“Yaralı bir hayvan gibi saklanmak için kendime kuytular arayıp dururken acı gerçeği kabullenmek zorunda kaldım; Kayboldum.” Tarık Tufan’ın yeni romanı Kaybolan’ın ilk cümlesi bu.
40
yaş erkeklerde önemli bir dönüm noktası. Tıbbi literatüre “40 yaş bunalımı,”
diye girmiş. İnternette ilk aramada bu sorunla ilgili olarak şu cümle karşımıza
çıkıyor, “Her erkekte görülecek diye bir kural olmasa da, orta ve ileri yaş
içinde olan erkekler; yaşamlarını gözden geçirip kendileri için ne yaptıklarını
sorgulamaya, genç bir partner aramaya ve kayıplarını fark etmeye
başlayabilirler” (bkz. e-psikiyatri.com).
Hakan
ve Yıldız 15 yıllık evliler. Düzenli bir hayatları, düzenli gelirleri var.
Hakan, bir sigortacılık şirketinde kıdemli pazarlamacı. Yıldız, kadınlara
doğrudan pazarlama yapan büyük bir şirkette adı gibi yıldızı parlayan başarılı
bir satıcı. Ev sahibi, araba sahibi olmak gibi hedefleri olacağını
düşünüyorsunuz. Onlar, özellikle Yıldız bir an önce bir bebek sahibi olmak
azminde.
Bebek
sorunu dışında dışarıya yansıyan bir sorunları görünmüyor. O sorunu çözmek için
de kararlılar. Tüp bebek de olsa tıptaki gelişmelerle düşledikleri evlada
kavuşmak konusunda istekliler.
Kaybolan’ın
kahramanı 40 yaşına girdiği gün kaybolduğunu hissediyor. Pastadaki yanlış isim bardağı taşıran
son damla olabilir mi? Her şirket çalışanına olduğu gibi Hakan için de öğleden
sonra büroda yaş günü kutlaması yapılıyor. Pasta kesiliyor. Pastanın üzerinde
“İyi ki doğdun Arda” yazmaktadır. Hiç kimsenin dikkatini çekmeyen, başkasına
olsa önemsemeyeceği, gülüp geçeceği bu ayrıntı Hakan’ı derinden etkiler. “Çünkü
benliğimle ilgili kavgalarım ve yakamı bırakmayan bir geçmişim var” diye ruh
halini açıklar Hakan.
Bu gibi öyküleri okuduğumda hep Robert
Redford’un ilk yönetmenlik denemesi 1980 tarihli Sıradan İnsanlar filmini
anımsarım. Gayet sıradan, normal ve düzgün görünen hayatların gerisinde akıl
almaz sıradışılıklar, trajediler vardır. Bunlar gün gelip bir vesileyle
günyüzüne çıkana kadar saklandıkları yerlerde öylece dururlar. Günyüzüne
çıktıklarındaysa ya yüzleşme vesilesi olurlar ya terk edip gitme ya da
kaybolma.
Kaybolan’ının kahramanı
Hakan gibi görünse de Tarık Tufan tek boyutlu bir anlatı oluşturmamış. Hakan’ın
eşi Yıldız’ın da kaybolmaya hazır bir hali var. Onu meşgul eden sadece bebek
sahibi olamamak değil. Merkezinde alzheimer hastalığı hızla ilerleyen babasının
olduğu travmaları var. Yıldız kişiliğini belirleyen bu olayları benliğinin bir
yerlerine gömüp unutmaya çalışmış. Yani Hakan’dan pek farklı değil ama hayata
tutunma konusunda ondan daha başarılı.
Hakan’ın
“Kendimi bulmalıyım. Bu acıya daha fazla tahammülüm kalmadı” diyerek kimseye
söylemeden işini terk etmesi Yıldız’ı da benzer bir karara yöneltiyor. Hakan’ın
çoktandır içine kapanıp kendinden uzaklaştığının farkındadır. Oysa hayatta tek
desteği olarak onu görmektedir. Karı koca el ele tutuşur, birbirlerini anlamaya
çalışırlarsa sorunları çözeceklerine inanır. Evlilikleri boyunca bunu bir çok
kere başarmışlardır. Ama bu kez Hakan’ın tamamen içine kapanıp, iletişim
yollarını kapaması sabrını taşırır.
Hakan’ın
kaybolması demek bir evcilik oyunu oynayarak, kurallara, günlük hayatın
rutinlerine sarılarak çok narin dengelerle tutunduğu hayatının onarılmaz
biçimde derinden sarsılması demektir. Hakan’ın 40 yaş kutlaması günü yarattığı
bu sarsıntı Yıldız’a da sirayet eder ve sürekli ertelediği babasıyla yüzleşmeyi
gündeme getirmesine neden olur. Hakan belleğinin derinliklerine gömdüklerini
arayıp bulur, onlarla ilk aşkı ve hayatındaki en büyük travmayı birlikte
yaşadığı kadınla birlikte yüzleşirken umarsız bıraktığı eşi Yıldız’ın hayatında
da büyük bir devrime neden olur, o da benzer bir yoldan geçer.
Tarık
Tufan Kaybolan’da kendi
hakikatimizi arama serüvenini başarıyla anlatırken, böyle bir gelişmenin
kaybolanın hayatındaki kişileri nasıl etkileyeceğini, onların hayatlarında,
benliklerinde neleri tetikleyeceğini de başarıyla anlatmış. Sondaki polisiye
olaylara, “cinayet mi intihar mı?” tartışmasına gerek var mıydı, bilemiyorum.
Ben daha doğal bir çözüm tercih ederdim. Hayatın akışı Hakan’ı da Yıldız’ı da
zaten farklı yerlere getirmişti. Can alıcı bir gelişme olması gerekmeyebilirdi.
Tabii ki bu yazarın tercihi. Sonuç itibariyle Kaybolan, hem konusu, hem anlatımı
ile ilgi ve merakla okuduğum, hem de gündeme getirdiği, tartışmaya açtığı
meselelerle üzerinde düşündüğüm bir roman oldu. (Hürriyet Kitap - Sanat, 16.10.2020)
Yorumlar