70’lerin sonu, 80’lerin başı olmalı, ilk imza günüyle Nişantaşı’ndaki Akademi Kitapevi’nde karşılaştım. Daha öncesinde pek imza günü yapıldığını sanmıyorum. Genelde yazarlar eşlerine, dostlarına, kitapları hakkında yazacaklarını umdukları yazarlara ve gazetecilere kitap imzalardı. Yani imzalı kitap az bulunur bir şeydi ve kime imzalanmışsa onun için değerliydi.
Akademi’nin hemen ardından, Tüyap, Taksim Meydanı’ndaki o
zamanki Intercontinental, şimdiki The Marmara Oteli’nin Balo Salonu’nda ilk
kitap fuarını açınca imza günleri yaygınlaştı.
Aziz Nesin’in, Yaşar Kemal’in önünde uzun kuyruklar oluştu.
Okurlar için imzalı kitap sahibi olmak önemli bir şey haline geldi. Çünkü, özellikle
ilk zamanlar yazar size özel olarak imzalamış gibi bir hava yaratabiliyor,
arkadaşlarınız arasında önemseniyordunuz.
Zamanla birbirine kitap imzalama işi gelişti. Özellikle
90’lı yıllardan itibaren yazarlarımız okumaz olunca, başta şairler olmak üzere
kitap çıkaranlar birbirlerine kitap imzalamayı yoğunlaştırdılar. Sanırım
birisine imzalı kitap yollayınca onun kendilerini önemseyeceğini, “Bana değer
vermiş, kitabını imzalayıp yollamış” deyip kitaplarını okuyacağına sandılar.
Oysa, yayıncılık ofset baskıya ve bilgisayarla baskı öncesi hazırlığa geçince kitap
üretmek kolaylaşmıştı ve bunun sonucu olarak çok fazla kitap çıkmaya
başlamıştı. Artık genç şair ve yazarlar dergilerde yayınlanmayı es geçip hemen
kitap çıkarma yolunu seçiyordu.
Kitap üretiminin artması ile birlikte imzalı kitapların
dolaşımı da arttı. Ama okurun imzalı kitaba ilgisi hiç azalmadı, şaşırtıcı
şekilde arttı. Bu ilgi tabii özellikle çoksatan yazarların imzalarınaydı. Kitap
fuarlarında, zincir kitapçılarda hep onların okurları uzun kuyruklar
oluşturdular. Diğer yazarlar ise böyle bir ilgi toplayamadı.
Diğer yandan özellikle sahaflarda bir imzalı kitap pazarı
oluştu. İmzası az bulunan yazarların kitapları oldukça değer kazandı. Tabii
kime imzalandığı da önemliydi. Ünlü bir yazar ünlü birine kitap imzalamışsa
kitabın değeri daha da artıyordu. Örnek vermek gerekirse, nadirkitap.com’da “imzalı”
diye bir arama yaptığınız da Nazım Hikmet’in imzalı bir kitabının 23 bin liraya
satıldığını görebiliyorsunuz. Orhan Veli’nin Vazgeçemediğim’i 17 bin,
Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madtonna’sı da 17 bin liradan satışa sunulmuş. Tüyap’ta
imza yaptığında kimselerin ilgi göstermediği Cemal Süreya’nın imzalı kitapları
da 17 binden satılıyor. Bu 17 bin’in bir sırrı olsa gerek. Ama aynı aramada 90
kuruşa satılan imzalı kitaba da rastlıyorsunuz. Bunun nedeni yazarın
tanınmamışlığı da olabilir, çok fazla imzalı kitap dağıtmış olması da. Tabii
zamanında çok satan diye sırasına girip heyecanla imzalatılan kitabın aslında
hiçbir edebi değeri olmadığını anlayıp atmış olmaları da mümkün. En ucuz imzalı
kitaplar listesinde o isimlere sıkça rastlıyoruz. Popülerlik uzun sürmeyince
unutulmaya terk ediliyorlar, kitapları imzalı da olsa elden çıkarılıyor.
Bir de ünlü kişilere, gazetecilere, eşe dosta yollanan
kitapların sahaf tezgahlarına düşmesi durumu var. Bu esas olarak iki yoldan
gerçekleşiyor. Birincisi yazar ölünce ailesi evdeki kitapları hemen sahaflara
satıyor. Bu eskiden beri olan bir şey. Yetmişlerde, seksenlerde Sahaflar
Çarşısı’nda sıkça rastladığımız bir olaydı. Ölen yazarın kitaplarını satın alan
sahaf işine yarayanları seçtikten sonra kitapları çarşının ortasına yığar diğer
sahaflara yok pahasına satardı. Hâlâ da ölen yazarların, çevirmenlerin
kitapları sahaflara satılıyor, kısa bir süre sonra da onlara imzalanmış
kitapları sahaflarda görüyoruz. Bu garipsediğimiz bir durum ama ülkemizde
yazarların kitapları bir yana değerli el yazmalarını bile toplayan kurumlar
olmadığı için kaçınılmaz.
