Tarih 13 Kasım 1918. İngiliz, Fransız, İtalyan gemilerinden oluşan işgal güçlerine Yunanistan da katıldı. Sayıları 160’a varan gemilerden çoğu İngiliz 3626 asker karaya çıktı. Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti fiili olarak işgal edilmiş oldu. Bir süre sonra da işgal güçlerinin komutanı olarak Fransız General d’Espèrey, atına binerek Beyoğlu’na çıktı. Törenler yapıldı, sevinç gösterileri tertip edildi ve şehir resmen işgal edilmiş oldu.
Fiili işgal yetmedi. İşgal donanması 16 Mart 1920 tarihinde
toplarını padişahın ikametgahına Yıldız Sarayı’na çevirdi. Osmanlı meclisini
kapatıp ve Sevr Anlaşması’nı sadrazam Damat Ferit Paşa’ya imzalattılar. İngiliz
ve Fransız generaller beş yıl boyunca İstanbul’u zorbalıkla yönettiler, tüm
muhalifleri hapis ettiler, milletvekillerini mecliste tutuklayıp sürgüne
yolladılar. İstanbulluları açlık ve sefalete mahkum ettiler.
13 Kasım 1918’de başlayan ve 6 Ekim 1923’de Türk Ordusunun
şehre girişi ile sona eren İstanbul’un işgalinin öyküsü ve o yıllarda şehirde
neler yaşandığı ilgiye değer. Tarih yazımının da edebiyatında konusu olmuş.
Kuşkusuz I. Dünya
Savaşı Osmanlı da dahil büyük imparatorlukların dağıldığı, Dünya’nın yeniden
paylaşıldığı, haritaların yeniden çizildiği çok önemli bir tarihi dönem.
İmparatorlukların yerini ulus devletler alıyor.
İstanbul’un
işgaline gerekçe olarak gösterilen gizli ve resmi anlaşmaların imzalanması,
içerikleri, İstanbul’un işgalinin nasıl gerçekleştiği, İstanbulluların işgali
nasıl karşıladığı, işgale karşı direnişin örgütlenmesi tarihçilerin araştırdığı
konular. Tabii işgal yıllarında İstanbul’daki siyasi yönetim, işgal yönetimini
oluşturan ülke temsilcilerinin aralarında yaşananlar, şehrin ekonomik durumu,
işgal sırasında azınlıkların aldığı tavır, İstanbulluların yaşadıkları, işgalin
basına yansıması gibi birçok önemli konu daha araştırılıyor.
İstanbul’un işgali Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu
getirirken yeni bir Türk devletinin kuruluşunun da başlangıç noktası oluyor.
İşgal altında Kurtuluş Savaşı örgütleniyor. Mustafa Kemal Paşa Pera Palas’ta
Anadolu’ya geçiş planları yapıyor. Osmanlı Meclisi kapatılıp parlamenterler
Malta’ya sürgün edilirken Bandırma Vapuru Samsun’a hareket ediyor. İstanbul’un
işgalinin fiiliyken resmi hale gelmesinde kuşkusuz Anadolu’da başlayan milli
mücadele hareketinin de etkisi var.
Şehirde yaşananlar da ilginç. Tutuklamalar, sürgünler, resmi
ve gayri resmi binalara el koyulması, haberleşme sisteminin kontrolü, ağır
sansür ile işgal sistemli bir terör halini alıyor. Gayrimüslimler işgal
kuvvetlerinin üniformasını giyip polislik yaparken, Müslümanlar şehrin içinde
ancak pasaportla dolaşabiliyor. Memurların maaşları ödenemiyor. Açlık,
işsizlik, yüksek enflasyon gibi gelişmeler de halkın yaşamını olumsuz anlamda
etkiliyor.
Rum patrikhanesi Ayvansaray, Balat,
Cibali ve Fener mahallelerinde “Kurtarılmış Yunanistan” adını verdikleri bir
devlet kurduklarını ilan ediyor. Diğer yandan da Anadolu’daki kurtuluş
hareketine destek veren gizli örgütler çalışıyor. Bunlar yaşanırken İstanbul büyük
göçler alıyor. Balkanlardan göçen halka Sovyet devriminden kaçan asker ve sivil
Beyaz Ruslar katılıyor. İspanyol Gribi salgını da hayat şartlarını iyice
ağırlaştırıyor.
Beş yıl süren çok ilginç bir zaman diliminde yaşananlar
Türkiye’nin geleceğini de, dünya tarihini de belirlemiş.(1)
Mehmet Törenek Türk Romanında İşgal İstanbul’u (2) adlı
çalışmasında mütareke döneminin Türk romanına nasıl yansıdığını incelemiş. Konuyla
ilgili 28 roman tespit etmiş. Esir Şehrin İnsanları, Dersaadet’te
Sabah Ezanları, Sodom ve Gomore gibi büyük bir bölümü İşgal
İstanbul’unda geçenler de var, Sözde Kızlar, Üç İstanbul, Pertev
Bey’in Üç Kızı ve Firavunun İmanı gibi mütareke dönemine çok az
değinenler de, Kutsal İsyan gibi Kurtuluş Savaşı’nın tamamını anlatan
romanlar da var inceledikleri arasında.
