“Kıpırdamıyoruz” fotoğraf makinesinin çekime hazır olduğunda fotoğrafçının söylediği uyarı sözcüğüydü. Fotoğrafın ancak fotoğrafçıda çekilebildiği zamanlarda, 1960’larda geçen romanına bu adı vermiş İsmail Güzelsoy. Umulacağı gibi bu sözü söyleyen de romanın kahramanı Settar. Ama Settar için kıpırdamamanın başka bir anlamı da var.
Settar düşle gerçek arasında yaşıyor. Settar
dışarıdan bakıldığında duruyor gibi göründüğünde rüyasında donmuş bir
görüntünün içine girmiş ve orada tek hareket edebilen olarak gördüklerini
incelemektedir aslında.
Her şey bir fotoğraf kadar kıpırtısız kalmaktadır.
Sanki bir fotoğrafın içine girmiş gibi hisseder kendini ve orada rahat
hisseder, ferahlar. Gördüğü her şeyin sesini duyar, dinler. Kokular bile gözle
görülür, duyulur hale gelir. Onu izleyen babasına göreyse donup kalmıştır. Bu
bazen on dakikayı bulan donmalar babayı endişelendirir. Oysa Settar’a göre
duran kendisi değil dünyadır.
Babası bu durmaların “o uğursuz geceden
kalma” olduğunu düşünüp kendini teskin etmektedir. En yakın dostu Doktor
Kirkor, “Mezardan çıkarılıp hayata gelen biri o. Tıpkı bir hayalet… Ondandır,
başka neden olacak ki?” diye Bekçi Harun’un düşüncelerini destekler. Settar
gibi biz okurların da anlamını çözemediği bu sözler aslında romanın anahtar
cümleleridir.
“Birden fazla hayatı aynı anda yaşamayı
deneyen” babasının anlattıklarını masal anlatmayı bilmediği için uydurduğu
maceralar olarak dinlemiş, her kadehte biraz daha abarttığını düşünüp ciddiye
almamıştır. Oysa o masalların içinde ne gerçekler gizlidir. Bunu anlaması için
babasının her gece notlar aldığı sır defterini bulması gerekecektir. Kuşkusuz
sır defteri uzun aramalar sonunda ancak romanın sonunda bulunur.
Settar babasının anlattıklarını masal diye
dinler, Settar’ın donma anlarında gördüklerini anlatması da babasına oğlunun
hayalleri olarak kabul eder, önemsemez. Oysa ikisinin de anlattıklarını içinde
kendi geçmişleriyle ilgili önemli gerçekler gizlidir.
Settar’ın yaşamını değiştiren, ilkokula
yazılmak için fotoğraf çektirmeye gittiğinde karşılaştığı fotoğraf makinesi
olur. Fotoğrafçı Nusret Dayı, “kıpırdamıyoruz” dediğinde tıpkı rüyalarında
olduğu gibi her şey donmaktadır. Kalbinde suretler biriktirdiğini anlayıp “Bu
çocuk fotoğraflar çekiyor” diyen de Nusret Dayı’dır.
Roman 1960’lar İstanbul’unda geçiyor. Dört
gün sonra kıyamet kopacağı söylentilerine hemen herkes inanmıştır. İstanbul’u
basan ve bir türlü kalkmak bilmeyen sis de kıyametin habercisi gibidir. Haberli
gelen ölüm herkesi adeta çıldırtmıştır. İnsanlar kendilerini sokaklara atmış,
normalde yapmayacakları her şeyi yapar hale gelmiştir. İyi olmanın, ahlaklı
olmanın, yasalara, kurallara uymanın hiçbir anlamı kalmamıştır.
14 Eylül 1966’da, sis bastığında Settar 26
yaşındadır. Eğitimini tamamlamamış, fotoğrafçı olmuştur. İstanbul Adliyesi’nin
önünde, babasının hediye ettiği eski moda, kocaman ahşap kasalı makinesi ile
fotoğraflar çekmektedir.
Kitabın girişinde Tolstoy’dan “Muhteşem
hikayeler iyilerle kötüler arasında değil, iyilerle daha iyiler arasında geçer”
alıntısı var. Settar o gün babasının, kavga iyilerle kötüler arasında değil,
kötülerle daha kötüler arasında geçiyor sözünün doğruluğunu kavrar. Zuhal’in
gelişi ve onun yoldaşlığı ile de kendi geçmişini çözmeye başlar. Baştan beri
anlatılan düşler, zaman donduğunda gördüğü fotoğraflar, duyduğu sesler,
babasının maceraları anlam kazanır.
‘Kıpırdamıyoruz’, çok boyutlu, hayatın
temelini oluşturan kavramları bu boyutlarda tartışan bir roman. Kötülerle daha
kötüler arasında geçen mücadelede arada kalan, ezilen, zarar gören iyileri
anlatıyor. Hiç kimsenin tamamen iyi ya da tamamen kötü olamayacağını
düşündürüyor. İyilik olsun diye yapılanların başkalarınca en büyük kötülük
olarak algılanabileceğini örnekliyor.
İsmail Güzelsoy, kıyameti bekleyen
İstanbullular’ın oluşturduğu mahşerde bir karnaval ortamı yaratmış. O mahşer
ortamında yaşananların da bir roman konusu olabileceğini düşünüyorum. Ama o
hali fonda bırakıyor. Settar ve Zuhal bu karnavalın ortasında izlerin peşinde
koşup geçmişi aydınlatıyor. Sayfalar ilerledikçe roman tempo kazanıyor.
Yaşadığımız hayatın ne kadar gerçek, ne kadar düşten oluştuğunu, gerçekle düşün
nerede birbirine karışıp nerede ayrıştığını düşünmeden edemiyorsunuz. (23.10.2020, Hürriyet Kitap -Sanat)
Yorumlar