Sahaflar dışında tek yol var kütüphaneler. Onlar da her
yazarın kütüphanesini almak istemiyor, alsalar da gerekli önemi verdiklerini
söylemek mümkün değil. Yine imzalı kitaplar üzerinde üniversite kütüphanesi
damgasıyla sahaflara gelebiliyor. Kütüphaneler mi bu kitapları veriyor, yoksa
birileri çalıp mı satıyor, bilemiyorum ama hazin son değişmiyor.
İkinci yolsa yazarın kendisine gelen imzalı kitapları atması
ya da satması. Bu iş öyle hızlı oluyor ki, bazı kitapları neredeyse
yayınlandığı gün sahaflarda imzalı olarak bulmak mümkün. Özellikle gazete ve
dergilere yollanan kitaplar büyük bir hızla sahaf tezgahlarına ulaşıyor. Bu işi kendilerine
kitap yollanalar mı yapıyor, yoksa gazetelere gelen kargoyu kabul eden
görevliler mi, bilemiyorum. Bana iki olasılık da mümkün görünüyor.
Eskiden bu olayları bilmemiz pek mümkün olmuyordu. Ama artık
yazarları birbirine düşürmeyi, eşiyle dostuyla kavga etmesini isteyen okurlar
var. Bunlar sosyal medyayı da iyi kullanıyorlar. Sevmedikleri bir yazara
imzalanmış bir kitap buldular mı hemen sosyal medyada, imzalayan ve imzalananı
da etiketleyerek paylaşıyorlar. İmzalı kitap yollayan kitabının kitaplığa
konmayıp sahaflara satılmasına kızıyor. Kendisine kitap imzalanmış yazar suçlu
konuma düşmüş oluyor. Suçsuz olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Gerekçeler
üretiyor.
Yılda 65 bin kitap yayımlanan bir ortamda imzalı da olsa her
kitabı kitaplıkta tutmak pek mümkün değil. Hele işiniz kitap tanıtımı yapmaksa
ve size her ay onlarca kitap geliyorsa. Bence doğru çözüm ihtiyaç fazlası
kitapları kütüphaneye bağışlamak, öyle yapıyorum. Ama bana imzalanmış bazı
kitapların sahaflarda satışa sunulmasını yine de önleyemedim. Bunun nedenini de
merak ettim. Bir örnek vermek gerekirse; şair arkadaşım bana toplu şiirlerinin
bir cildini imzalayıp yollamış. Benden “kitabın ulaştı, teşekkür ederim” diye
bir yanıt beklerken twitter’da muhbir bir okurun mesajıyla karşılaşmış. Okur
bir sahafta onun bana imzaladığı kitapla karşılamış, hemen fotoğrafını çekip
twitter’da paylaşmış. Arkadaşım durumu bana bildirdi. Sitem etse haklıydı,
etmedi. Ben de kitabın bana ulaşmadığını söyledim ama bir merak da aldı. Bana
ulaşmayan kitap nasıl sahaflara gitmeyi başarmıştı?
Kargo şirketlerinin durumu malum. Oldukça dağınık ve
dikkatsiz çalışıyorlar. Ama imza karşılığı teslim edilmesi gereken bir kargoyu
teslim etmemeleri garip. Olamaz diye düşündüm ama çoğu yayıncının ucuz olduğu
için tercih ettiği kargo şirketinin bu konulara hiç dikkat etmediğini öğrendim.
Bu kargo şirketi adresinizde bulunsanız bile eleman üşendiği için olsa gerek,
yukarı çıkmayıp “Geldim bulamadım” diye giriş kapısına kağıt bırakıp sizi
postaneye çağırabildiği gibi, imzayla teslim etmesi gereken kargoları da
kapının önüne atıp gidebiliyordu. Hele içinde kitap bulunan ve alıcının
geleceğinden habersiz olduğu kargoların başına neler geliyordu, bilemiyorum.
Ama bu tip kargoların içindeki kitapların doğruca sahaflara götürüldüğünü bile
düşünebiliriz.
Sanırım çözüm, tanımadığın hiç kimseye kitap imzalamamak ve
imzaladığın kitabı elden teslim etmek. (28.08.2020)
Yorumlar