Behçet Necatigil’in “romanların aynasında Birinci Dünya
Savaşı ve mütareke dönemi sefaletleri toplu olarak işlenmedi” (3) cümlesinin
altını Mehmet Törenek de çizmiş. Ben de İşgal İstanbul’unu konu edinen
romanların sayısının yok denecek kadar az olduğu kanısındayım. İşgal
İstanbul’unu konu edindiği söylenen romanlarımızda da ancak bir bölüm ya da kesit
halinde yer alıyor İstanbul’un bu yılları ve romancılarımız esas olarak milli
mücadeleye yoğunlaşıyor, İşgal İstanbul’unu da ona bağlı olarak işliyorlar.
İstanbul çürüyen, çöken düzenin bir örneği, milli mücadelenin somut bir
gerekçesi ve esas olarak milli mücadeleye verilen destekteki işleviyle yer
alıyor. Tabii milli mücadeleye tavır alanlar da ihmal edilmiyor.
Kuşkusuz Türk romanının ana mekanı İstanbul’dur.
Romancılarımızın taşraya, Anadolu’ya bakması için çok zaman geçmesi gerekir. Bu
gerçeği göz önüne aldığımızda İşgal İstanbul’unu konu alan romanların azlığı
bir paradoks gibi duruyor.
İşgal İstanbul’unda nasıl bir yaşam olduğu, günlük hayat özel
olarak ilgimi çekiyor. Birkaç yıldır okumalarımı bu yönde yoğunlaştırdım. İşgal
İstanbul’u hakkında kitaplar okurken mütarekede günlük yaşama ne kadar
değindiklerine özel olarak dikkat ettim. Tarihçilerin çalışmalarında bu boyutun
ihmal edildiğini rahatlıkla söyleyebilirim. O yıllarda yaşananlara, Osmanlı
İmparatorluğu’nun bitip Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve bu gelişmenin
dünyaya yansıması açısından bakıyorlar öncelikle.
Mütareke döneminde
yaşam ile ilgili iki kitap benim için ufuk açıcı oldu. Biri Stefanos
Yerasimos’un çeşitli yazarlardan derlediği İstanbul 1914 – 1923 (4),
diğeri de Yerasimos’un derlemesinde sıkça sözü edilen Yorgos Theotokas'ın Leonis’i
(5).
Çağdaş Yunan edebiyatının ‘30’lar kuşağı’ olarak tanınan
romancılarından Yorgos Theotokas'ın Leonis'inde kitaba adını
veren, ilk gençlik çağlarındaki Leonis’in 1914-1922 yılları arasında
İstanbul’da yaşadıklarını roman tadında okuruz. Aslında bu bir tanıklıktır ve
yazarın yaşadıklarından kaynaklanmaktadır. Özellikle Beyoğlu ve Taksim
civarındaki yaşamı ince ayrıntılarına girerek İstanbullu Rum kahramanının
gözünden yansıtır Theotokas.
Yeraz Der Garabedyan’ın belirttiği gibi; “Romanda dikkat çeken bir başka
husus Ermenilerin, Yahudilerin adının parmakla sayılır kereler geçmesinin yanı
sıra, Türklerin neredeyse hiç anılmamasıdır.” (6). Garbedyan bu
tavrı “yazar
ve kitap ikilisi bu manada Halide Edip ve İstanbul’u sadece Türklerin yaşadığı
bir şehir olarak tasvir eden ‘Sinekli Bakkal’ eseriyle benzeşmektedir,”
diye izah eder. O dönemde İstanbul’da farklı toplumların birbirlerine karışmadan,
yakınlaşmadan yaşadıklarını ekler.
Törenek’in İşgal İstanbul’unu anlatan romanlar listesine
girmeyen, daha sonra yayımlanmış romanlarda var tabii. Ama sayıları çok değil.
Suphi Varım’ın İzmir’e odaklanan dönemsel polisiyelerinin kahramanlarının bazı
maceralarını İşgal İstanbul’da yaşadığına şahit oluyoruz. Karanlığımın Kızıl
Geçidi’nde (7) kahramanını 1921 İstanbul'una getirir örneğin.
Bu yazıda odaklanacağım roman ise, tefrika olarak kaldığı
için araştırmacıların gözünden kaçmış, değerlendirmelere alınmamış bir eser;
Müfide Ferit Tek’in Leyla’sı (8). Ama bu gözden kaçma oldukça yaygın,
örneğin Müfide Ferit Tek hakkında tez yazan az sayıdaki akademisyenlerden Ayşe
Nalbant Kılıç “Müfide Ferit Tek'in hayatı ve eserleri üzerine bir inceleme”
başlıklı kitaplaşmamış yüksek lisans tezinde (9) yazarın Türkçe basılmış iki
romanını incelemeye almış ve “Kendisi ‘Leyla’ adında bir roman daha yazmış
fakat bu romanı bastırmamıştır,” cümlesini kurmuş ve tefrika olarak
yayınlandığına bile değinmemiş, tez kapsamında Müfide Ferit Tek’le ilgili
olarak hazırladığı bibliyografyada da yer vermemiştir. Aynı şekilde Cemal
Demircioğlu’nun "Müfide Ferit Tek ve Romanlarındaki Milliyetçilik"
adlı (10) yüksek lisans tezi çok daha geniş bir bibliyografyaya sahip olsa da Leyla’nın
adı geçmez. Leyla romanından yazarın okuduğum hiçbir biyografisinde de
söz edilmiyor. Anlaşılan yenilerde varlığı keşfedilmiş bir tefrika.
