçmişte eski sevgiliyle
yaşadıklarını bir roman olarak yazmaktadır. Böylece bu saplantıdan kurtulmayı
başarabileceğini, hiç olmazsa içindeki acıyı azaltacağını umar. Romanın
yazılması aşamasında yaşananları, masa başı uğraşını da okuruz.
Kırık bir aşk öyküsü yazıya geçerken nasıl bir değişimden geçer,
gerçekler öyküleşirken ne hal alırlar onu da anlatır kitapta Lydia Davis.
Mutsuz bir sonla biten aşkla yüzleşmek bile kolay değilken bir de yazarak
onunla bir tür hesaplaşmaya girmek hiç kolay değildir. Hafızanın geçmişle
ilgili yanıltmaları vardır. Zamanla olaylar birbirine karışmış, bazıları
anılaşırken değişmiştir. Anlatıcı kahraman bunları nasıl romanlaştıracağına da
karar vermek durumundadır. Bu karar aslında geçmişiyle tam anlamıyla yüzleşip
yüzleşemeyeceğinin de bir tür kendi kendine uyguladığı sınavı gibidir.
Lydia Davis romanda terk edilme ve reddedilmeyle ilgili sonsuz
sorgulamalar yapıp, ayrıntıları yeniden gözden geçirirken nerede yanlış
yaptığını anlamak, terk edilmenin acısını aşmaya, sevgilinin fiziksel yokluğuna
alışmak gibi başka boyutları da başarıyla anlatıyor. Otobiyografik olup
olmaması pek önemli değil, anlatıcı kahramanın iğneyi eski sevgiliye batırırken
çuvaldızı kendine batırmayı başarması romanın anlatımının samimiyetine okuru
ikna ediyor, ve okurun öyküyle sıkı bir bağ kurmasını da sağlıyor. Dünyayı
algılayışı, betimlemeleri, anlatımı farklı bir yazar Lydia
Davis. ‘Hikayenin Sonu' iyi, sıkı bir roman. Bildik gibi görünen bir
öyküyü sonuna kadar merakla okutmayı başarıyor.
Yorumlar