Aşktır kuşların varacağı yer


Refik Algan, sessiz ve derinden giden yazarlardandır. Biraz da karabatak gibidir. Çok çalışır, çok üretir ama eserlerini kendi denizlerinin derinliklerinden çıkarmakta acele etmez. Algan’ı 1978-1980 yılları arasında Yazı ve Oluşum dergilerinde yayımlanan kısa metinlerinden tanıdıysak da ilk öykü kitabı Saat Kulesi’nin yayınlanması için 2005’e dek bekledi. 53 yaşındayken yayınlattığı bu ilk kitabı ile Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanmıştı. 2007’de Umursamaz Uykucu, 2013’de Dağın Tepesindeki Kız adlı öykü kitaplarını yayımladıktan sonra yine başka alemlere daldı, başka ilgi alanlarının izini sürdü herhalde. Tasavvufa ilgisini, pek çok tasavvuf metnini Türkçeye ya da İngilizceye çevirdiğini biliyoruz. Yine çevirdiği satranç kitapları ilgi alanlarında her zaman uzmanlaştığını örnekliyor. Müzik ve resim de ilgi alanlarından. Bir ara Şili dolaylarında göründüğünü ilk iki öykü kitabının İspanyolca’ya çevirilip bu ülkede yayımlanmasından anlıyoruz.

Yıl 2021 ve yeni bir kitapla okur karşısında Refik Algan. ‘Sonsuza Uçan Kuşlar’ 406 sayfalık bir roman. “İronik bir bakışı sade ve akıcı bir anlatımla harmanlayan kısa hikâyeleriyle” tanınan kısacık öykünün mucitlerinden bir yazarın bu kadar büyük hacimli bir eser vermesi ilgi çekici. 

‘Sonsuza Uçan Kuşlar’ herkesin birbirini tanıdığı bir sahil kasabasında geçiyor. Anadolu Yakasındaki bir çok mahallenin başına geldiği gibi 80’li yıllarda sahili doldurup yol yapma sevdası sonucunda kimliğini kaybetmiş bir yer burası. Konakların yerini apartmanlar almış, yalılar lokanta, kafeterya olmuş. Deniz doldurulup önlerinden sahil yolu geçince kasabanın ve halkının denizle bağı kopmuş, sıradan bir mahalle halini almış kasaba.

Bu dönüşümden önce genişçe bir koyun kıyısında güzel bir sahil kasabası olarak İstanbulluların sayfiye yerlerinden biriymiş. Şimdi ise ne sahil kalmış, ne sayfiye. Kıyısına ulaşmanın bile pek kolay olmadığı bu sahilde insanların yüzdüğünü, yelkenlilerle dolaştığını düşünmek ancak güzel bir düş olabilir. Romanın kahramanı R. bu düşün, bir zamanlar burası sayfiyeydi diye anlatılan kasabanın eski halini yaşayıp yeni haline içlenenlerden. Doğma büyüme oralı ve ne kadar değişse de kasabasında yaşamaya devam ediyor inatla.

Kırklı yaşlarının sonundaki R. felsefe eğitimi almış, profesyonel bir fotoğrafçı. Yani kendi tanımlamasıyla “felsefeci bir fotoğrafçı”. Fotoğrafçılık dünyayı farklı bakışla algılamasına ve ayrıntıları daha net görmesini sağlarken felsefe de bu görüntüleri yorumlamasını sağlıyor.  

Kendi yaşamında bir değişimin eşiğinde, evliliğinde sorunlar yaşıyor. Belki de yaş dönümünden gelen farklılaşmalar, aşırı hassaslaşmalar yıllardır iyi giden evliliği sekteye uğratıyor. Görünürde yani kasabada geri dönülmez bir biçimde yaşanan değişim R.’nin de hayatında yaşanabilir. Öyle bir eşikte.

Bir zamanlar sahilde, deniz kıyısında olan çay bahçesinde ıhlamur ağaçlarının gölgesinde, uzaktan da olsa deniz manzarasıyla geçmişi anımsayarak kahvesini yudumlarken ilk aşkının kızıyla tanışır R.. Bu karşılaşma hem anımsamaya hem de geleceğe yönelik bir değişime neden olur. Zaten yıllardır aklında olan romanını yazmak için o eski günleri anımsamak ve geçmişi ve bugünü kurtarmak arzusu vardır içinde. Hülya geçmişi anarken, bugünü sorgulamayı da sağlar.

O özlenen sayfiye kasabasında, lise çağlarında yaşanmış bir aşk öyküsüdür bu. İlk gençliğin heyecanları, tereddütleri ve yanlış anlamaları ile hayata geçmemiş ve platonik kalmıştır. Burada “platonik”in Platon kısmında durmamız gerekiyor. Çünkü R. ilk gençlik hatasıyla “platonik” bir aşk yaşamıştır ama şimdi ilk sevgilinin kızıyla Platon’un gerçekte önerdiği gibi “gerçek aşka bedensel hazlara yönelerek değil ruhsal bir yolla gerçeğin, güzelin, iyinin kendisine dönük bir yönelimle” ulaşacaktır. Tabii bir de mağara alegorisi var. R. de filozof gibi mağarasından çıkıp gerçekle yüzleşmek istemektedir ama içinde bulunduğumuz yanılsamalarla dolu gündelik hayatta bu ne kadar mümkündür, onu da anlamaya çalışır.

Bir başka Platon bağı da romanda büyük yer tutan R. ile Hülya’nın diyalogları. R. ustası bellediği Platon gibi konuşa konuşa aşk ulaşır ve içinde kısıldığı mağaradan çıkmayı dener. Tabii tragedyanın gerektirdiği kaçınılmaz son yaşanmazsa…   

Refik Algan’ın ilk romanı ‘Sonsuza Uçan Kuşlar’ adının yaptığı göndermeye uygun olarak “Ben kimim? Nerden geliyorum? Ve nereye gideceğim?” sorularını soran bir kişinin yaşadıklarından yola çıkarak görünenin ötesine geçebildiğinizde gerçek anlama ulaşabileceğinizi anlatan bir roman.   (25.09.2021, Hürriyet Kitap - Sanat.)   

Yorumlar