Müfide Ferit Tek, Aydemir (11) ve Pervaneler (12) romanlarıyla tanınmış, Ülkesiyle ilgili tüm gelişmelere duyarlı ve vatan aşkıyla tepki veriyor. Milli mücadeleyi yazılarıyla desteklemekle kalmamış, katılmış. Türkçülük akımının roman türünde ilk temsilcilerinden bir yazar. Kadın özgürlüğü mücadelesinde de yazdığı makaleler ve konuşmalarıyla önemli bir rolü olduğu anlaşılıyor. Romanlarına da kadınların yaşadıkları sorunları yansıtıyor. Yaşarken Almanca çevirisi basılan ama Türkçesi çıkmayan Affolunmayan Günah adlı romanı dahil üç romanı kitaplaşmış.
Özyeğin Üniversitesi’nde yürütücülüğünü
Yrd. Doç. Dr. Ali Serdar’ın yaptığı “Türk Edebiyatında Tefrika Roman Tarihi” adlı
çalışmada Müfide Ferit Tek, Leyla ve Şat Sahillerinde adlı iki
tefrikası ile yer alıyor. Leyla’nın Cumhuriyet Gazetesi’inde 29 Nisan
1925’den 20 Temmuz 1925’e dek 75 bölüm halinde tefrika edildiği tespit edilmiş
(13).
Yesevi Üniversitesi’nin Türk
Edebiyatı İsimler Sözlüğü’nde Müfide Ferit Tek maddesini (14) kaleme alan
Doç. Dr. Mehmet Soğukömeroğulları Aydemir için şu değerlendirmeyi yapar;
“Osmanlı Devleti’ni
içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarmak amacıyla ortaya atılan Türkçülük 1913
yılında bir devlet politikası hâline gelmiş ve dolayısıyla edebiyat dünyasında
da etkisini göstermiştir. Bu minvalde yazılan ilk örneklerden olan Halide Edip
Adıvar’ın Yeni Turan romanını Müfide Ferit Tek’in Aydemir romanı
izler. Fuat Köprülü Müfide Ferit Tek’in bu romanı hakkında mütalaada bulunurken
Halide Edip’ten sonra ilk milliyetperverliği ve dış Türkleri anlatması yönüyle
önemli olduğunu vurguladıktan sonra, onun diğer önemli tarafının bir Türk
kadını tarafından yazılmış olmasına da değinir (Köprülü, 2007: 123).”
Mehmet Soğukömeroğulları Pervaneler’i de şöyle değerlendirir: “Yazarın ikinci romanı olan ve 1924
yılında yayınlanan Pervaneler, yabancı okulların kültür
emperyalizmine nasıl aracılık ettiğini ve bu okulların yeni nesli nasıl kendi kültürüne
yabancılaştırdığını anlatır. Pervaneler’de İmparatorluktan
Cumhuriyet’e doğru ilerleyen süreçte Türkiye’deki eğitim anlayışı üzerinde
durulur veya roman bu tez üzerine inşa edilir.” Soğukömeroğulları “Sonuç olarak Müfide Ferit Tek,
millî unsurları ve ideolojik arka planı olan, dili iyi kullanan, yarattığı
tiplerle yaşayan örnekler sunan bir yazardır,” genel değerlendirmesini
yapar.
Müfide Ferit, eşi Ahmet Ferit’in İfham Gazetesi’nde, 1919’da
yayımlanan makalelerinde İşgal İstanbul’undan izlenimlerine dönemin ağır
sansürünün izin verdiği ölçüde değinmiş. 16 Mart 1920’de İstanbul’un resmen
işgali ardından Ahmet Ferit “İfham Gazetesi’ndeki milliyetçi tutumu ve
Kuvayi Milliye beyannamelerini yayınlaması nedeniyle” yargılanmış, mahkum
edilip aranmaya başlamış. Anadolu’ya geçen Ahmet Ferit, milli mücadeleye
katılmış ve 1920’de İstanbul Mebusu, sonra da Maliye Vekili olmuş. İfham’da
yayınlanan makaleleri nedeniyle kendisinin de tutuklanacağını öğrenen Müfide
Ferit kılık değiştirerek Anadolu’ya geçip Ankara’ya eşinin yanına gitmiş.
