Gertrude Stein’dan üç kadın üç yaşam


Gertrude Stein yazarlığından önce koleksiyonculuğu ve yazar ve sanatçı hamiliği ile tanınmış bir sanat insanıdır. Cezanne, Henri Matisse, Pablo Picasso gibi ressamların resimlerinin ilk alıcılarından olmuş, Ernest Hemingway, F. Scott Fitzgerald, Sinclair Lewis, Ezra Pound, Sherwood Anderson gibi yazarlarla dostluk kurmuş, maddi manevi destek vermiş. Belki de bu niteliğinin Gertrude Stein’ın sanatçı ve yazarları keşfi, desteklemesi, koleksiyonculuğu çok önde olması nedeniyle yazarlığı pek az bilinir. Oysa yazarlık, hep yaşamının temel amacı olmuş.

Gertrude Stein’a yazar olarak ün kazandıran kitap Alice B. Toklas’ın Özyaşamöyküsü’dür. 1933’de yayımlanan kitapta hayat arkadaşı Alice B. Toklas’ın ağzından Gertrude Stein ağırlığı Paris yıllarına vererek kendi yaşamöyküsünü anlatır.

Gertrude Stein’ın ilk kült eseri ise Üç Yaşam’dır. Türkçeye oldukça geç çevrilen bu kitapta Stein, Baltimore’da yaşayan, yoksul üç kadının yaşamını birbirinden bağımsız gibi görünen üç anlatıda anlatır. Gertrude Stein, Alice Toklas’ın ağzından bu eserin esin kaynağının Cezanne’in bir tablosu ve Flaubert’in Üç Hikaye’si olduğunu belirtiyor.

İlk anlatı İyi Anna’nın kahramanı Anna Federner, alt orta sınıf Almanya göçmeni ailelere hizmetçilik yapıyor. Anna çok disiplinli, sözünü sakınmayan, gerektiğinde kadın patronlarını bile azarlayıp doğru yola gelmelerini sağlamaya çalışan, çevresindeki herkesi kontrol etmeye çalışan bir kadın. Bu sertliğini aşırı yardımseverliği ile dengeliyor. Zor duruma düştüklerinde Anna’nın maddi ve manevi her türlü fedakarlıkta bulunacağını biliyorlar. Hiç tanımadığı fakirler bile onun yardımlarından faydalanabiliyor. Sonuç olarak pek sevilesi bir tip değil.

Kediler, köpekler, hatta bir papağan yakın dostları. Ama romantik bağ kurduğu kadınlar da var ve onlara kolay kopmayacak şekilde yürekten bağlı. Her an yardımlarına koşmaya hazır.

Gertrude Stein, doğrusal gelişen bir şekilde, bazen tekrarlara başvurarak öyküyü anlatmaya başlıyor ama ikinci bölümde geriye dönüşlerle bu akışı kırıyor. Ana eksen her şeyi kendisinin halletmesine izin veren kadın patronları ve romantik bağlar kurduğu kadınlarla ilişkiler oluşturuyor.

Eleştirmenler İyi Anna’nın Flaubert’in bir hizmetçinin yaşamı ve ölümünü anlattığı Türkçeye Basit Bir Yürek diye çevrilmiş öyküsü arasında bağlar olduğunu belirtiyor. Flaubert’in Félicité’si gibi Anna’nın da papağanı var ve iki kadın arasında başka benzerlikler de kurmak mümkün.       

Üç anlatının en uzunu olan Melanctha’da siyah bir babanın ve melez bir annenin kızı olan kahramanının yaşamına odaklanırken ırk ve cinsiyet ayrımı konularına yoğunlaşıyor Stein. Melanctha konumundan memnun değildir ve bilgi ve güç arayışına girer. Her şeyi ister ama pek azını elde edebilir. Kendini sevgililerine ve arkadaşlarına göre belirler ama istediği hedefe ulaşamaz. İhanetlere uğrar, dışlanır, aradığı sevgiyi bulamaz.

Melanctha konusu kadar, deneysel modernist anlatımıyla da dikkati çekmiş. Üç anlatının en beğenileni ve en çok tartışılanı. Sürekli tekrar edilen cümlelerle bir sarmal oluşturmuş Stein. Anlattığı öykünün çevresinde çemberler çiziyor sanki. Bu tavrın okumayı kolaylaştırmadığını söylemeliyim. Siyah, zenci, melez gibi sıfatlarla sürekli kahramanlarının ırklarını belirtiyor, sempatik bulunmayacak yorumlar yapıyor. Dilinin, dilin gerisindeki anlayışın ırkçı olduğu da eleştiriler arasında.  

Kitabın üçüncü anlatısı  ve en kısa Kibar Lena’da Bridgestone’a getirilen bir Alman kızın yaşamı ve ölümünü anlatıyor Stein. Lena’nın yaşamı hep başkalarının istekleri ve onu yönlendirmesiyle gelişir. Hizmetçilik yapan Lena, kendisi gibi bir Alman göçmeni olan Herman’la evlendirilir. Üç çocukları olur. Bu sıradan hayat dördüncü çocuğa hamilelikte son bulacaktır.

Gertrude Stein’ın Üç Hayat’taki anlatılarını kurarken Cézanne'ın karısının portresini resmettiği eserindeki kompozisyon yönlerine, özellikle gerçeğe benzemekten çok kahramanları arasındaki ilişkilere odaklandığı ve anlatının her parçasının diğerleri kadar ağırlık taşımasını amaçladığı belirtiliyor. Görsel sanatlardan yararlandığı belli, sözcükleri fırça darbeleri gibi kullandığı hissediliyor, tekrarlar da bunun kanıtı.

1909’da yayımlanan bu kitaptaki anlatımının dönemine göre öncü olduğunu belirtmeliyim. Yoksul kadınların yaşamlarını dikkatli ve ayrıntıya önem veren dokunuşlarla oldukça gerçekçi bir biçimde anlattığını, okuru onların yaşamına çekip aslında sıradan olan yaşam öykülerini ne olacak merakıyla okutuyor.  (16.04.2021, Hürriyet Kitap -Sanat.)

 

Yorumlar