Müfide Ferit Ankara’da önce Hakimiyeti Milliye Gazetesi’nde
milli mücadeleyi destekleyen makaleler yayınlatmış. Aynı gazetede İşgal altındaki
İstanbul’un durumu hakkında hatıralarını yazacağını belirtip iki yazı
yayınlatmış ama bu yazıların devamı gelmemiş. Eşinin büyükelçilik görevi
nedeniyle Avrupa’da bulunduğu sırada kaleme aldığı ve 1925’de Cumhuriyet’te tefrika
ettiği Leyla romanının esin kaynağının bu kararı ve yazıları olduğu
düşünülebilir.
Cemal Demircioğlu Leyla’nın girişinde yer alan Müfide
Ferit tek biyografisinde “Affolunmayan Günah’taki Sevda ile Leyla’daki kadın
kahraman Leyla’nın toplumsal baskının etkisiyle yaşadıkları ve sonunda
düştükleri acı, ıstırap ve yalnızlık büyük benzerlik gösterir,” diyor.
Romanlarının konuları ayrıntılı ele alındığında Leyla gibi Müfide Ferit’in kitaplaşmış üç
romanına da İşgal İstanbul’undan anıların yansıdığı anlaşılıyor. Metinler arası
bir karşılaştırmada ilginç benzerlikler ve çakışmalar tespit edileceği
anlaşılıyor.
Leyla
kitap olarak gün yüzüne Ekim 2019’da çıkmış. Sadeleştirilmiş bu baskıya “İşgal
İstanbul’unda Aşk” alt başlığı da eklenmiş. Bu alt başlık olmasa, herhalde
mütareke dönemi hakkında kitapları araştırırken Leyla’ya ulaşamazdım.
Leyla,
aynı adlı kahramanının ağzından, günlük şeklinde yazılmış bir roman. İlgimi
çekmesinin nedeni Müfide Ferit’in İşgal İstanbul’undaki günlük yaşamı doğrudan
satırlarına aktarması ve romanın hemen tüm İşgal İstanbul’u romanlarında yer alan
konu ve olayları topluca ele alan nadir eserlerden olması. Leyla 10 Mart
1919’da başlıyor, 1924 Mayıs’ında bitiyor.
Romana adını veren kahramanı Leyla uzun süren bir hastalığı
sanatoryumda dinlenerek geçirmek için gittiği İsviçre’de bir yıl kaldıktan
sonra gemiyle İstanbul’a dönmektedir. İlk gördüğü de İstanbul Boğazı’na
demirlemiş savaş gemileri olur. Bir Yunan zırhlısını ve dalgalanan Yunan
bayrağını görür. Leyla gördüğü manzara karşısında büyük bir üzüntü içindeyken
kocası Selahattin durumu pek de umursamaz, gemideki Fransızlarla rahatça sohbet
eder.
Türk vatandaşlarıyla, işgal kuvvetlerinden Fransızlar
arasında ilk tartışma da gemiden inilecekken yaşanır. İşgal kuvvetleriyle
Osmanlı Müslümanlarının çatışmasının romanda gördüğümüz ilk örneğidir bu ve roman
boyunca gündelik hayattan küçük örneklerle çoğalacaktır. Araplar dahil hemen
herkesin kendilerine cephe aldığını, düşmanca davrandığını fark eder Leyla.
Leyla’nın dikkatini çeken diğer şey de kocasının bu çatışmalardan hiç
gocunmaması ve bir an önce vapurdan inmeye bakmasıdır. Hakaretlere,
aşağılamalara kulaklarını tıkamıştır. İstanbul’daki yabancı askerlerle
ilişkiler İşgal İstanbul’unu ele alan hemen tüm romanların başlıca
konularındandır.
Dükkanların kapalı olması, sokakların aşırı sessizliği Leyla’nın
ilk dikkatini çeken durumdur. Cağaloğlu Yokuşu’nu tırmanarak annesinin evine
giderler ki, bu Babıali’den, yani devletin yönetim merkezinden geçmeleri
demektir. Zaten yokuşu tırmanınca ulaştıkları Binbirdirek’teki evde onu karşılayan
annesinin ilk sözü de “Halimizi gördün mü? İstanbul’u gördün mü?” olur
(s.12).
Annesi genel durumun ne kadar hazin olduğunu gece boyu bütün
ayrıntılarıyla Leyla’ya anlatır. Zaten sonraki sayfalar da annesinin tüm
anlattıklarını Leyla bizzat yaşayacaktır. İşgal nedeniyle İstanbul halkının
yaşadıklarına annesiyle ağlaşırlarken kocası mutlu bir çehreyle uyumaktadır. Sonraki
günlerde sanki işgal yokmuş gibi yaşayan Selahattin’in tavırlarında iyice
belirginleşen bu duyarsızlık Leyla’nın dikkatinden kaçmaz, çünkü o derdini
paylaşacak, başını omzuna dayayıp teselli bulacak bir arkadaşa ihtiyaç
duymaktadır.
On yıllık kocasını hiç tanımadığını düşünür ve ruhsal
durumunu pencereden bakınca gördüğü İstanbul’un yalnız, ıssız ve puslu havasına
benzetir. Müfide Ferit sık sık İstanbul manzaralarını betimliyor, kahramanının
ruh halini bu betimlemelerle aktarıyor. Betimlemeleri oldukça başarılı
bulduğumu, kahramanının ruh haliyle uyuştuğunu da belirtmeliyim. Sadece doğa ya
da manzara betimlemeleri yapmıyor, yaşamı da tüm hazinliğiyle satırlarına
aktarıyor. Böylece İstanbul bir roman kahramanı olarak iyice
belirginleşiyor.
İstanbul’daki yabancı asker yoğunluğunu ise çocukluk arkadaşı
Jale’yi ziyarete giderken görecektir. Sadece İşgal ülkelerinin askerleri değil,
onların sömürgelerinden getirilmiş askerler de vardır. İskoçyalı askerlerin
yanında Afrikalı, Hintli askerler de görür.
Jale, yaşlı bir adamla evlendirilmiş, dört çocuk annesi olmuştur.
İşgal sonrası adam işinden emekli edilmiştir. Küçük bir maaşla yaşamaya
çalışırlar, sonra o maaştan da mahrum kalırlar. Onların ev hayatı, Jale’nin
küçük çocuğunun hastalığı Leyla’nın İstanbul’un yoksullarının hayat ona
şahitlik etmesini sağlar. Jale’nin ailesi ile ilişkiler, yoksul halkın hangi
koşullarda yaşadığına tanıklık etmemizi
sağlar roman boyunca.
İşgal sonrası Müslüman halkın çektiği yoksulluk, görev
yaptıkları memuriyetlerden atılıp düzenli maddi gelirden yoksun kalanların hali
de İşgal İstanbul’unu ele alan hemen tüm romanların başlıca konularındandır.
Müfide Ferit, İşgal İstanbul’u romanlarında pek
rastlanmayacak bir tanıklığı da anlatır. Bir ramazan akşamı Leyla, kocası ve
Leyla’nın süt kardeşi Selim birlikte Şehzadebaşı’na çıkarlar. Oradaki neşeli
kalabalık şaşırtır Leyla’yı. Sanki işgal zulmü yokmuş gibi Ramazan
eğlencelerini yaşamaktadır Müslüman halk.
İşgal İstanbul’u romanlarında sıkça rastlayacağımız
davetlerden birine Leyla da katılacaktır. Bir vezir kızının Büyükada’daki
evinde verilen davette Osmanlı’nın üst tabakası ile işgal kuvvetlerinin
subayları birlikte eğlenirler. İçki, kumar, sefahat ve dedikodu bir aradadır ki
romanda bu konuda verilen tek örnek o gece değildir. Diğer İşgal İstanbul’u romanlarında
olduğu gibi Leyla’da da bu davetler işbirlikçi Osmanlıların nasıl
yozlaştığının bir delili olarak gösterilir. Bu hem toplumsal hem de bireysel
bir yozlaşmadır. Anadolu’da gelişen milli mücadelenin haklılığı bir kez daha
vurgulanır. Roman günlük tarzında yazıldığı için yazarın şahit olduğu olaylar
hakkında uzun değerlendirmeler yapması da mümkündür. Bu gibi durumlarda anlatı
uzun bir yakarışa ya da içten bir makaleye dönüşür.
Jale’ye giderken rastladığı süt kardeşi Selim ise Hıristiyan
Osmanlıların işgal sonrasında nasıl bir zafer hissiyle dolduklarını, dükkanlara
asılan işgal kuvvetlerinin bayraklarını göstererek örnekleriyle anlatır. Bir
bayram yerini andıran görünümüyle Beyoğlu özellikle görülmeye değerdir. Hemen
her dükkanda bir başka devletin bayrağı asılıdır.
Selim’in şuh ve fettan nişanlısı Refika ise İşgal
İstanbul’unda yaşanan sefahatin bir simgesi gibidir. İşgal kuvvetlerinin
subaylarıyla dostane ilişkiler kuran, çaylarda, partilerde buluşan azınlığın
üyelerindendir Refika. Kocası Selahattin’nin Refika’yla aşırı yakınlığı da
gözünden kaçmaz Leyla’nın. Selim’in Anadolu’ya geçip milli mücadeleye katılma
kararında da Refika’nın İngiliz ve Yunan subaylarla aşırı yakınlaşması etkili
olacaktır. Yakup Kadri’nin 1928 tarihli Sodom ve Gomore’sini anımsamamak
elde değil. Müfide Ferit’ten sonra Yakup Kadri’nin kahramanı da benzer duruma
aynı tepkileri verir.
Günlüğün 16 Mayıs tarihli sayfasında İzmir’in işgali haberi
vardır. Yunan askerinin İzmir’e çıktığı haberiyle üzüntüden hasta olup yatağa
düşen Leyla’yı tedaviye Selim’in doktor arkadaşı Süreyya gelecektir.
Müfide Ferit, roman boyunca ülkedeki gelişmeleri izler ve
kahramanı Leyla’yı olaylara şahitlik ettirir. 21 Mayıs 1919 tarihli günlüğün
konusu Sultanahmet mitingidir. Leyla mitinge katılır ve oradaki kalabalığın elemine
ve milli hislerle coşmasına şahitlik eder. İşgale karşı yapılan mitinglere ve
toplantılara, katılmaya başlar. Sultanahmet Camisinde okunan mevlidi dinler.
Biyografisinden Müfide Ferit’in işgale karşı eylemli bir tavır aldığını,
mitinglere, toplantılara katıldığını biliyoruz. Bu ayrıntılı yazılmış bölümlere
o tanıklığın yansıdığını düşünüyorum.
Toplantılardan birinde İzmir kahramanı olarak kürsüye davet
edilen Doktor Süreyya, Leyla’nın omzuna başını dayayıp teselli bulacağı
arkadaşı, sonra da milli mücadeleye destek çalışmalarında yoldaşı olacaktır.
Leyla, arkadaşı Jale’nin 5 aydır hasta yatan küçük kızının
ölüm haberiyle sarsılır. Ama küçük kızın hangi hastalıktan öldüğünden söz
etmez. İspanyol Gribi vakaları Eylül 1918’de İstanbul’da görülmeye başlamış.
1920’nin sonuna kadar devam etmiş. Ali Şükrü Çoruk; “Belli aylarda yoğun
olmak üzere Ekim 1918 – Nisan 1920 arasında etkili olan İspanyol gribinin
İstanbul’da yol açtığı can kaybı 16000’den fazladır,” diye yazmış (15).
İspanyol Gribi olanlar arasında Refik Halit Karay da varmış. Okuduğum İşgal
İstanbul’u romanlarında bu salgından söz edildiğine rastlamadım. Sadece, Attilâ
İlhan’ın Dersaadette Sabah Ezanları’nda aynı tarihlerde yaşanan veba
salgınından söz ettiğini biliyoruz. Ama roman kahramanları arasında bulaşıcı
hastalığa yakalananlar, verem, zatürree olanlara rastlanıyor.
İstanbul’daki
işgal havasından yaşananlardan bunalıp Boğazdaki yalıda kalan Leyla, 15 Eylül
1919 tarihli günlüğüne “Fransızlar, bizim İstanbul’daki evi işgal etmek
istiyorlar. Yalnız eşyasını pek beğenmemişler, evvela döşememizi, sonra
kendilerine teslim etmemizi emrettiler” diye yazmış. İşgal kuvvetlerinin
subayları beğendikleri evlere el koymakla kalmıyor, sahiplerine evin eşyasını
da yeniletiyorlar. İnsanlar bir anda evsiz kalıyor.
Evi elinden alınan,
bankadaki işinden de olabileceğini anlayan Selahattin işi ve evi kurtarırım
umuduyla önce işgalci ülkelerden birinin himayesine girmeyi düşünür. Memur
olduğu için bunu yapamayacağını anlayınca da ülkeyi terk etmeye karar verir.
İşler düzelene kadar tarafsız bir ülkede kalmak kararındadır. Leyla’yla kocası
arasındaki tamamen kopma bu kaçma kararıyla olur. Leyla bu zor günlerde
ülkesinde kalıp kurtuluş hareketine destek olmak niyetindedir, kocasıyla kavga
eder. Leyla’nın siyasi kararlılığı ve politik bakış açılarının farklılığı
nedeniyle evliliğini bozmayı göze alması dönemi açısından kayda değer bir
duruş. Romana Müfide Ferit’in hem Türkçü – milliyetçi görüşleri hem de feminist
bakışı Leyla’nın şahsında yansıyor.
Büyük bir
vicdan muhasebesine giren Leyla sonunda kendi kendini ikna eder. Kocasıyla
yaşadığı bu ayrılıkla hemen her konuda fikir birliğinde olduğu, birlikte
ülkenin kurtuluşu için çalıştığı Süreyya’yla yakınlaşması için engel
kalmamıştır. Aşkı düşünmeye başlar. İdealindeki aşkı tanımlar. O güne dek hiç
aşık olmadığını anlar. Acaba aşk mümkün mü, diye düşünür. Bir bölümde de en
yakın arkadaşı Jale ve Süreyya’yla uzun uzun aşkı tartışır. Çünkü bir yanda
Osmanlı’nın üst kesimlerinin aşk diye yaşadıkları yozlaşmışlıklar,
ahlaksızlıklar, diğer yanda kendine bile açıkça ifade edemese de Süreyya’ya
duyduğu aşk vardır. İkisinin de aynı şey olduğuna ikna olamaz.
Leyla,
Süreyya’nın yardımıyla İstanbul’un dışında, Çiftehavuzlar’da büyük bir gül
tarlası içinde bir ev kiralar, dadısıyla birlikte yerleşir. Ama işgal havasından
kurtulamaz, hemen ilerisindeki koruda Avustralyalı, Afrikalı askerler karargah
kurmuştur. Onların her zaman sarhoş gezdiklerini söyler. Yunan askerleriyle de
karşılaşma olasılığı vardır. Üstelik şehir merkezine göre çok daha saldırıya
açık ve korumasızdır. Bu düşüncelerin aynı zamanda İstanbul halkının işgal
güçleri hakkında görüşleri olduğunu da tahmin edebiliriz. Gülüp eğlenseler de,
hırsızlık yapanı yakalasalar da ya da yemek yeseler de işgal askerleri
eleştirel gözlerle, korkup çekinerek izlenecektir.
Leyla,
Süreyya ile gezmeye başlar. Bir kadının tek başına dolaşması düşünülemez ama
aralarında akrabalık bağı olmayan biriyle de gezmesi dedikodulara sebep
olabilir. Kalabalık, erkek çok diye vapura binmezler ama eş ya da akraba
olmayan bir erkekle birlikte kayıkla İstanbul’a geçmek de dedikodulara neden
olabilir. Leyla bu düşüncelerle tedirgin olur ama kurallara aldırmamayı da
başarır. İşi Süreyya’yı yatılı misafir olarak kabul etmeye kadar varır.
Leyla romanının eksenleri böylece netleşir, hatta roman hem
kahramanlarının da katkısıyla milli mücadeledeki olumlu gelişmeler hem de yine
kahramanların nihayet birlikte olmalarıyla olumlu sona doğru ilerlerken yaşanan
kırılmalar anlatıya yeni bir evre katar. Süreyya, milli mücadeleye katılmak
için Anadolu’ya gitmeye karar verir. Aslında gitme kararının temelinde Leyla’ya
duyduğu aşk vardır. Kocası terk etmiş olsa da evli bir kadına aşık olmanın
verdiği suçluluğu duyar. Leyla da benzer ruh hallerindedir. Uzun iç
hesaplaşmalardan sonra olsa da aşkına engel olabilecek duygularını aşar, aşk
ağır basar. Ama bu yasak aşkı sürdüremeyeceklerini düşünen Süreyya gitme
kararından vazgeçmez.
16 Mart
1920’de İstanbul’un işgalinin haberi gelir. Zaten yaşanan işgal resmi hale
gelir. İşgal kuvvetleri resmi dairelere el koyar. Çatışmalar yaşanır,
askerlerimiz ölür, tutuklamalar olur ve halkın şehrin içinde bir yerden bir
yere gitmesi engellenir. Günlük biçiminde yazmanın rahatlığıyla tüm bu
gelişmeleri somut bir biçimde iletir Müfide Ferit. Sanki gerçek bir kişinin,
yüreği memleket sevgisi ve sevgilisinin aşkıyla yanan, tüm gelişmeleri yakından
izleyen birinin gerçek günlüğünü okuyormuş hissine kapılırız.
Meclisin
basılış, milletvekillerinin tutuklanışında olduğu gibi romanın akışından kopup
bağımsızlaşan bölümler de olur. Bu gelişme henüz kaçamamış olan Süreyya’nın Leyla’larda
saklanmasına neden olur. Evin işgal kuvvetlerince aranması, Süreyya’nın bulunmaması
ama her şeyin çalınması ile sonuçlanır.
Resmi işgal,
uygulanan zulüm ve yaygınlaşan tutuklamalar Anadolu’ya göçü, Milli mücadeleye
katılımı artırır. Zaten Ankara’da milletvekillerinin ve siyasilerin toplandığı
haberleri gelmektedir. Tutuklanmamayı başaranlar tüm engellemelere rağmen
İstanbul’dan kaçmaya başlar. Kaçarken yakalananların, öldürülenlerin haberleri
gelmektedir. Süreyya da nihayet Leyla’nın yardımıyla kaçar.
Vatanın son
kalan topraklarının da parçalandığı San Remo Konferansı, Sevr Anlaşması, Kuvayi
Milliye’ye karşı kurulan Kuvayı İnzibatiye haberleri gelirken Süreyya’nın
mektupları sevgiliye özleminin yanında Ankara’daki gelişmeleri aktarmayı da
sağlar.
İstanbul’da
kurtuluş umudu yayılmaktadır. Türk askerinin kendisinden önce kahramanlık
öyküleri gelmeye başlar. Mustafa Kemal Paşa bayram namazını Üsküdar’da kılacakmış
söylentisi yayılır. Ama diğer yandan da Yunan ordusunun Anadolu’da
ilerlemesinin haberleri de gelir. Bursa düşmüştür. Çoktandır haber alamadığı
süt kardeşi Selim’i Yunanların yakalayıp idam ettiği haberi ile yıkılır Leyla.
Leyla için de
Anadolu’ya geçmek, milli mücadeleye destek olma vakti gelmiştir. Bu aynı
zamanda sevdiğine de kavuşmaktır.
İşgal
İstanbul’unu anlatan romanların hemen hepsinin bir Ankara’sı vardır. Şehir
küçük ve iç karartıcıdır ama umut doludur. Zaten İnönü’den başlayarak zafer
haberleri de gelmeye başlamıştır.
Manevi aşk
maddileşince Leyla’nın tereddütleri başlar. Hem sevdiğiyle birlikte olmaktan
mutludur, hem de bu mutluluk bir gün bitecek diye tedirgindir. Tenler
birleşince bir süre sonra aşkın tükeneceğini düşünür. Radikal bir karar alarak
“ebediyen sevilmek için aşkı bırakır kaçar”, Süreyya’dan ve Ankara’dan ayrılır.
İnebolu’daki yetimhanede görev alır. Savaşın yetim bıraktığı çocuklara bakar.
Müfide Ferit Tek Leyla’da İşgal İstanbul’unda
yaşananları tüm boyutlarıyla, bireysel, sosyal, siyasi ve ekonomik açılardan
ele almış. İstanbul’un işgali, işgal altında gündelik hayat, yoksulların
yaşadıkları, göçmenler, sefahat alemleri, eğlenceler, işgalci askerlerle
ilişkiler, onların taşkınlık ve saldırıları, işgalcilerle işbirliği yapanlar ve
onlara karşı direnenler, tutuklamalar, hapsedilenlerin yaşadıkları, mitingler,
milli mücadeleyi destekleyen gizli çalışmalar, silah desteği ve nihayet
Anadolu’ya geçiş, ardından da Ankara’da yaşam konusu olmuş. Bu kadar kapsayıcı
olmaya çalışmak kuşkusuz bazı konularda derinleşmeyi engelliyor. Ama genel
görünümü bütün olarak vermesi açısından da önemli.
Romanın kahramanının kadın olması da bu perspektifi biraz
daraltıyor. Dönemin koşulları kadının tek başına gezmesine izin vermiyor. Leyla
öncü ve farklı bir kadın olarak ne kadar bu kuralları aşsa da yanında bir erkek
olmadan gezemeyeceğinin de bilincinde. İstediği her yere girip gözlemleyemez.
Bunun yanında toplumun bölünmüşlüğü de İşgal İstanbul’unu tam olarak görmenin
önünde engel. Müslüman Osmanlılar şehrin bir bölümünde, Hıristiyanlar diğer
bölümünde, birbirlerine ilişmemeye çalışarak farklı hayatlar yaşıyor. Tabii
ekonomik durumlar da farklı hayatları getiriyor. Birçok İşgal İstanbul’u
romanının yazarın ya da kahramanının kendi çevresiyle sınırlı kalmasında bu
bölünmüşlüğün belirleyici olduğunu öngörebiliriz. Kendi yaşamlarından yola
çıkarak yazıyorlar, tam olarak bilmedikleri ortamları ve konuları ele
almıyorlar. Bu doğru bir tavır olarak görülebilir ama bütüncül olarak görmeyi
de engelliyor.
Müfide Ferit Tek Leyla’da bölünmüşlüğün getirdiği
sınırlamaları önemli ölçüde aşmış. Romana konu ettiği olayların yaşadıklarından
kaynaklandığını, bu yaşanmışlıkları bir aşk hikayesiyle yoğurup, kendi siyasi
görüşünü de katarak romanı oluşturduğunu düşünüyorum. Leyla hem İşgal
İstanbul’unu anlatan bir roman olarak, hem de dönemin edebiyat anlayışın
kavramak için okunabilecek önemli bir roman. (Kitap-lık Dergisi, Mart- Nisan 2021).
NOTLAR:
1.
Der. Bilge Criss, Nur, 100. Yılında
İstanbul’un İşgal Günleri. İstanbul, İBB Kültür Aş. Yay. 2020.
2. Törenek, Mehmet, Türk Romanında
İşgal İstanbul’u, İstanbul, 2. Baskı, Kitabevi yay. 2013.
3.
Necatigil Behçet, Bile / Yazdı (Yazılar),
İstanbul, Cem Yay. 1983.
4.
Der. Stefanos Yerasimos, İstanbul 1914 – 1923, İstanbul,
İletişim yay, 1997.
5.
Theotokas, Yorgos Leonis, İstanbul, İstos yay, 2013.
6. Garabedyan, Yeraz Der, “Theotokas’ın
dilinden şehrin hikâyesi”, İstanbul, Agos Gazetesi, 31. 10. 2013.
7.
Varım,
Suphi, Karanlığımın Kızıl Geçidi, İstanbul, Labirent yay, 2017.
8. Tek, Müfide Ferit, Leyla,
İstanbul, Tek-Esin Vakfı Yay., 2019.
9. Nalbant Kılıç, Ayşe, “Müfide Ferit
Tek'in hayatı ve eserleri üzerine bir inceleme”, kitaplaşmamış yüksek lisans
tezi, Kırıkkale Üniversitesi 2002.
10. Demircioğlu, Cemal, "Müfide
Ferit Tek ve romanlarındaki milliyetçilik", kitaplaşmamış yüksek lisans
tezi, Boğaziçi Üniversitesi, 1998.
11. Tek, Müfide Ferit, Aydemir, İstanbul,
Kaknüs yay, 2018.
12. Tek, Müfide Ferit, Pervaneler,
İstanbul, Kaknüs yay, 2018.
13.
Türk Edebiyatında Tefrika Roman Tarihi, eresearch.ozyegin.edu.tr/xmlui/handle/10679/4879.
14.
Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, “Tek, Müfide Ferit” maddesi,
teis.yesevi.edu.tr /madde-detay/tek-mufide-ferit.
15. Çoruk, Ali Şükrü, “İspanyol gribi de
geçmişti bu topraklardan”,
fikirturu.com/toplum/ispanyol-gribi-de-gecmisti-bu-topraklardan.
Yorumlar